1883 yılında vuku bulan ve Amerikan Misyoner Heyeti’nin İstanbul Merkezi raporlarıyla da doğrulanan olayın detaylarını, 1913’ün Nisan ayında Bitlis, Tatvan ve Van’ı da ziyaret etmiş başka bir Amerikalı seyyah ve yazar olan, William Warfield’ın 1916’da yayımladığı bir kitaptan öğreniyoruz.

Bu çeviri, William Warfield’ın ‘The Gate of Asia : A journey from Persian Gulf to the Black Sea’ adlı kitabındaki, Van ziyareti bölümününde iki ABD’li misyonerin Kürd Musa Bey tarafından dövülüp yaralandıklarına dair Doktor Raynolds’un ona anlattıklarını kapsamaktadır.  Çeviri eserin aslına sadık kalınarak yapılmıştır.

Derleyen ve çeviren: Baran Zeydanlıoğlu

Nisan 1913 – Van

Bitlis’ten geçip Tatvan’dan tekne ile Van’a ve iskelesinin bulunduğu Avantz’a geldik. Van’daki misyonerlik hizmetleri Amerikalı Dr. George Raynolds tarafından 1870 yılında başlatılmış. Bay Raynolds Amerikan İç Savaşı sırasında donanmada cerrahlık yapmış ve sonrasında eşi ile birlikte Türkiye’ye gelmiş. Yetmişli yaşların çok üzerinde olan bu sevecen iki yaşlı insan, halen dinç ve sağlıklı görünüyorlar. Tepelerde karların olmasına rağmen, Bay Raynolds her sabah göle yüzmeye gidiyor ve bu yaşlı beyefendi sahip olduğu o atak atıyla, bir süvari gibi bizlerle beraber dağ tepe demeden geziyordu. Birlikte gerçekleştirdiğimiz geziler sırasında, hem Amerikan İç Savaşı sırasında yaşadığı anılarını hemde buradaki Kürdler ve kendisi arasında geçen maceralarını anlatıyordu. Doktor Raynolds’un anlattığı bu maceralardan özellikle Kürd karekterine ışık tuttuğu için bir olayın tekrardan anlatılmasında fayda  var, ki değer de.

Yıllar önce Batı misyonerlik merkezlerinin birinde yapmış oldukları bir konferans dönüşü, doktor Raynolds ve beraberindeki Bitlis misyonerlik merkezinden George Knapp, geciktiklerinden dolayı yolda durup geceyi bir yerde geçirmek zorunda kalmışlar. Konaklamak zorunda kaldıkları köy, onların normalde durup konakladıkları köylen epeyi uzakta kalan ve haydutluğu ile tanınan Musa Bey’in köyüymüş. Doktor Raynolds ve Knapp’ın da konaklamak için bulunduğu mekana her zaman olduğu gibi meraklı Kürdler doluşup, duvarın dibin çömelmişler. Önemli ve mevki sahibi olmayan insanların önceden haber vermeden bu tür yerlere geldiklerinde tanınmaları, pek alışıla gelmiş bir şey değildir. Orada da aynı şey olmuş ve mekanın hizmetkarlarından birinin Dr. Raynolds’un kulağına eğilerek, salonun karanlık bir köşesinde oturanlar arasında Musa Bey’in kendisinin de oturduğunu fısıldaması ile, Dr. Raynolds’un nasıl şaşırıp afalladığını düşünün artık. Bu durumun iyiye işaret etmediği aşikar olmasına rağmen, Dr. Raynolds vaziyeti kurtarmak adına hemen bir nezaket göstergesi ve jest olarak Musa Bey’e bir fincan çay göndertmiş. Ancak artık çok geç kalınıldığından ve Kürd’ün öfkesinin de uyandığından, Musa Bey kırgın ve darılmış olarak elinin tersiyle çayı red edip oradan ayrılmış.

