Yirminci yüzyılın başlarına kadar vilayet sınırları içerisinde birçok değişik dilin* konuşulduğu kadim Bitlis’e ait şarkı, türkü, kilam, sitran, bar, horovel, grung, rebetiko veyahut şamumarların bir arada olduğu bir müzik derlemesi/çalışması günümüzde var mıdır bilemiyorum. Ancak geçenlerde sosyal medyada, aralarında hepimizin aşina olduğu parçalar olan ‘Bitlis’te Beş Minare, Dideban Üstündeyim ve Bitlis’in Önünde Bağlar adlı eserlerin de bulunduğu ‘Türkü Pop Caz Bitlis’ ismine sahip bir albümle karşılaştım. Tamamının Türkçe sözlerden oluştuğu bu albümdeki birkaç eserin orijinallerinin Kürdçe olduğunu bilmekle beraber, yakın tarihte tatbik edilmiş 1925 tarihli Şark Islahat Planı ve Asimilasyon Kararlarının Bitlis’te ne kadar başarılı olduğunu ve hedefine de ulaştığını bir kez daha anımsadım.

Baran Zeydanlıoğlu

‘Türkü Pop Caz Bitlis’ adlı albümdeki ilk türkü olan ve herkesçe son 50 senedir Bitlis şehri ile özdeşleştirilen ‘Bitlis’te Beş Minare’ adlı eserin, aslında çok eski Kürdçe bir kilama 1970’li yıllarda TRT’de çalışan Bitlisli bir sanatçı tarafından Türkçe sözler yazılarak lanse edildiğini ve şehir merkezinde beş adet tarihi minarenin de hiçbir zaman bulunmadığını daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Hatta bu beş minare türküsünün ortaya çıkmasına neden olduğu ileri sürülen ‘1916 Rus işgali ve savaş sonrası ayrı düşen baba oğul hikayesi’nin de gerçek olmadığını ve uydurma bir efsane olduğunu da aktarmıştım.

Albümdeki eserlerin çoğu Cumhuriyet sonrası 1925 tarihinde alınan Şark Islahat Planı Kararları çerçevesinde hayata geçirilen ve 30’lu, 40’lı, 50’li ve hatta 70’li yıllara kadar sürecek bir zaman dilimi içerisinde yürürlüğe koyulan uygulamalar sonrası Türkçeleştirilen eserlerden oluşmakta. Sizler bu parçaları ya ‘anonim’ diye bilir veyahut sadece Türkçe söz yazarlarının adlarını bilirken, çoğunun aslında başka dillerde yüzyıllarca var olmuş ezgiler, kilamlar ve sitranlar olduğunu bilmezsiniz. Mesela ‘Bitlis’in Önünde Bağlar’ adlı türkü, sonradan Türkçeleştirilmiş Kürdçe çok eski bir eser olup, orijinali ‘welat çiqas xweş u rind e’ şeklindedir.

Sadece Bitlis merkeze ait ve cumhuriyet öncesi dillendirilen Azeri Türkçesi/Türkmenceye ait olan maniler ve tekerlemeler tabi ki önceden de vardı ki Rojkili Kürd Şerefxanlar ile birlikte Nahcivan’dan 1578’de gelen cariye, hizmetkar, dadı ve lalaları Azerice konuşulardı. Ancak gelin biz 1900’lerin başı ve Cumhuriyet sonrası Bitlis’e yönelik asimilasyon politikalarında şehrin nasıl pilot bölge olarak seçildiği ve yürürlüğe konulan uygulamalara bakalım.

kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün, cemiyet adet ve ananelerinin de milliyet ve ırk hislerini daima uyanık tutan ve cemaatleri mazilerine bağlayan bağlar olduğu unutulmamalı. Binaenaleyh lehçeyle beraber bu gibi aykırı adetleri de fena ve zararlı görmek ve bilhassa kötü göstermek ve hiç bir suretle rağbet edilip yüceltilmeyerek, basit ve ilkel nitelikleri her vesileyle teşhir olunarak kötülenip ayıplanmalı; o lehçeyi konuşan zümrelere mensup fertlerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıtlarını ve künyelerini fırsat düştükçe tashih etmek, köylerinin ve o lehçedeki isimlerini değiştirmek, evlerinde ve aralarında Türkçe konuşturmak ve öz yüreklerinden kendilerine Türküm dedirtmek; hülasa dillerini, adetlerini ve dileklerini Türk yapmak, Türkün tarihine ve bahtına bağlamak ve her Türke teveccüh eden milli ve mühim bir vazifedir’

