”Asimilasyon olgusu, son iki asrın en büyük cinayetidir! Bu asimile olmuş taklitçiler ise ne kadar gülünç cinayetlere sebep olmuşlardır, onlara onları benzemeyi bile becerememişlerdir! Bir de gidip fikir olarak bunlara uyanların kimler olduğuna bir bak! Düşünmesi bile korkunç!” (Ali Şeriati)

Nimetullah ATAL

”CUMHURİYET HALK PARTİSİ BÖLGESİ MÜFETTİŞLİĞİ

21/09/1940 tarih ve 8/1874 sayılı yazının karşılığıdır.

Eylül’ün 29’unda Adana’dan ayrılarak Malatya üzerinden Diyarbakır’a geldim. Van mebusu İbrahim Avras Malatya’da bana kavuştu. Ayın 30’unda Birinci umumi müfettişi ile görüşüp konferans sırasını ve günleri tespit ederek mahallerine tebliğ ettik.

Birinci teşrinin (Ekim) ikisinde Siirt’e geldiğim zaman herşeyi hazırlanmış buldum. Vali ve Halk evi reisi şuurlu ve arzulu bir alaka ile eksik taraf bırakmamıştı. Ertesi günü gündüz saat 4’de halkevinden hemen bütün Siirt beni dinliyordu.

Birinci teşrinin 5’inci günü Bitlis Halkevin’de konuştum. Şehrin çok dağınık ve halkın hemen hepsinin oruçlu olmasına rağmen burada oldukça kasif bir dinleyici kitlesi vardı. Van Gölü vapurunun postası tesadüf ettiği için hemen o gün yola çıkarak ertesi günün sabahı Van’a indik. Van’ı da hazırlanmış buldum. İyi bir tesadüf olarak merkezi Van’da bulunan Tümen’in alayı da o gün oraya geliyordu. Bu suratle Halkevinin içinde ve dışında kasif bir dinleyici kitlesi toplandı. Tüm komutan General Asım, mahiyeti, alay komutanları ve subayları da tamamen hazır idiler.

Ayın 8’inde Muş’da konuştum. Muş valisi daha geniş vakit bulduğu için daha iyi bir testip alabilmişti. Dört vilayet merkezinde de konuşmalarım iyi neticeler verdiğine inanıyorum.

Dört vilayet merkezinde de konuşmalarım iyi neticeler verdiğine inanıyorum. Muhiti iyi tanıdığım için, konuşmamın izah ve tanvir kısmını seviyelerine ve ikna kısmını mantıklarına göre şekillendirdim. Duygulandırmayı her vilayete göre ayrı çeşitte yaptım. Dağılırken: Halkın çehre ifadesi ve bir birilerine konuşma tarzı ferahlandıklarını ve inandıklarını gösteriyordu.

İstila, mühacarat ve iğtişaş görmüş olan bu vilayetlerin halkında, şuur ve altında merkezlenmiş ümitsizliğin artık müessir olmaktan çıktığını şu sıralarda onları aydın ve ümitli tutmak elbette ki çok lazımdı. Partimizin bu seferki tahvir teşebbüsü büyük bir ihtiyacı karşılamış bulunuyor. Bu arada beni de hatılayıp vazife vermesinden dolayı Yüce Genel Sekteretliğie teşekkür ederim.

Bu seyahatı yaparken izlenim edindiğim intibaları da kısaca art etmeyi vazife sayarım.

Bu sahayı 26 senesinden 30 yılına kadar her sene hiç olmazsa iki defa gezmiştim. Halkını her halleriyle tanırım. Siirt Vilayeti merkeze bağlı 13 Arap köyü çıkarılırsa baştan başa Kürtlerle meskundur. Asırların bu mntıkada üst üste yığdığı çeşitli etnik grupların kaynaşmasından haşin,bencil,ürkek çabuk kızar, çabuk öldürür ve sadece kuvvete tapar bir karakter husule gelmiştir.

Bu gün 13 sene sonra bu halkta duyduğum yegane iyi şey (Türk kuvvetine tapmak inancıdır) Onlar artık Cumhuriyetin sarsılmaz ve yıkılmaz olduğuna inanmışa benziyorlar.

