1- İddia edildiği gibi, Kürtleri Osmanlılara yaklaştıran temel neden “ din ve mezhep” sorunu değildir.

Çünkü Kürt Mîrliklerinin ( Statü) hemen tamamı (1460/1500’ döneminde)son 40 yıldır kendileri gibi Sünni olan Akkoyunlu devletiyle savaştılar ve savaşarak onları baba ve atalarının yurdu olan Kürdistan’dan kovdular.

Şakir Epözdemir

Kürtler, Şah İsmail’in Mukriyan ( Mahabad ) Sünnî bölgesinde yaptığı baskı ve şiddete rağmen ve Cizre’nin üzerine 3 defa ağır seferler düzenlediği halde; Cizre Emiri Şah Ali Bey de dâhil 12 Kürdistan Emir ve Melikleri, Şah İsmail ile konuşmak ve kendi statülerini garanti altına almak üzere ayağına gittiler.

Kürtler Şah İsmail’i kendilerine yakın gördüler, O’nu dost ve akraba hissettiler. Daha önce bazı Kürt Beylerine vermiş olduğu sözünde duracak diye düşündüler ve güvenerek gittiler. Ama Şah İsmail Kürt Önderleriyle ittifakı müzakere edeceğine Mîrleri tutuklattı, hepsini zincirlere vurdu ve acımasız komutanlarını Kürdistan’ın istilasıyla görevlendirerek Kürdistan kale ve şehirlerini işgal etti.

Kürtler Karakoyunlularla dost geçiniyorlar. Karakoyunlular Alevi, Kürtler Akkoyunlularla savaşıyorlar ama Akkoyunlular Sünnîler.

Kürtlerin ezberlerini bozmak ve Kürtlerle Kürdistan’da yaşayan Alevi ve gayri-Müslimlerin aralarına nifak sokmak için bu iddialar sinsi ve uyduruk iddialardır. İnsanların özgürlüğü dinden imandan ve her şeyden önce gelir. Kürtler tarih boyunca özgürlüğü ve kendi kendini yönetmeyi öne almışlardır.

2- Kürtler için önemli olan Safevi ve Akkoyunlular öncesi gibi eski meşru haklarına kavuşmak ve kendi bölgelerinde, kendi ülkelerinde, kendi kendilerini yönetmekti.

3- İddia edildiği gibi “Osmanlılar Çaldıran savaşından sonra Kürtlere bazı haklar tanıdı” söylemi inciticidir, Kürtleri küçük düşürücüdür.

Kürtler Osmanlılarla şartlı bir antlaşma yaptı, Osmanlı Sultanı da Koçhisar Savaşından sonra beyaz kâğıtları mühürleyip imzalayarak İdris-i Bitlisliye yollayıp, “ bizimle beraber hareket eden Beylerin durumu senin bilginde olduğundan, her Beyin eski durumları ne şekilde ise o şekilde rütbelerini, unvanlarını ve haklarını bu kanunnamelere geçir” dedi.

İrsi haklar geleneksel ve o zamana göre evrensel haklardır ve bu meşru haklar Mîrlere eski unvan ve rütbeleri gözetilerek kanunnamelere derç edilmiştir. Kürtler, Osmanlı Devletinin tebaaları değiller. Şartlı müttefikleridirler.

4- Osmanlılar bir takım aşiret önderlerine bazı haklar tanıdı deyimi hem kasıtlı ve hem de mideyi bulandırmaktadır.

Kürt-Osmanlı İttifak sürecinde ‘aşiret’ deyimi kullanılmamıştır Mevlana İdris ve Sultan Selim Han’ın yazışmalarından, Bıyıklı Muhammed Paşanın raporundan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Emr-i Şerifinden böyle anlıyoruz. Beylik Statüleri olmayan yörelerde ‘Mîr-î Aşiret ve Mîr-î Ulus Aşiret” Statüleri sonradan hayata geçmiş olmasına rağmen genel olarak bu Statüler Göçebe Kürt Aşiretlerine mahsus Statülerdir. Osmanlılar, Göçebe aşiretlerini disiplin altına almak ve bir düzene sokmak amacıyla 400’den fazla aşirete bu Statüleri vermiştir.Bu konu iyice araştırılmalıdır. Bu Statülerin Mîrlikler alanının yani Merkezi Kürdistan’ın dışında cereyan ettiği kolayca görülecektir.

