Said-i Nursi’nin karşı çıktığı Kürt ayaklanmalarından biri,Bitlis’deki Mela Selim ve arkadaşlarının önderliğindeki 1914 ayaklanmasıdır.Kendisi bunu şöyle anlatır:

Eski Harb-i Umumi’den biraz evvel ben Van’da iken bazı dindar ve muttaki zatlar yanıma geldiler.Dediler ki:’Bazı kumandanlarla dinsizlik oluyor,gel bize iştirak et,biz bu reislere isyan edeceğiz.’ Ben de dedim:’O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur,ordu onun ile mesul olmaz.Bu Osmanlı Ordusun’daki  belki yüz bin evliya var.Ben bu orduya karşı kılıç çekmem.Ve size iştirak etmem.’O zatlar benden ayrıldılar, kılıç çektiler,neticesiz Bitlis Hadisesi vücuda geldi.Az zaman sonra Harb-i Umumi patladı.O ordu din namına iştirak etti.Cihada girdi.O orduda yüzbin şehitler evliya mertebesine çıkıp beni o davamda tasdik edip kanlariyle velayet fermanlarını imzaladılar.”

Bağımsızlıktan Yana Olmayışı

Said-i Nursi’nin Kürdistan’ın bağımsızlığından yana değil, Osmanlıcı olduğuna dair şöyle bir olay anlatılır;

İstanbul işgal altında iken Divanyolu’ndaki bir matbaada cereyan eden bir olayı ‘şeyhül muharririn’ namıyla maruf  Konsolidçi Asaf Bey’in ağzından dinleyelim:

-Bir gün Divanyolu’ndaki matbaamızda otururken odaya bir adam girdi.Kıyafeti tuhafça idi.Başında külaha benzeyen bir şey vardı.Bu adamı görünce Mevlanzade ayağa kalktı, beni göstererek;

-Efendim, dedi.Baş muharririmiz Konsolidçi Asaf..

Ve bana hitap ederek:

-Oğlum, dedi! Bu zat en büyük din alimlerimizden Bediüzzaman Said Nursi’dir.

     Bende o zaman Bediüzzaman’la konuşmaya başladım.

Hakikatten yüksek ilmi konuşmaları ile çok müstefit oldum.Bundan sonra o, sık sık matbaamıza geliyordu.Onunla konuşuyorduk.Bazen birlikte dışarı çıkıp şehir içinde gezdiklerimiz bile oluyordu.

     Bilmem ne kadar zaman sonra idi.Bediüzzaman İstanbul’dan ayrılmıştı.Memleketine mi, yoksa başka bir yere mi gitmişti,şimdi hatırlıyamıyorum.Almanya ve müttefikelri büyük bir hezimete uğramışlardı.Memleket parçalanmış,vatanın her parçasında yeni hükümetler türemeğe vaşlamıştıçErmenistanda bunlardan biridir.Mevlanzade Rıfat Bey,bir gün bana dedi ki;

-Oğlum Ermenistan hükümeti kuruluyor.Onların Ermenistan kurmalarına karşılık ,imparatorluk dağıldığına göre biz de Kürdistan kuralım.

Ben hayretle yüzüne bakınca , o bana dedi ki:

-Ben vatan haini değilim.Koca Osmanlı imparatorluğunu parçalatan da ben değilim.Onu yıkanların allah belasını versin.Birer hırsız gibi kaçtılar.Filhakika bir Kuva-yı Milliye var, ama ümit pek zayıf.Mucize devrinde değiliz.Ben bu işi Said Nursi’ye yazacağım.Çünkü onun nüfuzu çok kuvvetlidir.Hatırı çok sayılır, onun için bu zata bir mektup yazıp göndereceğim .Ve ondan teşrik-ş mesai isteyeceğim.