(Şark Islahat Planı Kararları sonrası valiliklere 1930 yılında gönderilmiş talimatlardan biri)

Osmanlı döneminde Darülelhan adı ile kurulan günümüzün Devlet Konservatuarı’nın başkanı Yusuf Ziya Bey liderliğinde, 1926 yılında ’yurttaki tüm türkü, şarkı ve manilerin kayıt altına alınması ve derlenerek Türkçeleştirilmesi’ amacıyla aralarında Adana, Maraş, Antep ve Urfa da olmak üzere birçok şehre geziler düzenleyip yüzlerce mahalli eseri toplayıp kayıt altına alırlar.

Bu çalışmalar 1930’lu ve 40’lı yıllarda da Ulvi Cemal başkanlığında Ankara Devlet Konservatuarı hocaları desteğiyle devam eder ki Ulvi Cemal’in bu projedeki asistanı Sivaslı (bazı kaynaklarda Diyarbakırlı) Muzaffer Sarısözen’dir. Sarısözen Kürdçe bildiği için Diyarbekir ve civarı şehirlerdeki Kürdçe şarkı, maniler ve atasözlerini toparlamak, derlemek ve Türkçeye uyarlamak ile görevlendirilir. 500’e yakın eseri kayıtlara geçirirler. 50’li yıllara gelindiğinde Sarısözen ekibine Bitlisli Niyazi Ateşli’yi de katar. Bitlis merkez ve ilçelerine dair şarkılar, tekerlemeler, atasözleri ve mailer de Ateşli tarafından Bitlisli yerel dengbej, sanatçı ve ozanlardan toplanarak Sarısözen ile birlikte Türkçeleştirilir. Toplamda binlerce eser toplanır. Bu çalışmalar 1930’lu yıllarda kurulan Halk Evleri bünyesinde ta 1970’lere kadar devam eder. Hem Sarısözen hem de Ateşli Halkevlerinden yetişmedirler. Halkevleri, Kürdleri asimilasyonda ve Türkleştirmede muazzam bir rol oynar. Bu eserler zamanla TRT Yurttan Sesler Korosu ve solistleri tarafından ’Türk Halk Müziği’ adı ile lanse edilir. Birçok Kürd sanatçının da derlenen eserleri Türkçe ve yeni dizeler ile seslendirdiği bu parçalar ’Bitlis yöresinden, Urfa yöresinden, Diyarbakır yöresinden türküler’ adı ile dinleyicilere sunulur.

İttihat Terakki ve Jön Türkler tarafından 1900’lerin başında başlatılan inkârcı, imhacı ve tekçi politikalar, Cumhuriyet dönemi ve sonrası Kemalistler tarafından Şark Islahat Planı uygulamaları ve İsmet İnönü’nün politikaları ile devam eder.

Son Kürd Beyliği olan Bitlis Beyliği’nin 1849 tarihi ile devrilmesi ve idarecisi olan Şerif Bey’in de ailesi ile birlikte Bitlis’ten İstanbul’a sürülmesi ile Osmanlı’nın Bitlis’e tam hakimiyeti başlar. Merkezden ilk kez atanmaya başlayan Balkan kökenli valiler ile beraber Bitlis Osmanlı’nın bir şehri gibi doğrudan yönetilmeye konulur. Bitlis’in 1800’lerin ikinci yarısından 1. Dünya Savaşı’na kadar olan nüfus, etnisite ve inanç detaylarını o zaman dilimi içerisinde Bitlis’e uğramış olan batılı seyyah anlatımlarından ve Bitlis yıllıkları olan salnamelerden öğrenebiliyoruz. Mesela:

1879 yılında Bitlis’i ziyaret eden İngiliz araştırmacı seyyah yazar H. F. Tozer şehrin nüfusu hakkında şu bilgileri verir:

‘Şehirde 3 000 civarı hane var.