Antlaşmaya ve işin başında yazılan kanunnamelere göre Statü merkezleri Kürdistan şehirleridir. Beyliklerin İdare merkezleri en ufak birimlerde olsalar dahi o merkezlerin statüleri vilayet pozisyonundadır. Bunun için Şeref Han yazdığı Şerefname de Bitlis’in yanı başındaki Derzin, Girdikan ve Késan gibi yerleşimleri vilayet olarak göstermekte, bağımsız beyi olmayan Siirt ve Muş birimlerini nahiye olarak vermektedir.

Hemen bütün Statü merkezlerinde zamanın bilimlerini okutturan Üniversite seviyesindeki medreseler de bütün Kürdistanlılar Kürtçe olarak eğitim gördükten başka, gayri-Müslimlerin de ayrıca kendi dilleriyle manastırları, ibadethaneleri ve kültürel hakları eksiksiz bir şekilde yürürlüktedir. Osmanlıdan önce de bu durum aynen bu şekilde işliyordu.

5- “Osmanlılar Çaldıran Savaşından sonra Doğu Anadolu’yu da ilhak etti, işgal etti, fethetti, yönetimine kattı” gibi söylemler yanlıştır. Kürtleri derinden inciten haksız ve yersiz bir iddiadır.

İttifak Sözleşmesine Göre 1- Osmanlı Devleti Kürtlerin evvelden beri irsi hakları olan ve atalarından kalan Statülerini kabul edecek, 2- Kürt Yönetimleri Savaşlar da Osmanlıları destekleyecek, Kürdistan’a yapılacak dış müdahalelere karşı Osmanlılar Kürtleri ve Kürdistan’ı koruyacak ve3- Kürtler her yıl Osmanlılara bir miktar vergi verecek. 4- Bu Antlaşma Yavuz Sultan Selim Han ile ona boyun eğen Kürt Beyleri arasında akdedilmiştir. Şimdiki dünya da ABD ye boyun eğmeyen kaç tane devlet vardır? Elbette Sultan’ın şanına uygun bu madde olacaktı. Ama kesinlikle Kürtler Osmanlının sıradan tebaası değillerdir.

Bütün akademisyenlere soruyorum: II. Sultan Mahmut Döneminden önce Osmanlılar Kürt Yönetimlerinden vergi aldı mı? Yine bu döneme kadar Kürdistan’dan asker topladı mı? 330 yıl boyunca Osmanlının Kürdistan’dan aldığı askeri destek, seferlere Kürt Kuvvetlerinin katılışları sağlamak, maddi yönden ise Osmanlı Ordusunun İran’a veya Irak’a sefer düzenlediğinde yol güzergâhındaki Beylerden “Ulefa veya birkaç akçe” desteğini alarak, onları da sefer ganimetlerine ortak etmekti. Çoğu zaman Osmanlılar Kürdistan Beylerinin Medrese, cami, köprü, Han-Hamam gibi projelerini desteklemişlerdir. Ayrıca Osmanlılar Gürcistan, Erivan, Azerbeycan sınırlarını zorlayarak bu bölgeyi İran’dan aldıkça bu bölgelerin yönetimleri başına Kürt asilzadelerini getirmekteydi.

