Avrupalı ve Amerikalı Hristiyan misyonerler, düzenli ve de resmi onaylı olarak Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki vilayetlerde yerleşkeler, okullar, kiliseler, dispanserler ve misyon merkezleri kurmuş, temsil ettikleri kurum, organizasyon ve mezhebin felsefesini yaymayı yüzyıllarca sürdürmüşlerdir. I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte seyahatleri ve faaliyetleri sona eren bu batılılar, arkalarında müthiş öneme sahip arşivler bırakmışlardır. Günümüzde çoğu artık dijital hale getirilmiş olan ve belli başlı kütüphanelerde araştırmacıları bekleyen eserler hem görsel hem de yazılı belgelere ulaşmayı, bilinmeyen veyahut unutulmuş birçok detayı öğrenmemize imkân sağlamakta. Misyonerler ve kurumları, tuttukları günlükler, raporlar ve yayımladıkları eserler ile oluşturdukları o eşsiz arşivler, biz tarih araştırmacıları için kelimelerle ifade edilemeyecek birer hazine değerindedirler. Zira bu sayede, bahse konu olan dönem, mekân, hegemonya ve toplumların birçok detayını öğrenebiliyoruz. Batılıların penceresinden, onların artı ve eksileri, sempati ve önyargıları ile kaleme alınmış olan bu çalışmaların, hakkaniyetle derlenerek aslına sadık kalınmış bir şekilde çevirilerinin hazırlanması şarttır. Çünkü yakın tarihimize dair doğru bilinen yanlışların, ya da hiç bilinmeyen hakikatlerin en azından bu tür arşivler aracılığıyla ortaya çıkarılması elzemdir.

Baran Zeydanlıoğlu

Akıllara durgunluk verecek bir disiplin, özveri ve profesyonellik ile yıllarını misyonerlik faaliyetlerine vererek, arkasında muazzam bir arşiv bırakan bir şahsiyet de onlarca yıl Mardin’de görev yapmış olan Amerikalı Peder Alpheus N. Andrus’dur.

1843 yılında New York’ta doğan ve orada teoloji eğitimini tamamlayan Andrus, 1868 yılında Mardin’deki misyonerlik merkezine atanarak 1917 yılına kadar orada faaliyet göstermiştir. Birçok dil öğrenen Andrus, 49 yıl boyunca Harput’tan Musula’a kadar geniş bir bölgede Ermeniler, Süryaniler ve Keldaniler odaklı çalışmalar yapmıştır. Genelde Kürdler özelde de Yezidi Kürdleri ile ayrıca ilgilenmiş ve İncil’i Arap alfabesi kullanarak Kürdçe hazırlamıştır. Zira yukarıda isimleri zikredilen halklar arasında hatırı sayılır bir sayıda anadili Kürdçe olanlar mevcuttu(r). Avrupa’ya yaptığı ziyaretler sırasında yanında getirdiği bir matbaa makinesi sayesinde birçok çalışmasını matbu hale getirdiği gibi, 1877 – 78 Osmanlı – Rus savaşı boyunca aylık gazete de çıkarmış ve gelişmeleri Avrupa ve Amerika’ya bildirmiştir.

Çalışmaları, gözlemleri ve misyonerlerin faaliyetleri hakkında Amerika’daki misyonerlik merkezine geçtiği raporlar ve gönderdiği makaleler, çeşitli misyonerlik mecmualarında yayımlanmıştır.

Peder Andrus’un aşağıda derleme ve çevirisini paylaştığım çalışması da bu kapsamda onun Amerika’ya gönderdiği ve The Missionary Herald mecmuasında 1902 ocağında yayımlanmış bir makalesidir. ‘Kurmanci Kürdleri’ başlığı ile kaleme almıştır bu yazısını. Mecmuaya gönderdiği makalesinde, Kurt İsmail Paşa’nın nasıl ve neden Kürdlerin geleneksel baş bağlama tarzına müdahale ettiğini, genel olarak Kürdlerin kim olduğunu ve kısa da olsa Hamidiye Alaylarına değindiğini görüyoruz.

Kaynaklarda genellikle adından ‘Kurt İsmail Paşa’ olarak bahsedilse de kendisi aslen Kars Şuregelli olup, Hatunoğullarından bir Kürd idi ki başka kaynaklarda da ‘Kürd İsmail Paşa’ olarak ismi geçer. Bu kaynaklar arasında 1868 – 75 yılları arasında valiliğini yaptığı Diyarbekir’in ismi ile çıkan, kendisinin kurucusu olduğu ‘Diyarbekir Gazetesi’ de bulunmaktadır.

Peder Andrus’un yazısını, aslına ve içeriğine sadık kalarak derleyip çevirerek aşağıda paylaşıyorum.

Kurmanç Kürdleri

Yazan: Peder Alpheus N. Andrus, Mardin, Doğu Türkiye.

