16. ve 18. yüzyıl arasında Bitlis’in ilim irfan merkezleri olan medreseleri, aynı dönemde büyük bir şatafata sahip olan Semerkant ve Buhara ile yarışıyordu. Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan bu kadim şehirlerin adlarını, kimimiz onların İpek Yolu üzerinde bulunmalarından, kimimiz de Timurlenk, Ömer Hayyam, İbni Sina veya İmam El-Buhari gibi tarihe adlarını yazdırmış ünlü şahsiyetlerden dolayı duymuşuzdur. Onlarca değişik kavme, mezhebe, hükümdara ve alime ev sahipliği yapmış, eşsiz mimarileri ile Dünya Mirası onaylı bu muhteşem mekanları, Ekim 2019 başında ziyaret etme şansını yakaladım.

Buhara’da Bitlis’i ve asıllarının ‘Buhara olduğunu’ söyleyen Bitlislileri anımsadım. Buhara ve Semerkant şatafatlarının zirvesindeyken, Bitlis ne durumdaydı? Gerçekten Buhara’dan gelip Bitlis’e yerleşmiş aileler var mıydı? Bitlis’in İpek Yolu ile alakası neydi?

Baran Zeydanlıoğlu

Turistik bir gezi amaçlı gittiğim Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’den, beş saatlik bir karayolu seyahati sonrası, günümüz Özbekistan sınırları içerisinde kalan önce Semerkant’ı ertesi gün de Buhara’yı ziyaret ettim. ‘Günümüz Özbekistan’ı’ yazdım, zira tarih boyunca bu iki şehir hep Tacik toprakları olarak ve Tacik nüfusu ağırlıklı bir geçmişe sahiptir. Yani İrani olan ve hatta kendilerine Fars da diyen Taciklerin dilleri Tacikce de, ayrıca Kürdçe ile aynı familyadan olup, Dari, Paştu ve Beluci dilleri ile de aynı gruptandır. Hint  – Avrupa Dil Grubu’nun İrani koluna aittir.

Buhara Kalesi’ni gezerken bir şekilde Bitlis Kalesi’ni anımsadım. Çünkü Bitlisli han ve beylerinin 1836’ya kadar kalede ikamet edip şehri yönettikleri gibi, Buhara’nın Tacik hükümdarları da 1924’e kadar merkezdeki Buhara Kalesi’nde ikamet ediyor ve şehri yönetiyorlarmış. Rusların 1868’deki işgali, 1924 sonrası SSCB’nin Buhara’yı Özbekistan’a bağlaması ve akabinde SSCB’nin 1990’da dağılıp Özbeklerin 1991’deki bağımsızlığı ile bu şehirler, ’Özbek Şehirleri’ adı altında sınırın bu tarafında kalmışlar. Halk ‘pasaportumuz Özbek ancak dilimiz ve biz Tacik’iz’ diyor. Ülkede 3 dil hakim. Özbekçe, Tacikçe ve Rusça.

Çin’den İstanbul’a kadar uzanan İpek Yolu güzergahındaki konumlarından dolayı, bu iki şehir tarih boyunca inanılmaz ticari, kültürel ve sanatsal bir öneme sahip olmuşlar. Farslardan Moğollara, Araplardan Türki hükümdarlara kadar hepsi Semarkant ve Buhara’ya hakim olmak için büyük mücadeler vermişler. Hakimiyetleri sırasında bıraktıkları eserlerden günümüze kadar gelmiş bir çok han, cami, kale ve medrese bulunmakta. Semerkant’ın ilk camisi olarak bilinen Hz. Hızır camisi, İslamiyet öncesi orada bulunan bir Zerdüşt tapınağının camiye çevirilmesi sonucu inşa edilmiş. Kum Diyarı / Kumlu Yer anlamına gelen Registan ise Semerkant’ın en ihtişamlı tarihi yeri.

