Kürtlerin, bağımsız bir devlet olmayı başarma becerisinin reddi modern-öncesi zamanlara kadar gider. Örneğin on altıncı yüzyılın ortasında bir Osmanlı memuru Sultanı’na Kürtlerin hükümet etmeye vasıflı olmadıklarını nasihat etmektedir:

Amir Hassanpour(1)
Çeviren: Onur Günay
V. Fırat Bozçalı

Kürt toplumu genellikle aşiret, göçebe ve kentsel-olmayan yapıların bir toplamı olarak sunulur. “Aşiret” kavramı hem genel hem de özel (antropolojik) kullanımlarında ve özellikle evrimci anlayış içindeki sosyal ve siyasal gelişimin devlet-öncesi kademesinde, ilkelliği ifade eder. Diğer olumsuz çağrışımlara(2) ev sahipliği yapmasının yanında bu varsayım Kürtler üzerinde hâkimiyet kuran devletlerin asimilasyoncu ve belli zamanlarda da, soykırımcı siyasetlerine hizmet etmiştir. Örneğin Britanya’nın Irak Manda Yönetimi boyunca (1920–32) Britanyalılar, Kürtlerin aşirete dayalı mizaçlarını vurgulayarak, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı taleplerini reddetmiştir. Kürtlerin Irak devletine entegrasyonunu haklı göstermek için, Milletler Cemiyeti Daimi Manda Yönetimleri Komisyonu’ndaki bir Britanya temsilcisi şöyle demiştir:

Herkesin kabul ettiği gibi kendilerine has birçok vasfa sahip olsalar da, Irak Kürtleri başarılı bir öz-yönetim için elzem olan siyasal birlik özelliğinden tamamı ile yoksundurlar. Teşkilatları ve görünüşleri aslında aşirete dayalıdır. Yaşam tarzları ilkeldir, çoğu okuma yazma bilmemektedir, terbiye edilmemiş, otoriteye karşı öfkeli ve disiplin ya da sorumluluk duygusundan yoksundurlar… (League of Nations (Milletler Cemiyeti) 1930: 186

Kürtlerin, bağımsız bir devlet olmayı başarma becerisinin reddi modern-öncesi zamanlara kadar gider. Örneğin on altıncı yüzyılın ortasında bir Osmanlı memuru Sultanı’na Kürtlerin hükümet etmeye vasıflı olmadıklarını nasihat etmektedir:

Gerçekte, hain bir Kürt, varsayalım ki Tahamtan-vari cesaretiyle ün salmış, hatta…cesaretin görkemli yapısının sağlam bir sütunu olsa da hiçbir zaman iktidar koltuğunda oturmaya lâyık değildir ve karşıt iki taraf ona döndüğünde doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği yoktur. Eğer bunlar silahlı ve atlı bir askeri birlik kurabilirlerse bu en büyük şanstır…(Mustafa ‘Ali 1979: 63).

Mustafa’nın Kürtlerin hükümet etme yetilerini reddi, aslında bir yerde de, Kürt devlet yapısının gerçekliğinden kaynaklanıyor. Mustafa’nın Counsel for Sultans (Nasihatname) isimli (1581’de yazılmış) eserinden yapılan alıntıda, Mustafa, Kürtlerin Arap bölgelerinin hakimleri olan Haşemitler kadar güçlü olduklarından yakınmıştır. Mustafa şunu iddia etmektedir:

Kürt karakteri inatçılık ve ayak diremeden başka bir şey değildir… Bunun içindir ki bundan önceki Sultanların yönetimi altında beylerbeyi görevi hiçbir zaman Kürtlere ya da Türklere [Türkmenlere?] verilmemiştir, hatta beylik görevini bile, ataları gelecek kuşaklar için beylik unvanını tuta gelmiş olan beyin oğlundansa, bunlardan birine vermek münasip görülmemiştir. Fakat bizim devrimizde bu sınıf farkını tarassut etmek külliyen ortadan kalkmıştır. Türkler ve Kürtler, eğer gümüş ve altın paralara sahipseler, Haşemit önde gelenlerinden dahi daha yüksek yerlere layık görülüyorlar (Ibid).