    Mevlanzade mektubunu yazıp gönderdi.Bundan on gün kadar geçmişti,belki de on beş gün, hatırlamıyorum.Bir gün matbaamızda oturuyorduk,misafirlerimizde vardı.O zamanlar bahriye nazırı olan Cakalı Hamdi Paşa ile Divan-ı Harb-i Örfi Reisi nezdimizde idiler.Şuradan buradan konuşuyorduk.Bu sırada posta müvezzili odaya girdi ve odaya bırakarak çekip gitti.Rıfat Bey mektubu okurken yüzünü ekşitiyor ,hiddetlendiği aşikar görülüyordu.Rıfat Bey mektubu okuduktan sonra bana fırlatarak:

-Okuda gör dedi.bediüzzaman benim tekliflerimi redediyor.Ben senin fikrine taraftar değilim, diyor.

  Mektubu gizli okumak çok ayıp olacaktı.Aşikar olarak okumaya başladım.Cakalı Hamdi Bey ile Divan-ı Harb-i Örfi ReisiMustafa Paşa da diniyorlardı.Bediüzzamanın bu mektubunda:Mevlanzade’nin Kürdistan kurma kurma teklifini redediyor:’Rıfat Bey ,Kürdistan teşkil etmek değil,Osmanlı imparatorluğunu ihya edelim.Bunu kabul edersen canımı bile  feda ederek çalışırım ‘ diyordu.Benim aşikar olarak okuduğum mektubu misafirlerimizde dinledikten sonra Mustafa Paşa,Mevlanzadaye:

-Rıfat Bey sen yanlış düşünüyorsun.Bediüzzaman Dğru söylüyor.Kürdistan kurmak değil ,Osmanlıy İmparatorluğunu yeniden kurmak lazımdır. Dedi.

Said-i Nursi’nin o mektubu benim cebimde kalmıştı.Evrakların arasında yazıhanemde duruyordu.1926 senesi yazında evimden ve yazıhanemde evraklarım çalınmıştı.O zamanki İstanbul polis müdüriyeti birinci şube kısm-i siyasi sivil komiserlerinden, o sırada Sarıyer’de oturan bir adam yarafından evim ve yazıhanem yoklandığında çalınan evrakların arasında bu mektupda bulunuyordu.’’

Belirtmek gerekir ki yukarıda adı geçenlerden Mevlanzade Rıfat Bey, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin genel merkezi üyelerindendi.Onun Kürdistan’ın bağımsızlığından yana olduğunu ve Kürdistan Teali Cemiyetinin bölünmesinden sonra Kürt Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti içinde yer aldığı bazı kürt kaynakları arasında yazar.Yin adı geçenlerden Bahriye Nazırı(Denizcilik Bakanı)Cakalı Hamdi Paşa ile Divan-ı Harb-i Örfi Reisi Mustafa Paşa(Kemalist kaynaklarda Nemrut Mustafa Paşa diyede geçer) da Kürttürler ve 150’liklerdendirler.

   Aynı kaynakta daha sonra şunlara yer veriliyor:

‘’Yine menhus mütarekenin o acı günlerinde Kürt Teali Cemiyeti’nin Reisi Abdülkadir’den Gelen Kürdistan kurma tekliflerine de Bediüzzaman şu cevabı veriyordu:

  ‘Allahü zülcelal Hazretleri,Kuran-ı Kerimde :’ Öyle bir kavim getireceğim ki ,onlar Allahı severler,Allahda onları sever diye buyurmuştur.Bende bu beyan-ı ilahi karşısında düşündüm, bu kavmin bin yıldan beri alem-i İslamın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım.Bu kahraman millete hizmet yerine dörtyüz elli milyon hakiki kardeş bedeline,birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem.’’

   Yukarıda paragrafta altını çizdiğimiz bölüm, onun Mektubat’ta geçen şu ifadeleriylede benzerlik göstermektedir:

“………..Böyle ebedi bir uhuveti te’sis eden ve dualarıyla bana yardım eden ve içinde Kürdlerin ekseriyet-i mutlakası bulunanüç yüz elli milyon kardeşi,unsuriyet ve menfi milliyet fikrine feda etmek ve o mübarek hadsiz kardeşlere bedel,Kürd namını taşıyan ve Kürd unsurundan addedlien mahdut birkaç dinisz veya mezhebsiz bir meseleğe girenleri kazanmaktan yüzbin defa istiaze ediyorum.“