Siirt’in Tillo köyündeki tekkenin kapısı kapanalı beri bu Kürtlerin basiret gözü açılmış bulunuyor. Ve tüccar olduğu kadar ‘tanperver’ olan Siirt şehri onları ayaklandırmakta menfaat görmüyor. Hükümet kuvvetli ve hakim olduğu müddetçe bütün propagandalar ve tahrikler bu vilayet içinde münferit şakavat ve sui kasıt teşebbüslerinden başka hiç bir muvaffakiyet elde edemez. Fakat bu vilayetimiz Türk Milletinin bir parçası olduğuna henüz inanmış değildir. Burası Ankara’ya takdir ve hayranlıkla bakıyor. Fakat gönlünden bir zerre bile vermiyor. Binaealleyh endişeli günlerinde bu mıntıka için fazla dikkat ve ihtiyat ayırmak lazımdır.

Siirt’in bu karakteristiğini Bitlis şehrine kadar takip edebiliriz. Şafii mezhebinin gevşemez disiplini altında ezilmiş olan ‘Türk Dilli Bitlisliler’ vatan muhabbetini din ve ayin çerçevesinden sıyırıp çıkaramadıkları için Türklüklerini ancak bir derviş vecdi içinde taziz edebiliyorlar. Fakat artık onlar Ankara’ya yönelmişler. Birkaç sene sonra, ileriye doğru beş on adım, onları da bir Sivas, bir Kayseri Türk’ü yapabilecektir. 12-13 sene evvel burada his edebildiğim Mir Şeref ruhunu bu sefer duymadım. Şerefname’nin sahifelerini ve onun içinde okunan Kürt destanlarını artık okumadıklarını veya daha az heyecan duyarak okuduklarını sanıyorum. Bu sefer Bitlisin çehresini oldukça muhlis buldum.

Rahva boğazından sonra Van Denizi sahilinde Cumhuriyetin kurduğu yani ‘Tuğ’ kasabası Türk için de Kürt için de bir kolordu kuvvet ve kudreti gösteren bir varlık halini almıştır.

Buradan sonra bütün Van sahili kasabaları Van ve Muş merkezleri hep Türk dilli olduğu için oralarda birden göze çarpan fikir ve seviye yüksekliğine hayret etmedim. Beni dinleyenler kelimeye yüklettiğim mananın kıymetini ve maksadım harimine benim duygularımla nüfuz edebiliyorlardı.

Bitlis’te resmi bir tören kutlaması.

Van ve Muş Vilayetlerinin hatta Türkçe konuşmayan kasabalarından bile herhangi bir şekilde endişeye mahal olmadığını tahmin etmek istiyorum. Bunlar şayet döğüşmek lazımgelirse dönderdiğimiz yerlerde her vatandaş gibi döğüşecek ve yurtlarında kalan ‘okunamadı’ harp icaplarına tamamen uyacaklardır. Fakat Kürtçe konuşan köylere gelince onların için kati bir fikir edinmem kabil olamadı. Muş ovasında rastlayıp konuştuğum bir köylünün sözleri enteresan olduğu için naklinde fayda mülhaza ettim.

-Ağa nerelisin?

-Kürtçe olarak

-Aha bu köydenim.

-Türkçe konuşamıyormusun?

-Kolum sakat askere almadılar öğrenemedim.

-Hangi aşirettensin?

– Aşiretim yok ben arabım.

* Bunlar vakti ile Muş ovasında kalmış ve Kürtlüğe intibak etmiş Huyut koludur. Arapça’yı yarıdan fazla unutmuşlardır. Mevcutları 300-400 evdir.

– Bu civarda Yezidi var mı?

-Hayır

-Gavur var mı?

-Hayır

-Ağa var mı?

– Hayır

– Hamdolsun ağa yok ağa olsa idi, Benim bir çift öküzüm olurmu idi? Ve olsa idi onlarla yük taşıyıp ticaret yapabilirmiyim. Yasa idim kazandımı yiyebilirmiydim. ( Bu Kürtçe mükalemede Van mebusu İbrahim Arvas bana yardım etti.)

Kürt: önce Gavur ve Yezidi’den nefret ediyordu. Şimdi onlara ağayı da katabildimi?

Bu genç Huyutlunun sözleri bir ağa nefreti ifade ediyorsa da tek misal olarak kaldığından benim için bir iddeasası teşkil edemez.

Gezdiğim sahada Etno Politik bakımdan esaslı şeyler tetkik etmek fırsatını elde edemedim. Garp hudutlarımızda zaıf düşecek kadar uğraşırsak, şimalden veya cunuptan kuvvetli hamleler ve tazyikler başlarsa buraların halkı elbette ki 15 sene evvelki kadar toplu ve geniş bir muhalefet hareketi yapamazlar. Kımıldatıcı ve toplayıcı elemanların azaldığı ve fertlerin ruhen az çok değiştiği anlaşılıyor. Böyle olmakla beraber Kürtçe konuşan vatandaşların sonuna kadar sadık kalacaklarına inanmanın henüz vakitsiz olduğunu arz etmeye mecburum.”