Bu iddialardan açıkça anlaşıldığı üzere, Osmanlı devleti kendi doğrudan yönetimini Kürdistan’a kadar genişletecek bir konumda değildi. Osmanlı devleti yarı-bağımsız ya da otonom Kürt devletçiklerini tanımak zorundaydı. Benzer bir biçimde Safavi devleti de kendisinin doğrudan varlığını Kürdistan’da daim etmekte başarılı olamadı.
Beylikler Sistemi

On beş ve on altıncı yüzyıllardaki Kürt siyasal iktidarının yükselişi önemli teferruatlarıyla Şeref-Name’de belgelenmiştir. Şeref-Name’nin yazarı, Şeref Xan, güçlü Bitlis beyliğinin beyidir. Şeref Xan; Kafkaslar, Azerbaycan, Kürdistan ve İran Körfezi’ndeki toprakların kontrolü için Osmanlı ve Safavi devletleri arasındaki sonu gelmeyen çekişmeden zarar gören bölge olan Batı Asya’daki siyasi durumun farkındaydı. Şeref Xan’ın babası Safavilerin tarafında yer aldı, ancak sonra Şeref Xan taraf değiştirdi ve Kürtlerin tarihini ilk anlatan çalışmayı derlediği yere, Bitlis beyliğine kendi beyliğini yönetmek için geri döndü. Şeref Xan, Safavi Sarayında hizmet verirken, İran devletinin idari yapısını ilk elden tecrübe etmiş oldu.

Yazar Şeref-Name’yi yazmadaki gayelerini belirtiyor. Tarihçiler “hiçbir dönemde ve zamanda Kürdistan valilerinin (volatlarının)(3) durumlarını ve onların içinde bulunduğu koşulları anlatmamış” olsa da Şeref Xan “onların durumlarını tasvir eden ve onların hal ve hareketleri hakkında bir derleme ile ilgili bir kitap yazmaya” karar vermiş; “böylelikle Kürdistan’ın görkemli aileleri giz ve inkârın örtüsü altında kalmayacaktır…” (Şeref Xan (Sharaf Khan) 1964: 9). Yazar birkaç sayfayı Kürtlerin hal, tarz ve karakterlerine ayırsa da kitap Kürt hanedanları ve beyliklerinin tarihi ve onların Osmanlı ve İran devletleri ile ilişkileri üzerine eğiliyor. Şeref Xan Kürtlerin hükümet etme geleneğine sahip bir halk olduğunu göstermeye çalışmıştır. Çalışmasına “Kürdistan’ın hükümdarlarının (hâkimlerinin) hikâyesi” demiştir (s. 586).

seref4

Yazar’ın Kürt hanedanlarının oluşumu ve onların tarihi ile ilgili kaygısı kitabın bütününe nüfuz etmiştir. En çok dikkat çekici olan şey ise, kitabın bölümlerinin, hanedanların coğrafi konumları yerine elde ettikleri bağımsızlık derecelerine göre düzenlenmesidir. Bu nedenle, kitabın ilk dört bölümü (sahifeh) “saltanat sancağını çekmiş ve tarihçilerin sultanlar gibi muamele ettiği” hanedanlara ayrılmıştır (s. 36). İkinci bölüm, “saltanatlarını bağımsız olarak ilan etmemelerine ve daha yüksek bir mevkiye yükselmeyi düşünmemelerine rağmen, yine de belli zamanlarda kendi adlarına para bastıran ve hutbe okutan Kürdistan’ın büyük hükümdarları” ile ilgilenir. Üçüncü bölüm “Kürdistan’ın diğer emir ve valileriyle (omar? va hokkam)” ilgilenirken, son bölüm ise Bitlis’in hükümdarları ile ilgilidir (s. 439).

Yazar “bağımsız hükümet” (hokumat be esteql?l ya da çeşitli başka versiyonlarını, ör. ss. 118, 119, 121, 169, 193, 558) kavramından, özellikle ikinci tip babadan çocuğa geçen hükümdarlıkları tasvir ederken, geniş ölçüde yararlanır. Bağımsızlık için ölçütler para bastırmak, hükümdarın kendi adına, örneğin Cuma namazında, hutbe okutmak (ör. s. 495) ve “herhangi bir sultana boyun eğmemektir” (s.486). Şeref Xan yazdıklarını beyliklerin hükümet etmekteki başarılı olduğu kabulü ile yazıyor. Örneğin Baban beyliği hükümdarının getirdiği “hükümet etmekteki yenilikleri” (ikhtir?’?t dar hokumat), Şeref Xan takdir etmiş, kitabında hükümdarın daha yüksek bir mevkiye yükselme ve topraklarını genişletme yönündeki dürtülerini (‘oruj va khoruj) olumlu bir biçimde hükümet etme zanaatının yüksek bir seviyesi olarak gösterilmiştir (s.363).