Bunların 2 000’i Kürdlere ait,

1 000’i Ermenilere,

50’si Süryanilere ve

20’si de Türklere aittir’

Osmanlı’nın en ünlü ansiklopedisti, yazar ve sözlükçüsü olan Arnavut asıllı Şemseddin Sami ise 1888 senesinde yayımladığı Kamus-ul Alam adlı çok kapsamlı eserinde Bitlis ahalisi için ’şehrin nüfusu yaklaşık olarak 15 000 kişi olup, bunun üçte ikisi Müslüman Kürd, üçte biri ise Ermeni’dir’ bilgilerini paylaşır.

Şehrin nüfus, mezhep ve etnisitesine dair verileri, 1892 – 1924 arası yayımlanmış Bitlis Salnamelerinde de açıkça görmek mümkündür ki yukarıdaki seyyah verileri ile örtüşmektedirler.

Bitlis’e atanan valiler, memurlar, resmi yetkililer ve askerlerle birlikte, yeni okullar açılıp gazeteler de çıkmaya başlar ki bunlar Türkçe (Osmanlıca) olarak hizmet verirler. Gün geçtikçe hem Türkçenin hem de Osmanlı/İttihat ve Terakki’nin varlığı günlük hayatın her kademesinde ağır basar ve ister istemez ahalinin yaşamını derinden sarsar. Çoğu Balkan devşirmesi olan, 1890’larda ortaya çıkan İttihat ve Terakki Partisi ve akabinde özellikle 1908 sonrası onlarla beraber gelişen Jön Türkler Hareketi’nin batı yanlısı ve Türkçü politikaları her yeri olduğu gibi Bitlis’i de kökten etkiler. Onların tekçi ve inkâr içerikli söylemlerine o dönem İstanbul’da yaşayan Kürd öğrenci ve aydınları tepki gösterirler. Bunlardan bir tanesi ’Kurdiye Bitlisi’ mahlasını kullanarak yazılar kaleme alan bir şahsiyettir ki bizler onu yakın zamana kadar Bitlis Mutkili aydın Xelil Xeyali olarak biliyorken, araştırmacı yazar Malmisanıj çalışmaları sayesinde bu kişinin Bitlisli Yüzbaşı Emin adlı ve Bitlisli Gündoğdu ailesinden biri olduğunu öğrendik.

İstanbul’daki Kürdlerin o dönem çıkardıkları JÎN adlı dergideki 17 Aralık 1918 tarihli bir yazısında Kurdiye Bitlisi, Bitlis’in Müslüman nüfusu ve sakinlerine dair oldukça uzun ve detaylı bir yazı kaleme almıştır. Yazısından kısa bir kesit ve sıraladığı 15 maddelik açıklamayı alarak bu paylaşıyorum:

‘Günümüzde bu kentlerde Türkçe konuşulmasını, sakinlerinin Türk olduğuna kanıt gibi tekrarlayıp duruyorlar. Bu iddiaları birçok açıdan çürüktür. Oralarda pek yeni bir hayata sahip olduğu ayrıntılarıyla açıklanan Türk varlığı ile tarihsel kıdemi kanıtlanmaya bile gerek göstermeyen Kürd varlığı arasındaki zaman boyutu, iddianın ne kadar çürük bir temele dayandığını göstermektedir. Kaldı ki herhangi bir dili konuşmanın, onun gösterdiği millî topluluktan gelmek demek olmadığı da ortadadır. Örneğin, Türkçe konuşmak Türk olmayı kanıtlayabilseydi, yönetimi altında yaşadıkları egemenliklerin dillerini konuşan İsrail oğullarını mevcut milletler arasında taksim edebilmek gerçekten pek güç olurdu ve bugün Türkçe konuşan Rumların, ana dillerinden bir sözcük bile bilmeyen bir kısım Ermenilerin hangi millî topluluğa katılabileceğini anlamak, çözümü güç bir problem olurdu. Örneklerimi genişletebilirim. Fakat şimdilik bu kadarını yeterli görüyorum.

Size Bitlis şehrini sunayım:

Buranın efsaneleşmiş bir tarihi vardır. Her yerden daha fazla Kürd olan ve aynı isimde olan bir İl’in (bölgenin/vilayet) merkezidir.