Registan Meydanı, Semerkant

Bu meydan çevresinde üç adet medrese bulunmakta. Biri Timurlenk’in ilime ve astrolojiye önem veren torunu Ulugbek tarafından 15. yüzyılda inşa edileni. Diğerleri 17. yüzyılda inşa edilmiş ve her üçü de tarihçeleri, işlevleri ve mimarilerine has detayları ile görenleri büyüleyerek alıp başka diyarlara götürmekte. Aynı şekilde 1405 tarihli ve Timurlenk’e ait olan Gori Emir türbesi ve şehrin diğer yakasında bulunan ’Yaşayan Şahlar Mezarlığı (Goristana Şahi Zinda) da mimarileri ile görenleri kendilerine hayran bırakıyorlar. Bu arada Özbekler ona Timurlenk demiyorlar. Çünkü ‘Temur-leng’ Farsçada ’Topal Timur’ anlamına geliyor. O yüzden ona Amir Timur diyorlar. Bu Timurlenk ki, 1390 – 1400 arası yakıp, yıkıp işgal ede ede, Bitlis’e kadar gelip oraları dahi ele geçirmiş tarihin en acımasız hükümdarlarından biriydi.

Semerkant’a 3 saatlik bir mesafede olan Buhara şehri ise ziyaretçilerini Milattan Önce 500’lerde inşa edildiği düşünülen kalesi ile karşılıyor. 1920’lere kadar da şehrin yönetici ve valisinin ikametgahı olan bu devasa yapı, restore edilerek turistlerin ziyaretine açık bir müze olarak hizmet vermekte. Kalenin hemen ilerisinde ise Özbekistan ve hatta tüm Orta Asya’nın en büyük camisi olarak bilinen Cami Kalon yer almakta. Caminin  önündeki meydanda 46 metre yüksekliği ve büyük bir işçilik sonucu milim milim işlenmiş süslemeleri ile Minarei Kalon adlı kule ve  onun karşısında 1530’larda inşa edilmiş Mir Arap Medresesi bulunmakta. Bu medresenin özelliği ise içerisinde yüzlerce ilahiyat öğrencisinin halen dahi öğrenim görmeleri ve medresinin tamamiyle aktif halde olması. Buhara’daki diğer tüm tarihi han, kervansaray, cami, kilise ve hatta tek olan sinagog dahi, restore edilmiş ve devlet tarafından koruma altında.

Buhara Kalesi

Görüştüğüm ve istişarede bulunduğum yetkililer Buhara’nın yıllık 500 bin üzeri ziyaretçi ağırladığını aktardılar. Şehrin kütüphanesinde muhafaza edilen yüzlerce orijinal el yazmalı eser de bulunmakta. Eserlerin büyük coğunluğu Farsça kaleme alınmış. Bir çok Özbek ve Fars/Tacik seyyah, yazar ve şairin eserlerine sahip bir devlet kütüphanesi, modern alt yapısı ve şehircilik imkanlarına sahip 350 bin nüfuslu bir şehir Buhara. Özbekistan sınırları içerisindeki Tacikler ülkenin %35’ini oluşturduğu belirtilmekte.

Yetkililer ve halkın çoğu Semerkant ve Buhara’nın zor günleri atlattıklarını ve artık kısmen de olsa daha rahat olduklarını dile getirmekteydiler. Özellikle SSCB tarafından Özbekistan’a bağlanmaları sonrası baş gösteren sıkıntılar zamanla kitlesel ve siyasal protestolara dönüşmüş. Öyle ki Tacik dili, kültürü ve varlığı sistematik olarak kısıtlanma, yasaklanma ve inkara uğramış. Aileler çocuklarının ayrımcılık, şiddet ve dışlanmaya maruz kalmamaları için ve hatta iş bulamama riski ve gelecek kaygısından dolayı, otoasimilasyona ve Tacik asıllarını inkara yönelmişler. Evlerde Rusça ve Özbekçe konuşmaya ağırlık vermişler. Zaten SSCB döneminde de resmi söylem Taciklerin Fars olmayıp Özbek oldukları propagandalara odaklıymış ki, bu söylemi kabul etmeyen Tacikler Özbekistan’ı terk edip Tacikistan’a gitmeye mecbur bırakılıyormuş. Devletin Tacikçe eğitimi kısıtlaması, Tacikistan’dan kitap ve yayımların bu şehirlere sokulmasına izin vermediği dönemleri de tarihte yaşadıklarını dile getirdiler. Ancak yakın dönemdeki Özbek ve Tacikistan devletleri arasındaki ticari ve siyasi adımlar ile sükunet huzur ve temel insan hakları olan eğitim ve sosyal eşitlik konusunda anlaşmalar sağlanmış. Özbekistan’daki Taciklerin tarihçelerine dair internet üzeri yaptığım okumalarla da bu bilgileri teyit ettim.