 Said-i Nursi’nin Kürdistan’ın bağımsızlığından yana olmadığını,Seyid Abdülkadir’in oğlu Seyid Muhammed de 1925’te Diyarbekir’de Şark İstiklal Mahkemesinde ifade eder.Mahkeme heyeti,Seyid Muhammed’den Kürdistan Teali Cemiyeti’nde kimlerin bağımsızlıkyanlısı,kimlerin otonom yanlısı olduğunu öğrenmek ister.Bu yargılamardan birinde,mahkeme heyetinin Kürtçe bilen üyelerinden Ali Saip Ursavaş’ın Bediüzzaman’ın eğilimini öğrenmek amacıyla sorduğu ‘’üç numrolu azanız Bediüzzaman ne meslktedir.?’’ Sorusuna Seyid Muhammed şöyle cevap verir:“Mütedeyyindir,ulemadandır.Onun için istiklal taraftarı değildir.’’

Said-i Nursi ve Şeyh Said Ayaklanması

Said-i Kürdi’nin şeyh sait ayaklanmasına karşı olduğu ve bu tür ulusal haraketlere sempatiyle bakmadığı yolundaki görüşleri eleştiren Rohat arkadaş, ne yazık ki Said-i Kürdinin bu ayaklanmayı desteklediğine dair de ikna edici ve yeterli kanıtlar gösteremiyor.Bu konuyla ilgili olarak aktardığı bir alıntıya değinmekte fayda var.Rohat’ın İslamcı gurupların birinin yayınladığı Girişim Dergisinde  yayınlanan bir röportajdan aktardığı gibi,Şeyh Sait’in torunlarından Abdulmelik Fırat,Said-i Nursi’nin 1954’te kendisine şöyle dediğini belirtiyor:

                      “Ben birader-i a’zamım,ekremim Şeyh Said Efendi’nin hayfını(öcünü) alacağım,aldım.’’

Şeyh Sait’in torunlarından Kasım Fırat’ın anlattığına göre de Bediüzzaman,Şeyh Sait’in oğlu Şeyh Selahaddin ilekonuşurken ağlayarak ve Şeyh Sait-i kastederek’’ben birader-i a’zamımın hayfını kalemimle almışım.’’ demiştir.

Said-i Nursi’nin böyle dediğini kabul etsek bile,Şeyh Said’i İslamcı bir lider olarak değerlendirdiği için böyle diyebileceği akla geliyor.Nitekim hem Şeyh Said ile hemde Said-i Nursi ile görüştüğü belirtilen H.Ali Varol’un aktardığına göre,Said-i Nursi,ona rüyasında Şeyh Said’i cennette gördüğünü söylemiştir.Demokrat parti eski milletvekillerinden Giyaseddin Emre de Bediüzzaman’ın kendisine Şeyh Said’in canını şeriat-ı garra-yı Ahmediyenin hakim kılınması için verdiğini söylediğini belirtmiştir.

’’Eğer bize zulmedilse ve Risale-i Nur’a hücum edilse Şeyh Said ve Menemen hadisesi gibi yarım kalmaz.’’derken Şeyh Sait Ayaklanmasını dinsel bir haraket olan “Menemen Hadisesi” ile birlikte zikretmesi de Said-i Nursi’nin İslamcı ideolojiyi benimseyen bir kişidir.Kendisi bu ankayışı bir çok yazısında vurgular.Hatta bazen “namaz kılmayan haindir.”diyebilicek kadar  işi koyu bir fanatikliğe vardırır.Ayrıca,” hayfını alacağım,aldım” demesi ya da sonradan pişmanlık duyması ,onun zamanında bu ayaklanmayı desteklediğinide göstermez.

 Birde  İslamcı yazar Hüseyin Okçu’nun şöyle bir iddiası var:

 “Bediüzzaman’ın Şualar Kitabında ‘Şeyh Sait ve rüfekası hakiki şehittirler’ ibaresini kaydettiği biliniyor.Ancak yasal sakıncalardan dolayı mevcut baskılarda bu ibareye yer verilmiyor.”  Şualar’ın mevcut baskılarında yer almadığı için, Said-i Nursi’nin böyle dediğini kanıtlamak güç olduğu gibi, böyle dese de İslamcı bir kişi olarak, hayatını “şeriat-ı garra’ya,”şeriat-ı Ahmedi’ye vakfetmiş birisi olarak onun “hakiki şehitten” neyi kastettiği malumdur.