‘Resimdeki genç adam Musullu bir Protestan olup, Kurmanç Kürdlerinin milli kıyafetini giymektedir. Kurmanç Kürdleri, Diyarbekir ile Kerkük arasındaki dağlık bölgede, Dicle Nehri vadisinde yaşamaktadırlar. Dizlerine kadar uzanan beyaz manşetleri, göğüs ve boğazı açık olan gömleğine aittir. Kürdler boğazlarını ve kıllı göğüslerini açık tutmayı tercih ederler. Parmaklarına kadar uzanan diğer ceket kolu manşetleri ise alt ceketine aittir ki bu giysiler, genelde burada olduğu gibi, düz ve bol pantolonların yapımında kullanılan aynı malzemeden yapılmıştır. Ürünlerkaliteli bir Keşmir yününden yapılır. Bu kumaşların yapımında kullanılan iplikler, bitki pigmentleriyle renklendirilerek, dokuma tezgâhlarında tamamen elle 10 ila 15 inç arasında değişen genişliklerde ve 15 ila 25 fit uzunluğunda parçalar halinde dokunur. Bu dokuma endüstrisi; özellikle Siirt, Bitlis ve Van’daki Hristiyan dokumacıların elindedir.

Üst ceket keçi kılından dokunur. Ya kahverengi ya da siyahtır. Ancak önyüzü beyaz koyun yününden yapılmıştır. Oval desenler, altın işlemelidir ki aksi takdirde donuk renklere sahip olacak bu elbiseye parlaklık katmaktadır. Ceketin omuzları ve sırtı, tamamen doğal keçi kılı ilekaplanarak ceketin üzerine dikilmiştir. Bu şekilde kıyafet yağmura dayanıklı hale gelir. Geniştürbanlar ile sarılarak gizlenmiş bir halde olan ve sadece beyaz tepesi görünen külah, yumuşak beyaz keçeden yapılmıştır. Yarım ila üçte bir inç kalınlığında olabilen bu külah, sıkıştırma yöntemi ile bastırılarak istenilen forma sokulur. Bu Kürd külahı, şimdi moda olan şapkaların çekirdeğidir. Külahın üstünde bulunan ve neredeyse onu tamamen gizleyen türban, çok renkli pamuklu kumaşlardan oluşur. Şimdi büyük ölçüde Avrupa üretimi olan bu kumaşlar, eskilerinin çıkarılmadan yenilerinin külah üzerine dolanarak bayram ve düğünlerde hep kullanılmaktalar. Oyüzden bu başlıklar yükseldikçe yükselir. Hem kocaman hem de taşınması ağır hale gelen bu başlıklar, ebatlarından dolayı onu taşıyanların yaşlı olduklarını gösteren de bir işarettir. İki fit uzunluğunda külahlar ve onların üzerinde sarılı dört ila altı inç kalınlığında sarılı türbanlar vardı. Bu başlıklar beş ila on pound arasında bir ağırlığa sahiplerdi. 

Kurt İsmail Paşa, 1868 yılında Siirt’i ziyaret etmiş ve bu başlıkların büyüklüğü ve ağırlığıkarşısında o kadar şok olmuştur ki, birçok önde gelen aşiret reislerini huzuruna çağırmış ve adamlarına külahların neredeyse yarısını kestirip başlıkların kalınlığının yarısını çıkarmış ve sonra onun belirlediği tarzın dışına çıkılmaması, aksi taktirde para cezasına çarptırılacağı hususunda bir talimatname yayınlamıştır. Kedisi uzun süre Diyarbekir vilayetinin valisi olarak görev yaptığından, belirlediği bu baş bağlama tarzının oturmuş oldu ki bugüne kadar da halen geçerliliğini korumaktadır. 

İkinci resmimiz bize, bir Kürd beyine ait olan ve etrafı hizmetkarlarının sahip olduğu alçak ve bakımsız evler ile çevrelenmiş kaleyi göstermektedir. Resimde kalenin sağındaki yapılar beyinharemlik bölümü olurken, iki pencereli uzun yapı da konuklarını ağırladığı divanıdır. Resmin en sağında, alçak bir kapının önünde bir adam görüyorsunuz ve onun biraz ilerisinde, sırtlarında yükleri ile iki deve ve başka bir adam var. Bütün bunların arka tarafında da sokakta yürüyen köylüler. 

Üzerinde silindir şeklinde yuvarlak bir taşın bulunduğu resmin ön kısmındaki geniş beyaz yüzey ise, bir evin damı olup o yuvarlak taşın dam boyunca ileri geri götürülmesi ile yağmurun aşağıya sızması engellenir. Bu toprağın altında da damın sokak yönündeki kenarlarda düzensiz uçlarınıgördüğünüz kamıştan yapılma bir katman vardır. Damda üzeri taşla korunan çıkıntı ise evin bacasıdır. Bu hizmetkârlar; ağa diye adlandırdıkları beylerinin tarlalarını biçer, eker ve hasat eder ve onun bir işaretine silahlanarak, ya onun düşmanının bir köyüne saldırmada kendisine yardımcıolmak için ya da kendi köylerini savunmak için hazır olurlar. Orta Çağ Avrupa’sında var olmuş olan feodalizm, tüm Kürdistan’da bugün tekrarlanıyor. Bu resmin çekildiği köyün adı Boşat’tır ve Türkiye’deki Evanjelik kiliselerinin Kürdçe çalışmalarının merkezi olan Farkin’den sadece birkaçsaat uzaklıktadır. Bu bölgelerdeki köylüler her zaman fakirdir. Çünkü mahsullerinin yarısından fazlası yerel yönetim ile feodal beyleri arasında paylaştırılır ve neredeyse sürekli gerçekleşenaşiretler arası çekişmelerde yağmalanmaları da nadir değildir. 