Taciklerin kendi topraklarında bu tür bir siyasi uygulamaya maruz kalmış olmalarını öğrenince, aklıma Cumhuriyet’in ilk yılları Bitlisliler de dahil tüm yeni Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını etkileyen, 1926 tarihli Şark Islahat Planı kanunları geldi. İnkar, imha, sürgün, yasak ve dayatlamalar çerçevesinde uygulanan Türkleştirme politikaları yani. Tabiki akabinde sadece Türkçe adların seçilebileceği 1934 tarihli Soyadı Kanunu. Bu kanun sonrası soyadı olarak ’Buharalı’ alan Bitlisli aileler de var ki, coğu Bitlis’ten diğer birçok Bitlisli aile gibi değişik nedenlerden dolayı göç etmiş durumdalar.

Soyadları başka olan ve asıllarının Buhara’dan olduğunu söyleyen başka Bitlisli aileler de var. Hatta Horasan’dan geldiklerini, Yemen ve Arabistan’dan geldiklerini ve ’seyyid’ olup Kureyşi adlı bir Arap kabilesinden olan Hz. Muhammed’in (SAV) soyundan olduğunu dahi söyleyen Bitlisliler vardır. Bir ara Kerkük’ten geldiğini söyleyen aileler de varmış ancak ne olmuşsa Kerkük’ten geldiklerini artık dile getirmeyip ’Orta Asya’dan geldik’ demeye başlamışlarmış.

Yazılı Bitlis kaynaklarının hiçbirinde Bitlisli X ailenin Buhara’dan veya Horasan, Yemen ya da Arabistan’dan geldiğine dair bir kayıt bulunmamaktadır. Bu tür söylemler, çoğu Balkan devşirmesi olan 1890’larda ortaya çıkan İttahat ve Terakki Partisi ve akabinde özellikle 1908 sonrası onlarla beraber gelişen Jöntürkler Hareketi’nin batı yanlısı ve Türkçü politikaları ile vücud bulmuştur. Bu politikaları daha sonra Kemalistler devralmış ve onlarca yıl devam ettirmişlerdir. Burada bir parantez açarak, bu Türkçü ve Turancı akımın öncülerinden olup Buhara /Tacikistan’da öldürülen Enver Paşa’dan da kısaca bahsetmek gerekiyor. (Birinci Dünya Savaşı sırasındaki katliamlardan sorumlu tutulanlardan olan ve hakkında savaş suçlusu kararı olan Enver Paşa, önce Almanya’ya kaçar ve ardından SSCB/Moskova’ya ki, Moskova’da Ruslara hizmet etmeye başlaması sonucu Lenin tarafından Tacikistan- Buhara – Türkistan bölgesinde ’Basmacılar’ adıyla bilinen bir grubun başkaldırılarına müdahale etmesi için gönderilir. Ancak Enver Paşa oraya intikal ettikten sonra saf değiştirerek Türkçü/İslamcı/Turancı bir hedef ile SSCB’ye karşı Basmacılar grubu ile hareket edince, 4 Ağustos 1922 tarihinde Tacikistan’ın Çağan bölgesinde Rus ordusu tarafından öldürülür. Mezarı 1996 yılında İstanbul’a getirilmiştir).