Burada, kent halkı arasında Türk dilinin kullanılması dikkat çekicidir.

Fakat halk Türk müdür?

Ben bu soruya cevap hazırlamak için bildiklerimi numara sırasıyle sıralayacak ve bunların karşılaştırılması ile gereken kararın verilmesini okuyucuların sağduyusuna ve iyi takdirine bırakacağım.

1-Bitlis kenti, pek kısa aralar sayılmazsa, Tanzimat’tan sonraki dönemlere kadar (1849’a kadar) Bitlis Kürd hükümetinin yönetim merkezi idi.

2-Kentleri oluşturan nüfus, genellikle komşu köylerin ahalisinin bilinen nedenler altında ve azar azar kente taşınmasıyla meydana gelir; bazen de siyasal nedenlere bağlı olarak ayrı bir milletin bireylerinden belirli kişilerin ailece kasabalara yerleştirildiği olur. Bu açılardan Bitlis’i incelersek:

A- Doğu, kuzey, güney ve batısındaki çevrede günlerce sayılan mesafeler içinde bir tane olsun Türk köyüne rastlanılamaz. Hatta Türk’le karışık köyler de yoktur. Ancak kuzeydoğuda ve iki konak mesafedeki küçük ve karma Ahlat kasabasında Türk’e rastlamak mümkündür.

B- Siyasal nedenler altında ya da başka bir nedenle birkaç Türk ailesinin toplu ya da ayrı ayrı olarak Bitlis’e geldiğine ya da getirildiğine ilişkin ne bir tarih bilgisi vardır ve ne de böyle bir olayın meydana geldiği işitilmiştir.

3-Son olaylardan önce, Bitlis şehrini dolduran ve Türkçe konuşan Kürdlerden herhangi bir ailenin soy zinciri, nihayet dördüncü babada yakın ve uzak bir Kürd kabile ya da köyüne ulaşır.

4-Kasabanın mahalle taksimatı, kent sakinlerinin gelmiş oldukları yerler olan Kürd köy ve aşiretlerinin adlarını taşır. Kızılmescid ve Taş mahallelerinin yalnız genel adları Türkçedir, mahallelerin ayrıldığı birimler (örneğin Mermût, Geboller gibi) Kürdçedir.

5-Bitlis’te aile dili Kürdçe olduğu gibi, çarşı işleri de çoğunlukla Kürdçe cereyan eder.

6-Bütün medreselerin öğretim dili Kürdçedir.

7-Memlekette Türkçe okuyup yazanların tarihi kırk yılı geçmez. Daha eski tarihlerde Türkçeyi dil olarak bilen, yalnız Faik Han ve Müştak (Müştak Baba) gibi bir iki zat vardı.

8-Bitlis’te Türk dilini özel okul açarak öğreten zat, bugünkü Hizanî ailesinin ikinci babası olan rahmetli Hüseyin Fevzi Efendi’dir.

9-Şehirde bugün görünüşte yaygın bir yere sahip görülen Türkçenin nispeten pek kısa bir zaman içinde bu kadar genişlemesi, hükümet yönetiminde benimsenen sert baskıdan meydana gelmiştir. Gerçekte Kürdistan için sürekli bir felâket niteliğine sahip bulunan memurların zulüm ve despotluğundan, daha önceleri olduğu gibi vilâyetlerin kuruluşundan sonra da bir türlü insancıl ve uygarca şekle yaklaştırılamayan adaletsizliklerden insanların kendilerini ve ailelerini korumaları, en küçük maaşlı ve hatta fahrî bir memurluğa girmek için bile dil bilmek, hayatî bir zorunluluk halini almıştı. Resmî dil bakımından bu durum, sıradan insanlar için de ayniyle yürürlükteydi.

10-Genel hizmetler ve özellikle askerlik, dilin yaygınlaşmasında esaslı bir etmen olmuştur.

11-Şehir halkından Kürdçe bilmeyenler, son zamanın yeni okullarına devam eden gençlerden, ülkenin genel hayatına katılmaya vakit bulamayarak genç bir yaşta yurdu terk etmeye mecbur kalanlardır. Bunların miktarı da 10’lar hanesinin üzerine yükselemez.