 Değişik kaynaklar Said-i-Nursi’nin, eski adiyla Saidi Kurdi’nin Seyh Said ayaklanmasi öncesi ve sonrasindaki tutumuyla ilgili bir kaç olaydan söz ederler. Asağida bunlara değineceğiz.

 Söz konusu kaynaklarin Şeyh Said ve Beddiüzzaman Said-i Kürdi’nin mektuplasmasi konusunda verdiği bilgiler çelişiktir. Bu iki kisi arasinda mektuplaşma olmadığını belirten kaynaklarda vardir. Tüm bu iddalarin sadece sözlü kaynaklara dayanmasi ve elde herhangi bir belge bulunmamasi, konunun aydınlığa kavuşmasını güçlestirmektedir.

 Dava dergisinde,” Şarkın mühim alimlerinden bir zat’in  verdiği bilgilere dayanılarak “Hasenan Aşireti ağalarından olup Malazgirt’in Azo köyünde ikamet eden Hacı Muro isminde maruf olan bir zat”ın şöyle dediği belirtilir:

 “Merhum Şeyh Said Efendi bir mektup yazarak bana verdi.’bu mektubu Van’a giderek Bediüzzaman’a takdim edeceksin’dedi.Bu emir üzerine ben Van’a gittim.Horhor Mağarasına vardım.Şeyh Efendinin mektubunu takdim ettim.Üstad mektubu tazimle karşıladı.Okudu ve ayağa kalkarak başının üzerine koydu ve bana şifahen şöyle  buyurdu.”Şeyh Efendi’ye selam ve hürmetlerimi bildirirsin,kendisine gönülden bağlı olduğumu ve yakında kendilerine iştirak edeceğimi söylersin’. Dedi”

  Rohat’ın yukarıda değindiğimiz alıntıyı yaptığı  Girişim Dergisinin bir sonraki sayısında,Şeyh Said’in oğullarından  Ali Rıza ve Selahaddin’in 1960’da Ankara’da Said-i Nurs-i ile görüştüklerini belirtir.Girişim Dergisinde aktarıldığına göre , bu görüşmede Said-i Nursi,Şeyh Said’in oğullarına şöyle der:

“Kardeşim Şeyh Said kıyama başladığı zaman Van’da mağarada idim.Kendisine bir mektub yolladım,mektubumun cevabını almadam duydum ki kardeşim Şeyh Said yakalanmıştır.Düşündüm ki mağaradan çıksam bile bir faydam olmazdı,sonra beni mağaradan yakalayıp sürgüne gönderdiler.Altı yıl süre ile dizlerime vurarak esef çekip memleketimizde fiili olarak yapılan mukaddes cihattan mahrum kaldım.

                      “Daha sonra bana denildi ki ‘kardeşin Said üzerine küfr-i mutlak karşısında cihad etti.Küfr-i mutlakı kaldırdı.Cühl-i mutlak kaldı.Cühl-i mutlakı kaldırmak için kaleminle cihad etmek de senin üzerine vacip oldu.’ Bende cühl,i öutlak karşısında kalemimle cihad ettim…”

  Burada anlatılanlara göre Said-i Nursi,Şeyh Said’i bir cihad savaşçısı yani din uğruna savaşan bir mücahid olarak görmekle birlikte ayaklanma sırasında mağarasından çıkmamayı tercih etmiş,ama buna rağmen daha sonra sürgüne gönderilmiştir.Sürgün yıllarında ise bu cihadı desteklemediğine pişmanlık duymuş,kendisine’allah tarafından!’ verilen ‘cühl-i mutlak’ ı kaldırma görevini üstlenrek o pek meşhur Nur Risalelerini yazmıştır.Şeyh Sait Ayaklanması’nın yenilgiyle sonuçlanmasıyla oluk oluk kürt kanının akıtıldığı,Kürdistan’ın viraneye çevrildiğini fakat Şeyh Said taratarlarını destekleme yolunda Said-i Nursi’nin aktif bir çabasının olmadığını düşünürsek onun bu ayaklanmaya destek olmadığını söylüyebiliriz.Birçok yazısında belirttiğigibi, onun için önemli olan ‘’hayat-ı dünyeviye’’den ziyade ‘’uhrevi hayat’’ tır.Bu anlayışı konusunda şu cümleleri bir fikir verebilir.

“Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki:

‘Mustafa Kemal sana üçyüz lire maaş verip Kürdistan’a ve Vilayet-i Şarkıye’ye, Şeyh Sünusi yerine vaiz-i umumi yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin,ihtilal yüzünden kesilen yüzbin adamın hayatlarını kurtmaya sebeb olurdun!’ dediler.

Bende cevaben onlara dedim ki:

 ‘Yirmişer-otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtaramadığıma bedel,yüzbinler vatandaşa,herbirisine milyonlar sene uhrevi hayatı kazandırmaya  vesile olan Risale-i Nur ,O zayiatın yerine binler derece iş görmüş.”

                      Yani ona bakılırsa ,Risale-i Nur yüzbin kişinin ölümünün binlerce katı kadar önemli işler görmüş!.

 Adalet partisi Van Milletvekilliği veTBMM Başkanlığı yapmış olan Kinyas Kartal da Said Nursi  ile ilgili anılarını anlatırken “Said Nursi’nin ikazlarıyla Van vilayeti Şeyh Said isyanına katılmamıştı.”diyor.Yine aynı görüşü Said-i Nursi ile birlikte sürgün edilenlerden Van müftüsü Masum Efendi’nin oğlu Abdülbaki Arvasi de paylaşır.Abdülbaki Arvasi’ye göre “Hüseyin Paşa,Üstad’ı dinlediği için isyanlara katılmamıştı.Damadı isyana katıldı,sonra da kaçtı,Musula gitti.”

 Şeyh Said ayaklanması sırasında ayaklanmacıları desteklemediğini,nemelazımcı bir tutum takındığını,kendi deyişiyle hususi nefsine ait işlerle meşgul olduğunu bizzat Said-i Nursi de bir kitabında şöyle belirtir:

                      “Her vakit hizmete fütur verir,’neme lazım’ deyip hususi nefsime ait işlerle meşgul olduğum zaman tokat yemişim.Hem de kanaatim geliyor ki ihtimalimden tokat yedim….Bu biçare Said, Van’da ders-i hakaik-i Kur’aniye ile meşgul olduğum miktarca Şeyh Said hadisatı zamanında vesveseli hükümet,hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi..Vakta ki “neme lazım” lazım dedim,kendi nefsimi düşündüm.Ahiretimi kurtarmak için Erek Dağı’nda harabe mağara gibi yere çekildim.O vakit sebepsiz beni aldılar nefyettiler.Burdur’a getirildim.”

Oysa Said-i Nursi daha 1909’da “neme lazım,başkası düşünsün” anlayışının istibdadın yadigarı olduğunu belirtmişti.

Said-i Nursi,Mektubat’ta da Şeyh Said ayaklanmasını desteklemediği halde sürgün edilişine değinilir:

 “…Siyaseti terk ve dünyadan tecerrüd ederken bir dağın mağarasında ahireti düşünmekte iken,ehl-i dünya zulmeb beni oradan çıkarıp nefyettiler.”