İstanbul’da başlayan tekçi ve Türkçü uygulamalar, haliyle Bitlis’e atanan valiler ve memurlar aracılığıyla da pratikte ve de şehirdeki Müslümanları içeren söylemlerde, bu idareciler ve taraftarları aracılığıyla tatbik edilmeye başlanmıştır. Kökenini Orta Asya’ya götürme söylemi, tek ulus ve tek mezhep (Sünni İslam) odaklı ideolojilerin etkisi ile ortaya çıkmış söylemlerdir. Bitlisli bazı aileler de, kimi mecburiyetten kimi de içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasi konumdan/ilişkiden dolayı böyle bir söylemi sürdürmüştür.

Ancak bazı kaynaklarda bir kaç ailenin Orta Asya kökenli olduğu belirtilir ki, zaten bu ailelerin de 5 – 6 aile civarı olduğunu Bitlis’in yaşlıları tarafından da hep dile getirilmişdir. Bu aileler de Kaki, Kıki, Erbetan, Siraçlar, Şefkatlar ve Karacanlar olarak belirtilir.

1597’de tamamladığı Şerefname ile dönemin Bitlis hükümdarı Kürd Şerefxanê Bedlis-i’nin eserinde Selçukluların Bitlis merkezdeki hakimiyetlerinin kırk yıl civarı sürdüğü ve o dönemden Türk kökenli bazı ailelerin kaldığına değinilmiştir:

’Bu dönemden (1140 – 1180) Bitlis vilayetinde ’Seraciyan’ adlı bir topluluk kalmıştır ki, bu Selcuklular’ın kalıntılarından başka bir şey değildir. ’Seraciyan’ sözcüğü ise ’Selçukiyan’ sözcüğünün Kürdçesidir. Tac Ahmed, Kara Kote, Kuli Özbekan aileleriyle diğerleri bu kalıntı topluluğundandır’.

Şerefname’nin ilk sayfası

Bu konuyla ilgili olarak uzun bir makaleyi 1918 yılında kaleme alan diğer bir Bitlisli de, ilk Kürdçe dilbilgisi kitabını yazan Mutkili aydın Xelil Xeyali’dir (Araştırmacı yazar Malmisanij’ın bir çalışmasında, o makaleyi yazan kişinin Kurdiye Bedlisi mahlası ile Bitlisli Yüzbaşı Emin adlı birinin yazdığı yönündedir).

’Bitlis içinde Türk olarak, yalnız vilâyetin kuruluşundan sonraki döneme ait olmak üzere, görevlerine son verilmiş memurlar ve emekli subaylardan yerli kızarla evli ve sayıları onu geçmeyen zatlar ile, daha eski bir ikamet tarihine sahip iki aile vardır. Bunlar da Kızılmescid mahallesinde oturan Şefkatli ve Zeydan mahallesinde oturan Siraclar ailesidir ki, bunlardan birincisinin nüfusu savaştan önce 16’ya ulaşmış, ikincisinin nüfusu ise 7’ye düşmüştü’. (Xelil Xeyali)

Halep çıkışlı kervanlar Bitlis’ten geçip, Tebriz Tahran üzeri Buhara ve Semerkant’a giderlerdi. Oradan da daha da doğuya ta Çin’e kadar. Aynı şekilde oralardan yükünü alan kervanlar aylar süren yolculukları sonrası aynı güzergah üzeri yine Bitlis’e uğrayıp, kuzeye, güneye veya batıya doğru yol alırlardı. Bu kervanlar Bitlis merkezde ve civarında bulunan onlarca han ve kervansaraylarda konaklar, cami ve kiliselerini ziyaret eder, çok önemli bir ticaret merkezi olan Bitlis çarşısında da ticari alışverişlerini ve yüklerinin yenilenmesini gerçekleştirirlerdi. Kervanlarla birlikte seyyahlar, askerler, tüccarlar ve ilim-irfan-edebiyat insanları da uğrarlardı Bitlis’e. Zira Bitlis özellikle 16. ve 18. yüzyıl arasında çok meşhur medreselere ve alimlere sahipti. Hem ticaret, hem mimari, hem de askeri ve ilim irfan alanlarında, Bitlis’in adı gıpta ile anılırdı. Şehrin konumu Halep, Şam, Buhara ve Semerkant ile kıyaslanırdı. 1000 adete yakın dükkana sahip çarşısı, onlarca medrese, tekke ve camisi, dolup dolup taşan han ve kervansarayları ile, ünü ta Fars ülkesi, Rum diyarı ve Tebriz’e kadar yayılmış bir şehir idi. Bitlis adı bir şehirden ziyade çok büyük bir coğrafik bölgeyi kapsadığı gibi, bazı seyyah ve tarihçilerin de dile getirdikleri gibi bir ülkeyi, bağımsız bir hükümeti adlandırmak için kullanılırdı. Çünkü şehrin han ve beyleri kendi paralarını kaledeki darphanelerinde bastırdıkları gibi, kendilerinin başkumandan oldukları 25 bin askerlik orduya da sahiptiler.