II. Sultan Mahmut’la, Nizamî Cedidiyle, Tanzimat Fermaniyla Osmanlı Devleti Kürdistan’ı Sömürgeleşmeye ve bütün Statüleri ortadan kaldırmaya başlayarak İttifak Sözleşmesini, Kanuni Sultan Süleyman’ın Emr-î Şerifini ve de Osmanlı kanunnamelerini çiğneyerek kendi sonunu getirdi. Kendi sonunu getirse yine iyi, eşi benzeri olmayan acımasız ve inkârcı bir sistemle bizleri baş başa bırakıp gitti. Bu hatayı Kürtler yapmadı, Bu haksızlığı göye reforumcu ve hayalperest Osmanlılar tarafından yapıldı.

Şunu da ilave etmemde fayda vardır. Eğer Kürdistan’ın o seçkin önderleri Sultan Selim Han’a boyun eğdilerse, bu boyun eğme olayı o zamana göre bir gelenektir ve hem de Şah İsmail Kürt Önderlerini buna mecbur bırakmıştır. Kürtler Şah İsmail’in ayağına gittiler ve böyle bir antlaşmayı kendisi ile yapmayı amaçladılar.” Biz kimseye boyun eğmeyiz” diyorsanız, politikayı bilmiyorsunuz demektir.

6- Kürdistan Yönetimlerini “Merkezileşme, modernleşme ve kapitalistlere Pazar bulma” iddiaları da gerçekçi değildir.

Onlarca ülke, millet ve kültürlerden meydana gelen bir imparatorluk, kurulu düzeni olan Statüleri tasfiye ederek neyi merkezleştirecek. İngiltere, Almanya ve Çarlık Rusya’sı gerçekten Osmanlıların yaptıklarını mı yaptılar? Osmanlılar Kürdistan ve Arabistan’a Özgürlükler tanıyarak ve Kürdistan Statülerini birkaç nokta da birleştirerek koca bir devlet kurmayı neden düşünmediler? Bu koca İmparatorluk Federe – Konfedere bir devlet olamaz mıydı? “Adem-i Merkeziyet” fikirleri ve görüşleri konuşuluyor ve her şeyin İstanbul’dan idare edilemeyeceği biliniyordu. Kapitalizm Kürdistan’ın otoritesiz yıkıntılarında mı Pazar bulacaktı? Bunlar gibi onlarca soru işaretleri kendi mantıklarını çalıştıracak Kürt akademisyen gençlerin önünde duruyor.

7- Osmanlılar Kürt Otonom Beyliklerini parçalayarak sayılarını artırdılar ve Kürtler bu yüzden biri birleriyle uğraşa vuruşa darmadağın oldular” iddiaları da yanlıştır.

Parçalanan 3 – 5 Beylik varsa ( Hasankeyf, Çemişgezek gibi) kendi rızalarıyla ayrılmışlardır. Mirliklerin çoğalması Kürdistan coğrafyasının genişlenmesi, Kürtlerin tekrar otantik topraklarına kavuşmasıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlılar doğal olarak bu geniş topraklara Kürt Yöneticilerini yerleştirmiş ve Kürt- Osmanlı İttifak şartnamesine, yani “Selimi Divanı Esaslarına” göre düzenleme yapmıştır.

8- “ Kürtler Osmanlı dönemi boyunca serhatları kendi güvenlik güçleri ile korudular” söylemi doğru ama eksiktir.

Kürtler Balkanlar da, Arabistan da hatta Afrika da bile kendi özel kuvvetleriyle Osmanlı Komutası altında tıpkı bir NATO devletinin kuvvetleri gibi, Müdahale nereden gelirse gelsin Osmanlıların yanında yer almış ve savaşlara katılmışlardır.

9- “ Osmanlılar Kürt Sünni Beylerine bazı imtiyazlar tanıd” deyimi büyük bir yalandır.

