Bitlis’te beş minare olmadığı gibi, şehrin sembolü de kaledir.

Şehirlerin ya insan eliyle yapılmış yada doğal güzellikleri sayılan, bir veya bir çok sembolleri vardır. Kendilerine has mimarisi, tabiatı, silueti veya orada üretilen bir obje de o şehrin sembolü olabilir. Bitlis için konuşulması gereken de aslında, o muhteşem Bitlis Kalesi’dir. Kars’ın Kalesi gibi, Diyarbekir’in Surları gibidir önemi gerçekte.

Baran Zeydanlıoğlu, 7 Ekim 2018

Her bir Bitlislinin ‘nerelisin?’ sorusuna verdiği ‘Bitlisliyim’ cevabından sonra duyduğu ilk cümle, ‘Bitlis’te Beş Minare ha?’ sorusu veya ‘Bitlis’i bilirim’ tarzındaki o onaylayıcı klasik cümle olur. ‘Bitlis’te Beş Minare’!

Peki gerçekte var mıdır beş adet tarihi minare Bitlis’te?. Cevap: HAYIR

Çünkü aynı isimle Türkçe olarak seslendirilmiş bir türküden dolayı, Bitlis’te beş adet minarenin olduğu sanılmaktadır. Bitlis şehir merkezinde minareli cami olarak dört adet tarihi cami vardır: İlki 1492 senesinde Bitlis’in Kürd hükümdarı IV. Şerefhan tarafından yaptırılan Şerefiye Camisi’dir. Ardından Zeydan mahallesindeki Meydan, Ulu Cami ve Gökmeydan camileri diye bilinenler gelir.

1597’de Bitlis hükümdarı Şerefxanê Bedlisi tarafından yazılmış Şerefname’de, camilerle ilgili aşağıdaki satırlar da şöyle yer almıştır.

’Şehrin dört camiisi vardır. Bu camilerin biri eskiden

Ermeni kilisesiydi ve İslam ordularının burayı ilk fethetmeleri

sırasında camiye çevrildi; bu cami şimdi ‘Kızıl

Mescid’ adıyla bilinmektedir. Diğer bir cami de Selçukluların

eserlerindendir ve ‘Cami-i Köhne’ adıyla bilin-mektedir;

Başka bir cami daha vardır ki, Bedlis Hükümdarı

Emîr Şemseddin tarafından Gök Meydan’da

yapılmıştır. Dördüncü cami ise ‘Şerefiye’ adıyla bilinmektedir’

– Şerefxanê Bedlisi, 1597, Bitlis

Yaklaşık 60 sene sonra Bitlis’i ziyaret eden İstanbul doğumlu Türkolog Evliya Çelebi ise, şehirdeki camileri ‘Şerefeddin, Bedlis, Saraçhane, Debbağlar ve Şeref Han Camileri’ olarak saymış ve Debbağlar Cami için minaresi yok demiştir.

Tarihte Bitlis’te inşa edilmiş en eski ve ilk minareli cami olarak bilinen yapı ise, Kürd Merwaniler’den Ebü’l-Muzaffer Muhammed tarafından 1150 senesinde yaptırılmıştır, ki onun da orada var olan başka bir kilisenin üzerine inşa edildiği rivayet olunur. Ayrıca minaresinin daha sonra 1492 senesinde binanın yanına dikildiği, üzerindeki kitabeye atıfta bulunularak belirtilir.

Aynı dönemlerde yani 1600’lerin ortalarına doğru Bitlis’i ziyaret eden başka bir seyyah Katip Çelebi ise şöyle yazmıştır.

‘Şehrin ortasında taştan 21 göz köprü vardır. Dört büyük camii bulunur. Biri Camii Antik (Eski Cami) diğeri önceden Ermeni Kilisesi idi fetih sırasında mescid yapıldı Kızıl Mescid denir. Öbürü Gökmeydan diye bilinen yerde Emir Şemseddin Camii’dir. Yanında bir zaviye de vardır. ”Sonuncusu ise, Tarihçi Mir Şeref’in ceddi Şerefhan Camii’dir. HINIS: Bitlis’in bir nahiyesidir. Yaylaları vardır ki, Bingöl Yaylası en meşhurudur. Diğerleri Su şehri ve Cebel-i Şerefeddin’dir ki Mir Şeref’in ailesi ve ecdadı orada dinlenirdi.’

Peki ’Beş Minare’ türküsü ne zaman bestelendi?

Orjinali Kürdçe olan klasik bir ağıtın sözlerinin, 70’li yıllarda ’anonim türkü’ diye Türkçe sözlerle değiştirilerek seslendirilmesi ile başlıyor ’minarelerin ünü’. Büyük ihtimalle de sırf kafiye olsun diye sayı olarak beş ve içerik olarak da minare seçilmiş. Ondan sonra da zaten TRT’nin Yurttan Sesler Korosu da dahil, solistler ve Türk Halk Müziği sanatçıları tarafından da elli senedir dillerde olan bir türkü olmuş. Ha birde bu türkünün ’beri gel oğlan beri gel’ nakaratı ile anlatılan, ’1. Dünya Savaşı sırasında şehrin Rus işgaline uğramasından kaynaklanan Bitlisli bir baba ve oğlunun biribirlerinden ayrı düşmesinden dolayı yakılmış bir ağıttır’ rivayeti vardır ki gerçek değildir. Bu anlatım da bir efsaneden ileri gitmemektedir.