Değerlendirme:

Asimilasyon politikalarının tarihi II.Mahmud dönemi 1830’lara denk gelmektedir. Sistematik bir şekilde asimilasyon politikaları bu tarihten itibaren Kürt şehirlerinde uygulamaya koyulmuştur. Geleneksel Kürt beyliklerinin ortadan kaldırılmasıyla Kürt şehirleri vilayetlere ayrılıp İstanbul merkeze bağlanmıştır. İstanbul merkezden idare edilen şehirlere görevli olarak devşirme valileler ve memur atamaları yapılmıştır. Bu valiler ağırlıklı olarak Balkan kökenliydiler.

1900 sonrası İttihat ve Terraki (Jön Türklerin) güçlenmesiyle beraber asimilasyon politikaları maksimum seviyeye çıkmış, Kürtlerin dil ve dinleri büyük baskı ve tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Nitekim bu baskı ve tehtitlerden ötürü zaman zaman Kürtler arasında ayaklanmalar meydana gelmiştir. 1914 yılında, Bitlis’te meydana gelen ve Mela Selim, Şeyh Şahabeddin, Seyyid Ali öncülüğünde başlatılan ayaklanma bu baskılara verilmiş bir yanıttır.

Cumhuriyetin ilanıyla beraber Kürtlere yönelik asimilasyon politikası devletin resmi faaliyeti haline gelmiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kürt şehirleri ve sosyal durumla ilgili sürekli raporlar hazırlamış ve bu raporlara göre adımlar atılmıştır. 1931’de kuruluşu ilan edilen Türk Tarih Kurumu, Kürtler hakkında özel çalışmalar yürütmüştür. Kürtlerin ‘’Her bakımdan Türk’’ olduğuna dair tezler hazırlanmıştır. ‘Kart-Kurt’ söylemi bu kurumun tezlerinden biridir.  1932’de kurulan Halkevleri aracılığıyla, hazırlanan bu tezler kitaplar halinde Kürt merkezlerine gönderilmiş ve halka aktarılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği tarafından görevlendirilen özel öğretmenler, Kürt aileleri ve gençleri üzerinde korkunç bir asimilasyon politikası yürütmüştür. Kürt kimliği ‘öcü’ olarak aktarılmış, bunun karşılığında Türk kimliğinin ‘çağdaş’ bir kimlik olduğu sürekli anlatılmıştır. Buna itiraz edecek mekanizma (muhalefetin) olmaması asimilasyon politikasının amacasına ulaşmasında büyük bir etken olmuştur.

Hasan Reşit Tankut’un faaliyetlerine dönecek olursak,

Tankut’un kendi söyleminden anlaşılacağı üzere Kürt merkezlerini belirli dönemler ziyaret ederek halkın durumu hakkında raporlar hazırlamıştır.  Tankut’un faaliyet alanının Siirt ,Bitlis,  Muş ve Van olduğunu anlıyoruz. (Örneğin, Sıdıka Avar isimli bir öğretmenin görev alanı Dersim, Bingöl, Elazıp bölgesiydi)

Siirt bölümünde vurguladığı  ‘’Türk Milletinin bir parçası olduğuna henüz inanmış değildir.’’ Cümlesi, asimilasyon politikasının yetersiz olduğuna yapılmış bir vurgudur. Nitekim, raporun ileryen kısmında ‘Devlet daha ciddi tedbir almasını’ ifade etmektedir.

Bitlis bölümünde vurguladığı ‘’12-13 sene evvel burada his edebildiğim Mir Şeref ruhunu bu sefer duymadım. Şerefname’nin sahifelerini ve onun içinde okunan Kürt destanlarını artık okumadıklarını veya daha az heyecan duyarak okuduklarını sanıyorum. Bu sefer Bitlisin çehresini oldukça muhlis buldum.’’

Tankut’un kendi ifadelerinde yer alan cümlelerden anlaşılacağı üzere 1928-1929 yılları arasında Bitlis’i ziyaret ediyor. Şerefname hakkında söyledikleri oldukça önemlidir.

Şerefname, Bitlis Hükümdarı Şerefxane Bedlisi tarafından 1597 yılında yazılan Kürt tarihini anlatan kitaptır. Bu kitapta Kürt hükümdarlıklarının tarihiyle beraber Kürtlerin sosyal yaşamları üzerine önemli bilgiler yer almaktadır. Bitlis bölümünde, Kürtlerin son derece eğitimli ve Bitlis’in bir eğitim yuvası olduğunu aktarmakla beraber, Bitlislilerin son derece cesur ve Kürtler arasında ‘en iyileri’ olduğunu belirtmiştir. Bitlis’in genel tarihini anlatırken, Kürtlere dair bir çok destanı (savaşlar) ayrıntılı bir şekilde kaleme almıştır.