Osmanlı kanunnamelerinde Cizre, Bitlis, Hasankeyf veya Palu’ya hangi haklar tanınmış ise, Alevi Bölgesi Başkenti olan Çemişkezek Beyliğine de aynı hakları kanunnamelere geçirilmiştir. Kesinlikle Alevi-Sünnî ayırımı yoktur. Bütün Sünni’lerin başkentleri düşürüldükten sonra, yani 1847 Bedirhan Beyle Beyliklerin sonlandırılmasından sonra 1863te Çemişgezek Statüsüne son verilmiştir. Osmanlılar Êzîdî Kürtlere de otonom Beylik hakkını kanunnamelerine geçirdi. Hala Irak Kürdistan’ında Emir Tahsin bu topluluğun saygınlıklı bir önderidir ve çok şükür halen hayattadır. Emir Tahsin’den önceki Yönetici Emir Muaviye’ydi.

10- Kürt, Kürdistan, Ekrad, Melik, Hükümdar, Emir, Umera, Sultan, Han, Yüce Han, Cenab gibi deyimler Osmanlı döneminde çok rahat bir şekilde kullanılmakta ve Sultanların fermanlarında resmi yazışmalara geçmektedir. Osmanlı döneminde Türk, Türkiye, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu gibi deyimlerinin hiç biri yoktur ve yeri de değildir. Bu deyimleri Osmanlı dönemine uygulayanlar ya tarihten anlamıyorlar veya tarihi çarpıtıyorlar.

11- Şeref Han’ı Şerefettin Han veya Şerefhan şeklinde yazanlar sadece yanlış bir işleme imza atmıyorlar, aynı zaman da Kürtlerin tarih ezberlerini tahrip ediyorlar. Sözgelimi biri kalkıp Mustafa Kemal Paşa’ya Mustafa Kemalettin dese Türk tarihiyle ilgilenenlerin ezberleri tahrip olmaz mı? Bu yola başvuranlar, bilerek Kürtlerin hafızalarını köreltmek için yapıyorlar.

‘Han’lık’ İran siyasi geleneğinde ‘bir ülkeyi yönetme’ rütbesidir. Han’lık rütbesinin Osmanlılar verdiğine dair sadece Tatvan Sempozyumunda saygıdeğer bir Kürt akademisyenin “ Şeref Han’a Han’lık rütbesinin III. Sultan Murat tarafından verildiğine dair” bir kayda rast geldim. Şeref Han IV,e Şah Tahmasp 1533’te Ahlat’ta yazdığı Fermanname de ‘Han’ rütbesini vermiştir. V. Şeref Han’ın babası Emir Şemseddin Han’a da yine Şah Tahmasp tarafından İran da bu rütbeyi vermiştir. ( 1 )

12- Bitlisin ismi Bedlîs’tir. Geleneksel olarak etraftaki köy ve kasabalar bu şehre geldiklerinde “ Bedlîs, Bellîs, Bilîs “ olarak adlandırırlar. Filolog değilim ama en basit manada ‘bed’ ve ‘lîs’ heceleri, kötü yuva, zor yerleşim, çetin mekan gibi şeyleri hatırlatıyor. Sümerlerden başlayarak Urartolar ve Medlere kadar coğrafı konumlaralarına göre şehirler, köyler hatta aşiretlerin isimlendirildiği bilinmektedir. Bu bir Mezopotamya geleneğidir. Bilîs da eğer ‘bil’ hecesi ‘mil’ manasında kullanılmış ise, Tepeli Mekân manasına da gelebilir ki ( Orta Asya’daki ‘Teqne mekan’ı’ bize hatırlatıyor. Çok eski bir Kürdistan şehri olan Bedlis’i bir Yunanlının ismine bağlamak, Bitlisi Kürtlükten çıkarmaya çabalamak hem ayıp ve hem de günahtır. Şeref Han rahmetli bütün dedikoduları ve rivayetleri çekinmeden kayda almaya çalışmış ama ‘ Büyük İskender’in Bitlis’te Hayat suyunu aradığı olay %100 Bitlislilerin bilinçli propagandasıdır. Aynı şey Cizre de de var. Mesela ‘Kanya hestelê? ( Hestel Çeşmesi) … Yanı bu efsanevi çeşmeyi görmeyenler Mukus kaynağını sanacaklar.