  Bütün bu anlatılanlardan benim anladığım,onun Şeyh Sait Ayaklanmasını desteklemediğidir.Bence bu tutumu onun genel anlayaşına da uygundur.Çünkü o hayatının her döneminde Müslüman ulusların -bu arada kürtlerin ve Türklerin de- hak eşitliği ve “inne me’l-mu’minune ihvetun”prensibi temelinde dünya İslam birliğini,ümmet birliğini hedefalmıştır .Hem Osmanlılar döneminde hem de Cumhuriyet döneminde Kürtlerin silahlı ayaklanma girişimlerini olumsuz karşılaması da bu anlayışla bağlantılıdır.Kürtlerin kendileri gibi Müslüman olan Türklere baş kaldırmasını,onlarla çatışmasını bu anlayışı gereği doğru bulmamıştır.Gerçi esir muamelesi gören Kürtlerin,kendilerine karşı adil davranmayan,dillerini bile yasaklayan zalim Türk yönetimine,İslami literatürdeki deyimiyle böylesi bir “ ulü’l-emr”e başkaldırması aslında İslami Kriterlere bile hiçde ters olmamakla birlikte Said-i Nursi bu başkaldırıya, silahlı mücadaleye omuz vermemiştir.O “menfi,milliyetçilik”diyerek bunlara karşı çıkarken,dili dahi yasaklanan ulusların haklı başkaldırı hakkını da reddetmiştir. Bırakınız milliyetçiliği,onda millet kavramı bile bizim anladığımız millet kavramından çoğu kez farklıdır.Örneğin “milletimiz de yalnız İslamiyettir.Zira Arap,Türk,Kürt,Arnavut,Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatli revabıt ve milliyetleri İslamiyetten başka bir şey değildir” derken “millet”sözcüğü ile “ümmet”ikasteder.

                                             Said-i Nursi Ve Kor Hüseyin Paşa

Said Nursi’nin o dönemde ayaklanmak istene Kürtlere karşı takındığı tutum konusunda şu olay da anlatılır:

“Gerek Molla Hamid’in gerekse Ali Çavuş’un(Said-i Nursi’nin savaş sırasındaki arkadaşlarından ve öğrencilerinden)anlattıklarına göre şark isyanından bir müddet önce, birgün birgün Erek Dağında Kürt aşiret ağalarından ve hamidiye Paşalarından Kör Hüseyin Paşa geldi,Bediüzzaman’la hususi görüşmek istedi ve ona hitaben ‘Üstadım,bu talebeleri çıkart.Sizinle mahrem görüşeceklerim var’ dedi.Bediüzzaman da’Hüseyin Paşa! Bunlar benim vücudumun azaları gibidir,ayrı değiller’dedi.

Hüseyin Paşa:

-Sizinle bir müşaverem var.Askerim hazır.Atlar hazır.Silahlar ve cephaneler de hazır.Sizden emir bekliyoruz.

Bediüzzaman:

-Sen ne diyorsun?Ne yapacaksın?Kiminle harbedeceksin?

Hüseyin Paşa:

-Mustafa Kemal’le.

Bediüzzaman:

-Mustafa Kemal’in askeri kim?

Hüseyin Paşa:

-Ne diyeyim..işte askerdir.

Bediüzzaman:

-Askerler bu vatanın evladıdır.Senin ve benim akrabalarımdır.Kime vuracaksın?Onlar kime vuracak?Düşün,idrak et.Ahmet’i Mehmed’e,Hasan’ı Hüseyine ‘mi kırdıracaksın?

Hüseyin Paşa:

-Böyle bir hayattansa ölmek daha iyidir.

Bediüzzaman:

-Ne olmuş hayata?Sen hayatından bezmişsen,bütün Müslümanların,bütün zavallıların günahı ne,onlardan ne işitiyorsun?

                                            Hüseyin Paşa şaşırdı ve mütehayyir kaldı.Sonra:

-Sen benim elimi ayağımı soğuttun.Ben şimdi aşiretimin korkusundan evime gidemem.Bütün aşiretler toplanmışlar.Benden söz alacaklar.Ben şimdi gidip,bu şekilde anlatsam,diyecekler ’Hüseyin korktu’.Beş para ettin beni.

Bediüzzaman:

-Kullar arasında beş para ol.Allah katında makbul ol.

                      Sonra hüseyin Paşa çaresiz döndü,köyüne gitti.