Bitlis, medreselerinin sahip olduğu nam ve şehrin çok önemli bir ticari kilit noktası olmasından dolayı, Kürdlerin o dönemki Buhara ve Semerkant’ı idi. Kürdçe, Farsça ve Arapça dillerinde eğitim veren Kürd alimlerinin, hocalarının, fikir insanları ve çok etkin şeyhlerinin ikamet ettiği bir şehirdi. Bu kutlu yerin medreselerine çocuklarını göndermek için sıraya geçerdi tüm Kürd beyleri.

Şerefxanê Bedlisi bu konu da şöyle yazmıştır:

‘Bedlis kutlu ve kutsal bir yerdir; orada Allah’ı tanıyanlardan ermiş evliyadan olan bir çok tasavvuf adamları ve şeyhler yetişmiştir. Buradan son derece bilgili, kanaatkar, dindar ve faziletli insanlar çıkmıştır. Bunları sayacak olursak:

  • Mevlana Abdurrahman Bedlisi ki, mantık ve Meani konularında ünlü olan eserleri vardır.
  • Mevlana Muhammed Berkali ki, fıkıh ve hadis bilimlerinde ün salmıştır.
  • Şeyh Ammar Yasir ki, araştırmacıların kutbu, incelemecilerin kanıtı, şeriatın durumunun koruyucusu ve tarikat adamlarının önderi olan bir şeyhdi.
  • Mevlana Hüsameddin Bedlisi ki, o da bilgisine uyan bilginlerden ve Allah’ı tanıyan mutasavvıflardandı. Tasavvufta güzel bir yorum kitabı yazmıştır.
  • Mevlana Hüsameddin’in oğlu Mevlana İdris El-Hakim (İdris-i Bedlisi) ki, kendisi bir sure Akkoyunlu sultanlarının yazıcılığını yapmıştır. Sultan Selim Han’ın meclisinin nedimlerinden olmuş, bunun üzerine şanı yücelmiş ve kadri artmıştır. Sultanı övmekte dili serbest bırakıldığından parlak kasideler yazmıştır. Osmanlıların eserlerini ve kanunlarını özet olarak kapsayan ‘Tarih-i Al-i Osman’ adlı Farsça bir kitap yazmıştır. Bu kitap sekiz padişahın biyografisini kapsadığı için ‘Heşt Behişt’ (sekiz cennet) adını vermiştir.
  • Ebülfadıl Efendi Bin Mevlana İdris ki, o da Sultan Süleyman zamanında Rumeli defterdarlığı yapmıştır.
  • Şeyh Ebu Tahir-i Kurdi ki, o da Bedlislidir ve Bedlis’in batısındaki Kosor (Zeydan) mahallesinde gömülüdür. Parlak nurlara sahip mübarek türbesi gece gündüz ziyaret edilmektedir. İranlı ünlü şair Mevlana Nur El-Mille ve’ddin Abdurrahman el-Cami, Nefehat adlı kitabında kendisinden bahsetmiştir.
  • Şair Şukri ki, o da Bitlisli olup once Türkmen beylerinin hizmetinde, sonrasında da Bitlis hükümdarı Şeref Hanın hizmetinde bulundukdan sonra, Sultan Selim Han’ın has meclisine girmiş ve önde gelen nedimlerden olup, Selimname adında Selim zamanının olaylarını üstün bir nazımla kaleme almıştır.