Bitlis kalesi büyük bir ihtimal Urarto devletinin askeri üssüdür. Urartolular, Khaltiler, hele Hurriler ve Medler Büyük İskender’den çok daha önce Kürdistan da kaleler inşa ettiler, surlar ördüler, köprüler kurdular ve çok önemli imaretlere imza attılar.

13- Kısacası, Osmanlılarla 1514’te yapılan antlaşmadan sonra:

a) – Kürtler bir daha Orta Asya’dan gelen yağmacı, talancı, kanun ve yasaları tanımaz despot barbarların atlarının nal seslerini duymadılar. Bir daha barbarlar ve despotlar Kürdistan’da cirit atarak kelle uçurtmadılar, şehirleri ve kaleleri yakmadılar. Bu olay 330 yıl böyle devam etti. (1514-1847) 333 yıl.

Daha sonra reformistler, İttihatçılar, Kemalistler ve faşistlerin ellerinden çektiklerimiz yazılıdır ve yazılmaktadır. Biz unutsakta tarih unutmayacak ve tarih dostlarına düşman muamelesi yapanları affetmeyecektir.

b) II. Sultan Mahmut dönemine kadar bir iki istisna harıç 330 yıl gibi uzun bir zaman diliminde Kürdistan kaleleri top mermilerine hedef olmadı ve şehirleri tahrip edilmedi.

c)- 16.yy. başından başlayarak bütün Kürdistan şehirlerinde daha büyük ve daha modern medreseler inşa edilerek her tarafta tedrisata hız verildi.

Kürtler bu sayede dil ve edebiyat alanında Şükrü Bitlisi, Ahmedé Xanî, Mela Ahmet Cizîrî, Feqiyé Teyran gibi çok sayıda bilim adamı, şair, edip ve düşünür yetiştirdi. Kim ne derse desin, Kürt dili ve edebiyatı Medrese tahsili sayesinde ayakta kaldı ve bizi dipdiri ama hafiza kaybıyla bugünlere kavuşturdu.Bunun için hafizalarımızı tazeleyelim. Sözlerim okuyan gençleredir.

d)- İslamiyet Kürtlerin ve de Kürdistan’ın ronasansıdır diye düşünüyorum.

Özellikle şimdiki Türkiye Kürdistan’ı ile Suriye Kürdistan bölgesi Bizanslıların hâkimiyeti altında 1000 yılı aşkın tutsak kaldı. Bu Tarihi Malazgirt savaşına uzatırsak 1404 yılı bulur o uzun ve uğursuz süreç. Bu uzun ve katıksız süreçte Kürdistan topraklarının tamamı Hıristiyan kavimlerin metrukesi durumundaydı. Hangi Hıristiyan topluluk veya millet Kürdistan’ın bir köşesine çadırını kursa, orada bir statü oluşuyordu. Orada kendi prensliklerini, devletlerini hatta kraliyetlerini kuruyor ve babalarının mülküymüş gibi Kürdistan’da çalım satıp Kürtlere yukardan bakıyorlardı. Ama İslamiyet’le o işgalci ve de fırsatçıların sonu geldi ve bir daha Kürdistan’da hâkimiyet kuramadılar. Bunun için hem İslamiyet’e ve hem de Kürtlere karşı kinleri bir türlü dinmiyor. Ne yazık ki o yoğun ve bilinçli propagandalar Kürtler üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Gençler ve genç Üniversiteliler tarihe hep gerçekçi ve tarafsız baksınlar.

e)- Mevlana İdris Kürtlere karşı, Kürdistan’a karşı, Kürdistan da yaşayan dini ve etnik azınlıklara karşı ve Orta doğunun genel menfaatine karşı yanlış bir şey yapmamıştır. Kürdistan yöneticilerinin taleplerini Yavuz Sultan Selim’e Kabul ettirip bu talepleri Osmanlı kanunnamelerine geçirdikten sonra sadece 3 yıl yaşayabilmiş bir teknokrattır. Yaşasaydı, büyük hizmetleri olurdu. O, hiç bir zaman Kürdistanlılar arasında ayırım yapmadı. O büyük bir diplomat, devlet adamı ve çok önemli bir bilgindi. Kürtler bir daha başka bir İdris’i doğurmadılar ve öyle görünüyor ki doğurmayacaklardır.