Şerefname, Kürtlerin kimliğidir. 100 yıl önce Şerefname üzerinde var olan bu baskı günümüzde meyvasını vermiştir. Kürtler arasında Şerefname oldukça az okunmaktadır. Özellikle, Bitlis’te bu okuma daha da düşüktür. Kürtler, atalarının inşa ettikleri medeniyet ve kültürden habersiz bırakılmışlardır. Asimilasyon tamamen vücut bulunca, insanlar geçmişe yönelik herhangi bir aidiyet hissetmemekteler. Geçmişle bağı kopan Kürtler, efsanelere inandırılmış ve bu efsaneler bağlamında yetiştirilmiştir. (Halkevleri’nin faaliyetleri ve Buhara efsanesi raporla sonra izah edeceğim)

Tankut’un Mir Şeref olarak bahsettiği kişi gene Şerefxan Bedlisi’dir. ‘’Mir Şeref ruhunu bu sefer duymadım.’’ Derken Kürtlerin, Kürt olmanın ruhunu kaybettiklerini belirtmiştir ve bundan duyduğu memnuniyeti ifade etmiştir.

Muş bölümünün sonunda kurmuş olduğu şu cümle ‘’Kürtçe konuşan vatandaşların sonuna kadar sadık kalacaklarına inanmanın henüz vakitsiz olduğunu arz etmeye mecburum.’’ Oldukça önemli bir cümledir. ‘’Yüce Parti Sekteterliği’’ Kürtlere hiç bir şekilde güvenmemekle beraber, Kürtler üzerinde eşi benzeri olmayan bir sindirme politikası yürütmüştür.

‘’Bu gün 13 sene sonra bu halkta duyduğum yegane iyi şey (Türk kuvvetine tapmak inancıdır)’’ Kürtler, baskı ve zulümle yeni düzene ‘biat’ ettirilmiştir.

 ‘’Cumhuriyet Dönemi Asimilasyon Politikaları’’ başlığı altında değerlendirmelerim devam edecektir.

Tankut Kimdir?

Hasan Reşit Tankut (d. 1891, Elbistan – ö. 18 Şubat 1980), Türk tarihçi ve siyasetçi.

Şam İdadisini ve Mülkiye Mektebi’ni 1913 yılında bitirdikten sonra, Sivas İli Maiyet Memurluğu, Sivas İli İlkokullar Müfettişliği, Niksar, Artova ve Erbaa Kaymakamlıkları, İstanbul Polis Müdürlüğü 3. Şube Müdürlüğü, İstanbul Polis Müdür Muavinliği, Mülkiye Müfettişliği görevlerinde bulundu. Kurtuluş Savaşı’na katıldı. IV. Dönem Muş, V., VI., VII.ve VIII. Dönem Kahramanmaraş, IX. Dönem Hatay, XI. Dönem Mardin Milletvekili olarak TBMM‘nde görev yaptı.

Türk Dil Kurumu kurucuları arasında yer aldı, 1935-1950 arasında kurumda ikinci başkanlık Etimolojik ve Lingüistik Filoloji Kolları Başkanı ve Genel Sekreteri olarak çalıştı. 1936-1940 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı.

İsmet İnönü, Şark Seyahati Raporu / 21 Ağustos 1935

Bir kaç maddesi:

  • Kürtler asimile edilmelidir. Kürt çekim kuvvetine karşılık Türk merkezleri oluşturulmalıdır.
  • Kürtlerin etkisini azaltmak için Karadenizden buraya muhacirler getirilmelidir. Örneğin Van’a yerleştirilen Karadenizli Türklerden söz ederek onların memnun edilmelerinin sağlanmasını ister. Böylece diğer muhacirlerin Kürt bölgelerine gelmeleri kolaylaştırılmalıdır.
  • Kürtlerin bulunduğu yerlerde henüz okul açılmamalı, açılacaksa Türkler için okul açılmalıdır, ikinci planda Kürtleşmiş fakat Türkçe’yi çok daha çabuk öğrenebilecek yerlerde açılmalıdır.

KAYNAK:

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri

İsmet İnönü, Şark Seyahati Raporu İİV

Bitlisname.com kaynak gösterilmeden yayımlanamaz.