Bitlis’te tarih boyunca hüküm sürmüş tüm kavimlerin ikametgahı hep kale olmuştur. Asurlular, Urartular, Ermeniler ve en son Kürd hükümdarları Şerefxanlar, 800’lerden 1836 senesine kadar kaledeki saraylarında yaşamışlardır. En sonki Kürd Beyi olan Şerif Bey’in kaledeki sarayı terk edip, karşısındaki ŞERİF BEY TEPESİ’ne yaptırdığı sarayına taşınana kadar da, Kürd mirleri beyleri ve hanlarının yaşadıkları yer hep kale olmuştur.

Bitlis’ten geçmiş her bir seyyah, komutan, misyoner ve yazar, Bitlis’in bağ ve bahçelerinden, tek kemerli 21 adet taş köprüsünden de bahs etmiştir. Ancak ana odaklandıkları konu hep kalesi olmuştur. Heybeti ve asaletine sürekli değinmişlerdir.

1200’lerde Bitlis’a de uğrayan seyyah ve yazar Abülfida, kaleden ve kaleyi ayrıca dışarıdan çevreleyen surlardan bahseder. 1660’larda Bitlis’ten geçen Fransız seyyah Tavernier, kaleye iner-kalkar üç köprü ile girişin sağlandığını yazar ve şehrin Kürd hükümdarını kaledeki makamında ziyaret ettiğini anlatır.1847’de Bitlis’ten geçen başka bir Fransız yazar ve seyyah Laurens ise kalenin burçları, pencereleri ve tepesindeki sarayın harabelerini de tasvir eden bir gravür de yapmıştır.

Kürd Beylerinin 1840’lara kadar kaledeki darphanede kendi adlarına para da bastırdıkları düşünüldüğünde, kalenin hem Bitlis şehri ve ahalisi, hemde çevresi için ne denli önemli bir mekan olduğu tartışılmazdır.

Kalenin tam olarak ne zaman ve kim tarafından inşa edildiği bilinmemekle birlikte, Milattan Önce’ki uygarlıklardan olan Urartu ve Asurlular döneminden olduğu varsayımı daha büyük ağırlık kazanmaktadır. Her nekadar Şerefxane Bedlisi’nin 1597’de kaleme aldığı Şerefname’de belirttiği ’Büyük İskender ve komutanı tarafından yapılmıştır’ diye yazılmış olsa da, tarihçi ve arkeologlar tarafından bunun kabul görmediği ve zaten İskender’in güzergahı üzerinde de Bitlis’in olmadığıdır.

1800’lerde Bitlis’i ziyaret eden yabancıların hepsi şehirde dört veya sekiz kiliseden bahsederken, yirmiye yakın cami, medrese ve tekkeden bahsetmişlerdir. Minareli cami olarak herhangi bir seyyah veya yazar somut bir sayıdan bahsetmemiştir. Ayrıca Şerefname’d ’Köhne’ adıyla bahsedilen camı hakkında bir bilgi olmadığı gibi, öyle bir cami Bitlis’te de bulunmamaktadır. Minaresi olmayan Hatuniye camisinin bir minaresi olduğu rivayet edildiyse de, somut olarak olup olmadığı halen muammadır.

Tarihsel konumu, geçmişi, mimarisi ve oluşturduğu siluet açısından, Bitlis Kalesi’nin şehrin en önemli ana sembolü olduğu tartışılmazdır. Kalenin aslına uygun restore edilerek, şehrin yeni bir logo tasarımıyla birlikte, müze haline getirilmesi de şarttır.

1650’lerde Bitlis hükümdarı Abdal Han’ın konuğu olan Evliya Çelebi’nin kale tasviri ile yazımızı bitirelim:

’Evvela bu yüksek kale Dehdivan Dağı ile Avih Dağı arasında bir geniş taşlık öz içinde Avih Deresi solunda ve İskender deresi sağında bu iki tatlı nehrin bir araya geldiği yerde göklere doğru baş uzatmış bir yalçın kaya üzerinde şeddadi yapı gibi yontma taş ile yapılmış sağlam bir kaledir ki her katı taşı mengerûs fili cüssesi kadardır. Bu kalenin yapıldığı yalçın yüksek tepe iki nehir arasında sanki ada gibi vâki olmuştur. Ama gayet yüksek kayalardır ki kalenin kapısına 600 adımda ulaşılır, sarp yolu vardır.

Tamamı 670 adet kale bedenleridir. Bütün duvarları köşe köşe çıkıp her dirsek kulelei birbirlerini gözler ve her kule üzerinde gözetleme evleri vardır. Her tarafı göklere baş çekmiş cilalı sarp yalçın kayalardır. Kalenin büyüklüğü 4 bin adımdır. Bütün duvarlarının boyu seksener arşındır ve on arşın derinliği olan sağlam surlardır. Kale içinde 300 hane vardır. Kat kat Acem ve Rum tarzı güzel odalar ve hoş sofalar vardır, ki her birinin anlatılmasında insanoğlu acizdir. Hükümdar Abdal Han nice Mısır hazinesi harcayıp bu büyük sarayı Kaydefa Sarayı etmiştir. Bütün pencereleri ve cumbaları kalenin burçları üzerine yapılmış olup, bütün Bitlis şehri ve Dehdivan Dağı görülmektedir.”

Baran Zeydanlıoğlu, 7 Ekim 2018

Bitlisname sitesi kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.