12-Bitlis içinde Türk olarak, yalnız vilâyetin kuruluşundan sonraki döneme ait olmak üzere, görevlerine son verilmiş memurlar ve emekli subaylardan yerli kızlarla evli ve sayıları onu geçmeyen zatlar ile, daha eski bir ikamet tarihine sahip iki aile vardır. Bunlar da Kızılmescid mahallesinde oturan Şefkatli ve Zeydan mahallesinde oturan Siraclar ailesidir ki, bunlardan birincisinin nüfusu savaştan önce 16’ya ulaşmış, ikincisinin nüfusu ise 7’ye düşmüştü.

13-Savaştan önceki son sayıma göre Bitlis’in merkez ilçesinin genel nüfusu 35 000 idi.

14-Bitlis ili hakkında benzerlerine oranla en ayrıntılı ve güzel bir eser yayınlayan bir Rus generalinin dilimize de çevrilmiş bulunan incelemelerine göre de il içinde yalnız ’beş yüz’ Türk vardır.

15-Bitlis kasabası içindeki camiler, medreseler, türbeler gibi yapılar, tümüyle Bitlis Kürd hükümdarlarına ait olup, mimarlık biçimlerinde de Türk ve Arap stili dışında özelliklere sahiptirler’

Birinci Dünya Savaşı sırasında basımı durdurulan Bitlis Salnameleri, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte 1925 – 29 arası resmî ideolojinin ve beklentinin doğrultusunda içerikleri çarpıtılarak basılırlar. Örneğin 1892 Bitlis Salnamelerinde Bitlis nüfusunun iki ana toplumunu oluşturan Kürdler ve Ermeniler’e dair tüm detaylar nahiye, köy ve kazalar da dahil olduğu gibi paylaşılmışken, 1925 sonrası basılan yıllıklarda özellikle Şark Islahat Planı Kararları sonrası, Türklük ve Türkçe’nin hamasi ve milliyetçi bir anlatımla ön plana çıkarıldığı ve tüm tarih anlatımını bu çerçeveye oturtulduğu açıkça görülmektedir.

Bu salnamelerin yayımlanmaları daha sonra uzun bir dönem kesintiye uğramış olsa da 1960 ve 70’li yıllarda ’Bitlis İl Yıllıkları’ adı altında tekrardan bir dönem basılır ve dağıtılırlar.

Kadim Bitlis’in sosyolojisi, kültürü, kimliği ve geçmişine dönük inkâr, imha, çarpıtma ve asimilasyon politikalarının zirveye çıktığı dönem ise 1920’lerin sonu ve 1950 arasıdır.

’Türk ve Kürd kültürü arasındaki fark görünmez şekle sokulmalı ve onların tertip ettiği Şark geceleri, folklor ve kültür gayretleri maarif ve kültür sistemimize göre ele alınıp Türk kültürüne temsil edilmelerine çalışılmalıdır. Yeni teknik imkânlarımızdan faydalanarak neşriyat yapan üç dış radyonun dinlenmesine mâni olunmalıdır. Posta sansürü Kürd muhaberat ve neşriyatına karşı daha geniş ölçüde işletilmelidir. Bunlarla uyumlu olarak politik müdahale ve karıştırmalar da tertip olunabilir gizli ibareli raporlar ve tavsiye içerikli analizler valiliklere gönderilir. Bu kapsamda Bitlis merkezde Yurd Yolu adıyla 1938 yılında bir gazete de dahi çıkartılır.

’Yaradıcıların Yaradanı Atatürk’ başlığı ile çıkan bu gazetede, ’Türkçenin Meleklerin dili’ olduğu ve hatta Hz. Muhammed’in de Türkçe öğrenmeyi emrettiği yazılar yayımlanır.

1930’lardan itibaren Otoasimilasyon Bitlis ahalisi arasında devreye girer ve bu şekilde yetişen Bitlisli yerli ailelerin fertleri de kendi şehir ve aile tarihçelerini anlatım ve yazımlarda resmi söyleme paralel bir şekilde Sunni Müslüman – Türk – Orta Asya veyahut Ortadoğu odaklı olarak hep lanse etmeye yönelirler. Kimi mecburiyetten kimi de içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasi konumdan/ilişkiden dolayı böyle bir söylemi sürdürmek zorunda kalır.