Aynı zaman da Osmanlı’lar da, Osmanlıların devamı olan Türkiye topluluğu da o günden bugüne bir Yavuz Selim’i ortaya çıkarmadı ve de onun gibi kararlı bir liderin çıkacağı yönünde bir ışık, bir umut görünmedi ve görünmemektedir.

f)- Yavuz Sultan Selim ve İdris’in hedefleri bütün Kürtleri ve Kürdistan coğrafyasının tamamını Osmanlıya bağlamaktı. ( 2 )

Ne yazık ki Sultan Selim ile beraber 1520 de ikisi de öldü. Osmanlılar Kanunî’den IV.Sultan Murada kadar o amacı hedeflediler. Kasr-I Şirin Antlaşmasında galip olan taraf Osmanlılardır ve Kermanşah’a kadar tüm Kürdistan’ı Osmanlıya bağlama amacındadırlar.

Erdelani’ler Osmanlıya katılmak isteseydi, İdris’in projesi gerçekleşirdi. Ama Erdelani’lerden Mukriyani’ler ve Şikaki’lere kadar bütün İran Kürdistan yönetimleri ( 10 ) İran’ın himayesinde kalmak istediler. Bu yüzden “- İki imparatorluk Kürdistan’ı parçaladılar” deyimi kullanılırken o günkü şartları iyice gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Bana göre Kürdistan parçalanmadı. Parçalı olan, onlarca kraliyetlerden meydana gelen Kürdistan hükümetlerinin bir kısmı İran tarafını seçti. Akademisyenler işinbu yönüne de lütfen baksınlar. Şu anda Bahreyn de birkaç Arap Emirlikleri mevcuttur. Kuveyt Irak’la, Katar Suudi ile ittifaka girerse buna parçalandılar diyemeyiz. O zaman ki Kürdistan Emirlikleri de en az bugünkü Arap Emirlikleri kadar kendi kendileriniyönetme de özgür yaşıyorlardı.

g)- Osmanlılar 400 yıl gibi uzun bir zaman Kürtlerle yaptıkları ittifak sayesinde ömürlerini uzattılar.

Ne zaman ki Kürdistan Mirlerinin güvenlerini kaybettiler ve ne zaman ki Kürdistan Hükümetlerinin Özel ordularını tasfiye edildi… işte o zaman 1839 da Nizip’te Suriye Valisi İbrahim Paşanın Önünden Kütahya ya kadar arkalarına bakmadan dörtnala kaçmaya başladılar. 1854-55 te Çarlık Rusya’sına karşı İngilizleri ve Fransızları imdada çağırdılar. 1877-78 de çarlık Rusya’sına resmen yenildiler ve Berlin Antlaşmasında bu yenilgiyi çok pahalı bir şekilde ödediler.

Sultan II. Abdulhamit’in akıllı politikası sayesinde biraz daha ayakta durabilirken, “dar pantolonlu” II.Mahmut, Abdulaziz ve Abdulmecit hayranları tarafından İttihat ve Terakki belasını bu koca devletin başına musallat ederek kocaman bir imparatorluğun yıkılmasını hızlandırdılar ve 1.Dünya Savaşındaki son yenilgileri ile sessiz sedasız o koca devleti bir tebliğ name ile ve hem de hiyanetle itham ettirerek ortadan kaldırdılar.

h)- Tarih boyunca Türkler, Kürtlerle ittifak içinde olduklarında kazanmışlardır.

Türkler, Kürtlere sırt çevirdiklerinde sürekli kaybetmişlerdir. İttifakın 500.yılını idrak ettiğimiz 2014 yılında geçmişten dersler çıkarabilmemiz için dönüp geçmişimizi gözden geçirmemiz gerekir diye düşünüyorum.