Bütün bunları anlatmamızın amacı, Bedlis’in her zaman fazilet sahipleinin ve bilginlerin toplandıkları bir yer olduğunu, sanat ve edebiyat adamlarının merkezi olduğunu açıklamaktır’.

Şerefxanê Bedlis-i ayrıca Bitlis’teki Şekeriye Medresesi’nde öğretim yapan Mevlana Musa’nın, 120 yaşında ölmüş olan dedesi Mevlana Şah Hüseyin’in anlattığı bir hadiseyi de aktarır. Bitlis hükümdarı Şeref Han ve İran Şahı İsmail’in arasında Ahlat üzerine çıkan bir anlaşmazlığa istinaden, Şeref Han safında savaşmak için Bitlis’in bilim adamları ve öğrencilerinden oluşan 500 kişilik gönüllüler birliğinin silahlanarak, Erciş beldesine gittikleridir.

Bitlis’ten bir ‘ülke’ olarak bahseden Şerefxanê Bedlis-i, geçmiş hükümdarların bir çok cami, medrese, han, misafirhane, hamam, köprü ve kemer gibi hayır kurumları ve kamu yapıları yaptırdıklarını da yazar. Bitlis merkezde yontma taştan yapılma 21 kemer (köprü) olduğunu, 16 semtinin, sekiz hamamının ve dört camisinin olduğunu belirtir. Bu camilerden kızıl Mecid’in bir kiliseden camiye çevrildiğini de aktarır. Atalarının yaptırdığı cami ve zaviyelere de değinen Şerefxan,  Bitlis’teki 5 medresenin de kendisi tarafından 1591 yılında yaptırıldığının altını da çizer. Bu medreselerin adlarını ve hangi dallarda kimler tarafından eğitim verildiğini de şu cümleler ile zikreder:

‘Hatibiye’, ‘Hacıbegiye’, ‘Şükriye’, ‘İdrisiye’ ve ‘İhlasiye’. Bu medreseler şimdi büyük fazilet sahibi ve edebiyat adamları olan öğrenciler, bilginler ve müderrislerle dolup taşmaktadır. Örneğin Şerefiye Medresesi’nde, Şafii fıkhının dallarını çok iyi bilmek konusunda, hadis ve tefsirde bir benzeri bulunmayan Mevlana Hıdır Bibi (Hidirê Xizani – Hizanlı Hıdır) ders okutmaktadır. İhlasiye Medresi’nde de, Kürdistan bilginleri arasında yüksek himmeti ve yüce kadriyle tanınan Şeyh Şemseddin Mevlana Muhammed Şeranşi Hazretleri ders okutmaktadır. Kendisi tefsir, astronomi, mantık ve kelam bilimlerinde tam bir yeteneğe sahiptir. Hacibegiye Medresesi’nde ise ders okutmak, fıkhı çok iyi bilmek konusunda, kanaatkarlık, günahlardan sakınma, dindarlık ve bütün durumlarında, bütün hareketlerinde dürüstlük ve doğruluk dallarına tutunmada benzeri az bulunan aynı zamanda mutasavvıf olan Mevlana muhammed Zırki’ye aittir. İdrisiye Medresesi’nde ise ‘Melaê Reşik’ yani ‘Siyah Hoca’ diye tanınan Mevlana Abdurrahman, Asitane’den elde etmiş olduğu, hayat boyunca berattaki şartlar gereğince ders okutmaktadır. Bunlardan başka fazilet, edebiyat sahipleri, zanaat ve meslek adamlarından bir çok kimse vardır ki, 800 kadar dükkan ve mağazaya dağılmışlardır’.

Bitlis’in konumu, şatafatı ve zenginliğine değinen diğer ünlü biri ise Evliya Çelebi’dir. 1650’lerde Bitlis’ten geçen ve Şerefxane Bedlis-i’nin torunu Abdal Han’ın misafiri olan Çelebi şöyle yazmıştır ünlü eseri Seyahatname‘de.