Bu vakıadan az sonra Bediüzzaman’a Şeyh Said’den bir mektup geldi.Şeyh Said bu mektubunda. “Efendim! Sizin nüfüsunuz kuvvetlidir.Bu harekatımıza iştirak buyurur yardım ederseniz,galib oluruz’ diyor.,Bediüzzaman’ı kıyama davet ediyordu….Mektubu okuyan Bediüzzaman gülümsedi ve kendisine şu cevanı yazdı:

Türk milleti asırlardan beri İslamiyetin bayraktarlığını yapmıştır.Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir.Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez.Biz Müslümanız,onlarla kardaşız,kardaşı kardaşla çarpıştıramayız.Bu şer’an caiz değildirKılıç hariçi düşmana çekilir.Dahilde kılıç kullanılmaz.Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz,Kur’an ve iman hakikatleriyle ,tenvir ve irşad etmektir.En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir.Teşşebbüsünüzden vazgeçiniz.Zira akim kalır.Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkek telef olabilir.”

 Said Nursi daha “Said-i Kürdi” iken de Birinci Dünya Savaşı ile ilgili Cihad fetvasını savunurken de “İslamın kılıncı İslama çekilmez” diyordu.

“1925 yılı başlarında idi.Üstad ile Erek dağında inzivaya çekildiği mağaradan,Van’a Cuma namazına geldik.Üstad her Cuma günü, Nurşin camiinde vaaz ederdi.O günlerde Şeyh Said isyanı Şark vilayetlerini sarmıştı.Bu esnada Kürt Aşiret ağalarından Kör Hüseyin Paşa,Çaldıranlı Mebus Hasan Bey,Osman,Arif,Lezgin Beyler  Van’a gelmişlerdi.Üstad’ın Nurşin camiinde olduğunu duyunca aynı camiye toplandılar.Bu ağaların Van’da toplanmalarından kuşkulunan Van Valisi Nur Bey debir cenazeyi vesile ederek,camiye gelmiş, kendisi dışarıda beklerken, hususi polisini de içeri gönderdi…Camiden en son Üstad çıkmıştı….Evkaf memuru Ömer Efendi’nin camiye bitişik olan evinin bahçesine Üstad’ı davet ettiler.Üstad’ı takiben Kürt Aşiret ağalarıda geldiler.Üstad dini mevzulardan konuşurken maksatlı olarak etrafına oturdular.Üstad bunların vaziyetinden , maksad-ı mahsusla geldiklerini hemen sezip onlara ‘Efendiler!Herhalde menfi bir fikirle gelmişsiniz’ dedi.Onların reislerinden Hüseyin Paşa cevaben ‘evet’ dedi. Ve ihtilale katılam fikirlerini açıkladılar.Bunun üzerine Üstad hiddetle Hüseyin Paşa’ya:

                      ‘Sizlerin bu menfi fikirle meşbu zihniyetinizi daha evvelden de biliyorum.Bu zihniyet menfi olduğu kadar, cahilane bir fikirdir.’ Dedi.

                      Tekrar Hüseyin Paşa’ya hitaben:

 -Acaba bu fikir neden ileri geldi? Soruyorum size.Şeriat mı istiyorsunuz?Böyle haraket zaten aslında şeriata muhaliftir.Bu olsa olsa bir ecnebi tahrikine alet olma keyfiyetidir.Şeriat isterim diye şeriatı alet ederek şeriata muhalefet edilmez.(Altını çizen Necmeddin Şahiner).Böyle şeriat istemek olmaz.

 Nurcu diye bilinen kesimden olan Necmeddin Şahiner’in yukarıda aktardıkları,sözlükaynaklara dayandığı için bunların ne derece doğru olduklarının, ne derece doğru aktarıldıklarının tesbitinin güç olduklarının da tekrar dikkatli altını çizmek istiyorum .Bunlar, olaydan yıllarca yıl sonra yazıldıkıları için ve hem anlatanların hemde yazanların zaman ve çevrenin ,politik ortamın,kişisel eğilimlerinin etkisiyle – en azından ifade ediş tarzlarında- fazlalıklar veya eksiklikler bulabiliceği açıktır.Bu nedenle okuyucunun özellikle araştırmacının bunu göz önünde bulundurması gerekir.

Mehmet Malmisanij Said-i Nursi ve Kürt Sorunu

Tarih dizisi : 9

Birinci Baskı : 1991Bitlisname.com kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.