Misyonerler ertesi gün köyden atları ile ayrılmışlar. Dr. Raynolds önde olmak üzere dik bir yamaçtan aşağıya doğru yol alıyorlarmış. Birden bire iki kişinin, neşeli ve şarkı söyleyerek onlara doğru geldiklerini görmüşler, ancak birinin elindeki kılıcı onlarla karşı karşıya gelinceye ve Doktor Raynolds’un kafasına kılıcı indirene kadar fark etmemişler. Doktorun iri yapılı ve direnme onusunda inatçı olması, ona kılıç ile vuran Kürd’ü daha da çileden çıkardığından, kılıç darbelerini ikiye katlayıp doktora daha hızlı hızlı vurarak onu yere yıkmış. Aynı anda bay Knapp da yere yatırılıp ve elleri bağlanmış.

Saldırganlardan biri olan, ki artık onun Musa bey olduğu biliniyor, bu kişi kurbanları olan misyonerlerin ellerini ve gözlerini bağlayarak, güzergah yakınındaki kayaların arasına bırakmaya karar vermiş. Gözleri bağlanırken Dr. Raynolds mendil ile bağlanmasını istemiş, ki bu şekilde kafasının arkasından boşalan kanın durmasını sağlamış. Biribirlerine bağlı şekilde olan bu iki misyoneri daha sonra kayalar arasındaki bir boşluğa bırakarak, kaderlerine terk etmişler.

Henüz ölmeye karar vermemiş olan Dr. Raynolds, bir şekilde kendi ellerini çözmeyi başararak diğer bağlı olan arkadaşına yardıma başlamış ki, gözleri bağlı olan Knapp onlara saldıranların geriye geldiklerini düşünerek canı için dua etmeye başlamış. Akadaşını sakinleştirip ikna ettikten sonra, bırakıldıkları yerden çıkıp güzergah üzerindeki patikaya geri dönmüşler. Gördükleri ilk şey, onlara ait valizlerin olduğu yere bırakıldığı ve onlara hiç dokululmadığı olmuş.

Biraz yürüyerek ulaştıkları yakındaki bir köyde, yoldan geçen bir kervan tarafından bulunarak bu köye getirilmiş olan Dr. Raynolds’un atını da görmüşler. Atın üzerindeki cepli eyerin olduğu gibi kalmış olması ve içinde de doktorun tıbbi çantasının bulunması, o an için en sevindirici ve zaruri olan bir durummuş.

Yaşlı bir köylü kadının onlara temin ettiği bir el aynasının yardımı ile doktor kendi yarıklarını dikmeye koyulmuş. Kafasında, kolunda ve yüzünde çok ciddi kesikler oluşmuş ve hatta burnunun bir parçasının da kesilmiş olarak, kopmak üzere sallandığını görüyormuş. Bütün yaralarını dikebilen doktor, mendil ile kanının akmasını durdurmayı başardığı kafasının arkasındaki o yarayı tek dikemediğinden, arkadaşı Knapp’dan yardım etmesini istemiş. Ancak elleri titreyen Knapp yarayı tam olarak dikememişse de, idareten ve kötü bir şekilde haletmiş. Neyseki tüm bu yaraları bir kaç gün içinde iyileşerek toparlanmışlar ve misyonerler de yola koyulmuşlar.

Bizler zaten önceden Dr. Raynolds’un burnundaki yara izini fark etmiştik. Başından geçen bu hadiseyi bizlere anlatan Raynolds, şapkasını çıkartıp kafasının arkasındaki o yara izini de bize gösterdi. Bu hadise tabiki bizim ABD hükümeti tarafından ciddiye alınarak, Türk Hükümeti’inden onbin dolar tazminat alınmış. Türk Hükümeti ayrıca, hem bu hadiseden, hemde başka hadiselerden dolayı kaynaklanan maddi zararları telafi etmek için, zararların tüm ederini, o dönem bir Askeri tersanede inşaa edilen savaş gemisinin fiyatına  ekletmiş.

Derleyen ve çeviren: Baran Zeydanlıoğlu – 6 Mayıs 2018

Kaynak : Sayfa, 270 – 273, ‘The Gate of Asia : A journey from Persian Gulf to the Black Sea’, William Warfield,  1916, New York & London,