‘Bitlis şehri içinde 40 bin adam olur, onlara Rojki kavmi derler. Diğer Kürdler gibi gözü kara değillerdir, ancak elleri ve sakalları kınalı, gözleri sürmeli temiz, dürüst, maarif erbabı hoş-sohbet adamlardır. Eyalette 43 bin Ermeni reayalar vardır. Yarısı Muş diyarında Van kulu aklamıdır ve yarısı Abdal Han’ındır.

Bu eski şehir içinde 110 adet mihrap vardır ama bir kaç tanesi selatin camidir ki yazılır. Evvela bunlardan kalabalık cemaate sahip eski cami, Şerafeddin Camiidir. Diğerleri Bedlis Camii, Saraşhane Camii, Debbağlar Camii ve Şeref Han Camii’dir. Bunların tamamı Acem haliçeleriyle ve Isfahan keçeleriyle döşenmiştir. Bu camilerde cemaat çeşitli konuları tartışıp bilgilerini artırırlar. Kış günlerinde dışarıda abdest aldıkları suları da ısıtıldığından, rahatlıkla oradan abdest alıp yine camiye girerler. Niceleri ders okumaktan vazgeçip caminin bir kenarında satranç oynarlar. Buralarda leclac satrancı oynarlar. Kürd alimleri ve müftüleri hançer ile gezerler. Küçüklü büyüklü, genci yaşlısı cesurlardır ve gayet dindarlardır. Bu şehirde 26 adet de mescit vardır. Hepsi sobalı ve sıcak sulu mescitlerdir.

Tamamı (—) adet ilim yuvası mekanlardır. Bunlar Sultan Şeref Medresesi, Gökmeydan Medresesi, Versengi Medresesi, Hacıbey Medresesi ve Hatibiye Medresesi. Bu medreseler talebelerle dolu olup, bütün ilimler görülür. Bitlis’te Suran-ı Ardalan Ekradı (Ardalanlı Soran Kürdleri) uleması meşhurdur. Zira halkı gayetle zeki tabiatlı kimselerdir. Bu kadar medreselerden başka binlerce adet kulübelerde binlerce ilim öğrencileri nice bin ilmi, garip ve acayip fenni öğrenmektedirler.Her camide hadis alimleri, Müslim ve Buhari hadislerini ravileriyle öğrenmek isteyenlere öğretirler. 70 adet ebced okuyan çocuk mektepleri vardır. 70 adet abıhayat çeşmesi bulunmaktadır. 41 adet sebilhane mevcuttur. 20 adet tekke vardır ki bunların çoğu Nakşibendi tarikatindendir. Gülşeni Tekkesi ve Bektaşi Tekkesi de vardır.

Şehirde biri kaledeki Han Sarayı olmak üzere 8 adet saray vardır. Ayrıca da 9 adet kervansaray.

Çarşısındaki dükkan sayısı 1200 adettir. Buranın çarşısı sanki Bursa’nın Gelincik Çarşısı’dır. Bedesten, debbağhaneler ve usta boyacıların bulunduğu boyahaneler de vardır. İpekler, değerli kumaşlar, yiyecekler, içecekler ve meyveler şehrin Kapan Pazarı’na getirilip buradaki kantardan geçirilir. Şehrin 17 mahallesinde 5 000 adet güzel haneler vardır ve hepsi amber kokulu toprak ile örtülü mamur evlerdir. Genllikle yüksek havadar zemine kurulmuş güzel evlerdir. Evler bağ ve bahçesiyle tamamen dereler ve tepeler üzere gösterişli mamur bir şehirdir ki bu Bitlis şehri, Kürdistan’ın yüz suyu ve İrem Bağı’dır.