Hamidiye süvarilerini belki duymuşsunuzdur.  Bunlar, fikrin mucidi olduğu için şimdiki padişahın adıyla anılan düzensiz süvari birlikleridir. O alayların kurucularından biri olan Zeki Paşa’yı ve onun tümenlerinin birinden sorumlu baş subayını bir sonraki resimde görüyorsunuz ki, Zeki Paşa sağeli bir kitap yığınının üzerinde masanın yanında dururken görülüyor. 

Sırrı Paşa da iki eli masanın üzerinde onun yanında duruyor. Zeki Paşa’nın döneminde bu Sırrı Paşa Diyarbekir vilayetinin genel valisi idi ki, Diyarbekir süvari tümenini kurmuştur. Resimdeki paşaların iki yanında duran ve Arap başlığı takmış iki adam ise bu süvari birliklerinintümgeneralleridir. Bu Kürdler; general olmalarının yanı sıra Diyarbekir’in güneyindeki bölgelerde Kürdlerin en ünlü iki reisidirler. Bu düzensiz süvari alayları, son sekiz yılda bu bölgede meydana gelen rahatsızlıkların çoğundan büyük ölçüde sorumludur. Bu adamların başlarının üzerinde, şimdiki padişahın tuğrası olan pirinçten bir rozet görüyorsunuz ki bu rozetler onların bu düzensiz süvari birliğine bağlı olduklarını gösterir. Zeki Paşa’nın sağındaki kişinin adı Mustafa Paşa’dır ve ikametgâh yeri de Mardin’in doğusundaki Cizre’dedir. Sırrı Paşa’nın solundakinin adı ise İbrahim Paşa olup, onun evi de Mardin’in batısındaki Viranşehir’dir.

Son zamanlarda ova Arapları (Harran Ovası olsa gerek, Ç. N.), kendisini feci bir yenilgiden kurtarmak için düzenli hükümet birliklerini yardımına çağırmak zorunda kalan bu paşanın komutasındaki süvarilerle çok çetin bir mücadeleye giriştiler. Mücadelenin nedeni, Şammar Arap kabilelerine karşı yaptığı ve büyük ganimet elde ettiği bir yağma seferinden kaynaklanıyordu. Araplar, çoğunlukla, bu düzensiz süvari birliklerine katılmayı reddetmiştir. Şu anda bu düzensiz süvari birliğinden büyük bir güç, Boğaziçi kıyısındaki Yıldız’da padişahın sarayına en yakın ilk muhafız kordonunu oluşturuyor. Bu birliklerin ezici çoğunluğu yiğit ve güçlü Kürd kavminden oluşturulmuş.

Peki Kürdler kimdir? Bu soruya birçok ve değişik yanıtlar hep verildi. O yüzden onların kökenlerini doğru bir şekilde öğrenmemiz ve emin olabilmemiz için, biraz daha beklememiz gerekiyor herhalde. Bazıları onların Strabo’nun bahsettiği Gordianlar ile aynı kavim olduklarını söylüyor. Ancak biz Kürdlerin, Ksenophon’un ’On Binlerin Dönüşü’ adlı eserinde anlattığı Carduchi’lerle (Karduklar) aynı olduklarını biliyoruz. Sonrasında ise Van, Diyarbekir ve Mezopotamya’nın büyük bir bölümü üzerinde egemenliği elinde tutan uzun bir krallar silsilesi yer almış. Bu krallardan bazılarına Mervaniler deniyordu ve bunlar muhtemelen Kürd kökenliydiler. Yine 1185–1259 yılları arasında Mezopotamya ovalarında hakimiyet kuran Eyyubiler adında bir kavim vardı ki onlar da Kürd kökenliydiler.

Harput’ta görev yapan Bayan Wheeler, tarih üzerine araştırmaları sırasında Kürdlerin Medlerin soyundan geldiği sonucuna vardı. Medler, Kitabı Mukaddes (Genesis) 10:2’de Madai adıyla anılan ulusla büyük olasılıkla aynı kavimdirler. Bu konu hakkında kendi yaptığım çalışma da beni bağımsız olarak aynı sonuca götürdü. Kürdlere henüz ulaşamadığımıza (mezhepsel olarak Kürdleri iknayı kastediyor. Ç.N.) inanıyoruz. Ancak Tanrı’nın takdiriyle bir gün, müjdenin neşeli sesini işitecek ve memnuniyetle yanıt vereceklerdir. O günün çabuk gelmesi için duada bizimle birlikte olunuz’.

Kaynak: The Missionary Herald, vol XCVIII, s 43, 1902

Baran Zeydanlıoğlu, 23 Ocak 2023

Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.