Türk dili ve tarihi üzerine çalışmalar yapmış, Güneş Dil Teorisi’ni benimsemiş ve aralarında milletvekilliği de olmak üzere çeşitli resmi görevlerde bulunmuş olan Türkçü Hasan Reşit Tankut, 1940 yılında ziyaret ettiği Bitlis için şunları söyler:

‘12–13 sene evvel burada his edebildiğim Mir Şeref (Şerefxane Bedlisi) ruhunu bu sefer duymadım. Şerefname’nin sahifelerini ve onun içinde okunan Kürd destanlarını artık okumadıklarını veya daha az heyecan duyarak okuduklarını sanıyorum. Bu sefer Bitlisin çehresini oldukça muhlis buldum. ‘’Kürdçe konuşan vatandaşların sonuna kadar sadık kalacaklarına inanmanın henüz vakitsiz olduğunu arz etmeye mecburum. Bugün 13 sene sonra bu halkta duyduğum yegâne iyi şey Türk kuvvetine tapmak inancıdır’’

1925 sonrası Şark Islahat Planı doğrultusunda devletin aldığı yeni kararlar ile Türklerin dışında herhangi başka bir etnik köken ve aidiyete atıfta bulunulmaması şart koşulur ve valiliklere ’çok gizli’ ibareli tebliğler gönderilerek, hem yazılı ve hem de sözlü olarak başka hiçbir kökenin zikr edilmemesi özellikle belirtilir.

Kendisi de aslen Bitlisli olan ve hem başbakanlık hem de Cumhurbaşkanlığı yapmış İsmet İnönü’nün 1935 yılında yayımladığı ve ta 1980’lere kadar da aslında etkisinin devam ettiği ’Kürt Raporu’ndan Bitlis’e ait kısa bir paragrafı paylaşarak yazımı tamamlayayım.

‘Bitlis, Hizan ile Mutki arasında suni olarak daima devlet kuvveti ile vücuda getirilmiş bir Türk şehri, Türk merkezidir. Yine ancak devlet tedbiri ile bir Türk merkezi olarak durabilir. Bırakılırsa az zamanda bir Kürd köyü haline gelmesi ve bu suretle Mutki, Hizan, Şirvan, Garzan mıntıkalarının Türkçe işitecekleri bir yer olmaksızın birer kütle oluşturmaları muhtemeldir. Bitlis olmasaydı bizim onu yaratmamız icap ederdi.

Bu muhazaların neticeleri şudur: Bitlis´i kuvvetli bir merkez olarak, bir Türk yuvası ve kalesi halinde tutmalıyız. Bitlis halkı etrafındaki Kürt mıntıkaya hulül etmeye alışkındır. Onların bu hassası, Türk kültürü için bize bulunmaz bir yardımcıdır. Etrafındaki bir iki kaza ile Bitlis vilayetini sür´atle iade etmeliyiz. Eğer ufak bir endüstri merkezi yapabilirsek, iptidai maddelerin toplanma ve pazar yeri olarak Bitlis, Türk kültürü etrafında çok müessir olacaktır. Bu halde Bitlis, kuzeyden veya güneyden kültürel veya siyasal yayılmaya karşı esaslı bir müdafaa nokta-i istinadı kalır. Bitlis´in tarihi, bu vazife için emniyet vericidir’

* 1. Dünya Savaşı’na kadar Bitlis Vilayetinde konuşulan diller:

Kürdçe, Ermenice, Süryanice, Osmanlıca/Türkçe/Türkmence (Azerice), Rumca, Kıptice ve misyoner okullarında İngilizce & Fransızca.

Bitlis’in önünde bağlar hanıme le le
O yar oturmuş gül bağlar belalım le le
Bu dertlere dayanamam hanıme le le
Ne hestalar ne sağlar delalım le le

—————————————————-

Welat çi qas xweş û rind e keçikê lê lê

Mirov tê de serbilind e delalê lê lê

Yê me ne rez û ne pez e keçikê lê lê

Cih û warê me qet tune delalê lê lê

Baran Zeydanlıoğlu, 12 Eylül 2021

Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.