Binlerce zamanın seçkin alimlerine sahiptir bu şehir. Bunlardan evvela Yek-çeşm Molla Hasan Efendi, Molla Zeynüddin, Mollazade Molla Ebubekir, Şerefiye imamı, Molla Mihrabzade Ali Efendi, Molla Cebrail, Molla Musa-i Hakkari, Molla İsrafil, Molla Buhtani ve (—) (—) (—). Buradaki hekimlerden Molla Müyesser, Molla Ramazan, Kara Sücah, Kenzi Ali ve Sarılızade eşsiz hekimlerdir. Hehirde ayrıca 40-50 adet  de cerrah vardır. Menteş Bölükbaşı, Usta Haydar, Beşaretoğlu, Dafikulu ve Sayf Ali çok ünlü üstadlardır.İki binden fazla halktan el etek çekmiş, vera (takvanın ileri derecesi) sahibi ve salih kimseler (şeyhler) vardır ki, ömürleri boyunca dünya ehli ile karışığ halk kapısına varmamıştır ve haram saz ve söz sadası işitmemiştir.

Şahirde 7 kimse divan sahibi (şair) vardır. Evvela hanın divan efendisi Katibi Çelebi, Molla amazan Çelebi, Cenneti Çelebi ve Genci Çelebi’

Seyyah Evliya Çelebi ayrıca şehirde halka açık 5 adet hamam ile birlikte, evlerden 600’ünün içinde de ev hamamının da var olduğunu belirtmiştir.

Çelebi’nin en çok etkilendiği diğer bir husus da Abdal Han’ın o eşsiz kütüphanesidir. Bu kütüphanenin o dönemde Bitlis’te varolması, hem Bitlis’in hem de Bitlisli hükümdarların ilim, irfan ve bilginin ehemmiyeti konusundaki duruşlarını yansıtması açısından çok önemlidir. Han’ın o dillere destan, inanılmaz zengin kütüphanesini sayfalarca aktarır Osmanlı’nın en ünlü seyyahı Evliya Çelebi.

‘Evvela on yedi cilt melikler için yazılmış mücevher kaplı Ya’kut-ı Musta’sımi.Tamamı 1300 adet citli nefis kitaplar ve tefsirler, tarih kitapları ve 700 cilt türlü türlü başka kitaplar idi. Dahası 70 adet ciltli özel tefsirler ki her biri bin şeyhülislamda bulunmaz değerli tefsirler idi. Peygamber efendimizin hadislerinin bulunduğu ayrıca 1300 adet ciltli kitaplar var idi. Bunlardan başka Kuduri, Mülteka, Keşşaf, Kühistani, Molla Cami, manzum tecvid ilmine dair Şatıbi, manzum Cezeri ve Kamus Lugatı, Ahteri Lugatı, Şemsi Lugatı, Ibn Melek Lugatı ve Çarperi kitabı ve buna benzer binin üzeri kitaplardı. Ve 260 adet ciltli ibret verici murakka mecmuaları ki her bir sayfasında olan parçalar yüzer kuruş değer. Bir murakka ciltli mecmua da tamamı 600 varak (sayfa) idi, bütün yaprakları Sultan Beyazıd Han-ı Veli asrındaki Şeyh hazretlerinin hatları idi’.

Abdal Han’ın kendi yazdığı yetmiş altı adet Farsça, Arapça ve Kürdçe el yazmalarının, şiirlerinin ve notlarının da olduğunu anlatan, seyyah ve tarihçilerin yanında, Han’ın şahsi çaba ve girişimleri ile topladığı binlerce kitap ve el yazmasının da kütüphanesinde yer aldığını yine Çelebi aktarmıştır.

Hem doğulu hem de batılı bilim ve araştırma insanlarının haritaları, yeryüzü, astronomi, tıp, tabiat, anatomi ile ilgili eserleri ve felsefe kitapları o dönem Bitlis’te mevcuttu.

Bitlis tarihte Buhara ve Semerkant ile yarışırdı.

Baran Zeydanlıoğlu – 11 Ekim 2019

Kaynaklar

Şerefxane Bedlisi, Şerefname,1597, çeviri: M. E. Bozarslan, 1971

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 4. Kitap, I. Cilt, Yapı Kredi Yayınları, 2012

JÎN DERGİSİ, 25 Kânun-ı Evvel 1334 (1918, 17 Aralık), Sayısı 6, İstanbul, 1918 – Günümüz Türkçesine çeviri: M. Emin Bozaraslan, 1981