I) Bu anda bile Kürtlerin Ortadoğu da güçlenmeleri Türkiye’ye ve Türklere güç katmakta ve bu gerçek realite Irak Kürdistan Federe Devletinin varlığıyla ortaya çıkmaktadır.

Bu gerçeği gördüğümüz anda 500 yıllık beraberliğimiz 1000 yıllara kavuşabilir. Ancak, inkarla ve oyalamalarla bu beraberlik yürümez, Kürtler eski Kürtler değildir ve zaman da eski zaman değildir. Yalanla yürümez peynir gemisi…

i) Tam 200 yıldır Kürtler dışlanıyor.

Kürtlerin gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet döneminde dışlanmasını isteyen Orta Asya’dan gelen Türkler değildir. Çünkü Orta Asya’dan gelen Türklerin yerli bir halkla ortak olma mecburiyetleri ve arzuları vardır. Kürt ve Kürdistan sorununu canlı tutup veya Türklerle Kürtleri kavgalı gösterip bu fırsattan nemalananlar Balkanlardan ve Kafkaslardan gelip Osmanlıların 600 yıllık mirası üzerine beleşten oturan haramzadelerdir.

j)- Bana göre Sultanlar Kürdistan’a sırt çevirip kaderlerini devşirme Paşalarına havale etmeyecekti. Kürdistan Beyleri ve hükümdarları da birlik olup doğrudan doğruya Sarayı muhatap kabul edeceklerdi.

II. Sultan Abdülhamit Osmanlı devşirme komutanlarını tanıdığından olacak ki Hamidiye Alay komutanlarının sadece Zeki Paşa ve kendisiyle doğrudan bağlantılı olmasını istemişlerdi.

k)- Kürdistan Beylerinin en büyük eksiklerinden biri, kendi aralarında bir istişare veya hakem kurulunu tayın etmeden ve beraber hareket etme noktasında tek bir adım atmadan her biri kendi iç sorunu ile uğraşan ve İstanbul’la karşı kötü olmamaya çalışan birer bürokrat gibi davrandıklarıdır. Büyük rehavet içindeler. En büyük amaçları evlenmek ve bir daha, bir daha evlenmek, av partilerini gerçekleştirerek divan kurup avdaki maharetlerini anlatmaktı.( 4 )

D İ P N O T:

( 1 ) – Şerefname, M.Emin Bozarslan – Hasad yy. 3-4 baskı sayfa 509

( 2 ) M.Emin Zeki Bey Kürt ve Kürdistan tarihinde “Kürt Büyüğü Mewlana İdris-Bitlisi’den sözederken bu amacı dile getirerek “İdris Kürdistanı bu örgütleme ile bağımsızlığa götürüyordu” demiş.

( 3) – Osmanlı da olduğu gibi İran’da da benzer yönetimlerle Kürt bölgelerine evvelden olduğu gibi yine Erdelanlılara, Mukriyanlara ve diğer Kürt bölgelerine otonom verilerek onları dahili işlerinde serbest bırakmış.

( 4 ) – 1787 -1825 döneminde 38 yıl boyunca Şirvan’a hükmeden “Salihé Kuré Xan Budaq” ismindeki Salih Beg, “Diroka Nijada Şérwan” başlıklı bir hatırat yazmış. Bu tarihi hatırat 1825’e denk geldiği için okunması gereken çok ilginç bir eserdir. 2005 yılında İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından yayınlanan bu kitap Arapçadan Kürtçeye Sayın Mela Kerem Soylu çevirtilmiştir. Bu kitap Osmanlı da Yükselme, Duraklama, Gerileme ve Çökme devirlerine bakarak Mirlerinde çöktü çökecek devrine ışık tutuyor. Ustad Cigerxun’un bir şiiri aklıma geldi: “- Ev kotî û qiréjî ne Kurdén nuha nın. Zingar gahaye méjî lew gotin bé baha nin.”