Şeref-Name, on altıncı yüzyılın sonunda, beylikler sisteminin geliştiği bir dönemde kaleme alınmıştır. Bu dönemde bütün Kürdistan’ı yaklaşık kırk irili ufaklı emirlik yönetmekteydi. Devletçiklerin idari yapısı bölgedeki büyük devletlerin, özellikle Osmanlı devletinin idari yapısına benzemekteydi (Bruinessen 1992: 161–75).

Kürt Devlet İktidarının Merkezileştirilmesi üzerine Tartışma

Türk tarihçi Halil İnalcık “Osmanlı devletinin ortaya çıkışı sorusu” üzerine çalışırken, şunları not eder (1980: 71): “Selçuklu-Bizans sınır boylarında kurulu olan küçük bir sınır beyliğinin nasıl modern zamanların en güçlü imparatorluklarından biri haline geldiği tarihçileri hala şaşırtmaktadır.” Bunun kadar şaşırtıcı olan diğer bir soru ise: Neden belli bir güce sahip olan, çok sayıdaki Kürt beyliklerinden hiçbirisinin merkezi ya da güçlü bir devlet haline gelmediğidir?

Kürt devlet iktidarının merkezileştirilmesi sorusu Şeref Xan, onun çağdaşları ve bir yüzyıl sonra, Kürt şairi Ahmede Xani tarafından ortaya atılmıştır. Şeref Xan Kürtlerin “doğunun en uzak köşelerinden batının uç bölgelerine kadar uzanan” (s. 25) geniş topraklarına işaret eder, fakat Kürtlerin “birbirlerini takip etmediğinden, birbirlerine boyun eğmediklerinden ve aralarında bir uyumun bulunmadığından” (s. 31) yakınır. Uyumsuzluğun kaynaklarını açıklarken, Hz. Muhammed’in Kürtlerin hiçbir zaman birleşmemesi için dua ettiğini iddia eden, çağdaşı olan bir tarihçinin, T?j al-Taw?r?kh,’in yazarı, Mevla’na Sadettin’in bir hikâyesine dayanır. Şeref-Name’de tasvir edilen saltanatını ilan etmiş olan beş hanedanlık dışında “O günden beri bu halk (t?yefeh) bir devlete sahip olmamış ve saltanat ilan etmemiştir” (s. 33). Ayrıca Şeref Xan “hükümet etme (farm?nfarm?’?) Kürtler arasında etkin değildi” diye yazmıştır (s. 32).

Şeref-Name’nin yazıldığı zamandan bir yüzyıl sonra, 1695’te yazan Xani, Kürdistan’ın 1639 Osmanlı-Safavi sınır antlaşması ile resmi olarak bölünmesini ve sonrasında Osmanlı kuzey Kürdistan’daki Kürt beyliklerine karşı kurduğu baskıyı yaşamıştır(4). Xani, devlet iktidarının merkezileştirilmesiyle gerçekleştirilecek olan Kürt birliği sorusunu açık açık ortaya atmıştır. Her ne kadar merkezileştirme çok çeşitli gaye ve çıkarlara hizmet edebilirse de Xani için, merkezileştirme Kürtleri Osmanlı ve İran devletlerinin baskısından kurtarmanın tek yoludur.

Xani Kürtlerin, Osmanlı-Safavi savaşlarından dolayı, yıkımıyla (me?k?m [b?n]), yoksulluğuyla (me?r?m [b?n], b. 217)(5), iki güç tarafından yenilgiye uğratılması ve boyunduruk altına alınmasıyla (mexl?b ? mutî’ b?n) ilgili yazar (bb. 216–217). Xani Osmanlı ve İran yönetimlerini küçük görüyor ve Osmanlı-yönetimindeki Kürdistan’dan “baykuşun pençesindeki harabeler” (b. 206)(6) diye bahsediyor. Xani Kürtlerin Osmanlı ve İranlılara (Turk ? Tacîk) tabiiyetini bir “utanç” (‘ar, bb. 207, 209); ve bu iki gücü de “bayağı” (le? îm, b. 205) olarak görüyor.

On yedinci yüzyıl Batı Asya’sında halklar, hükümet etme “haklarından” ziyade, hükümet etme becerilerine göre değerlendiriliyorlardı. Bazı halklar ya da kişiler yönetmek için, diğerleri ise yönetilmek için yaratılmışlardı. Bu hiyerarşi, yukarıda Mustafa Ali’nin Nasihatname’sinden yapılan alıntıda da açıkça ifade edilmişti. Bu söyleme karşı çıkarak, Xani, Kürtlerin yönetici halklardan (Araplardan, İranlılardan, Türklerden) aşağı olduğu iddiasını: Kürtlerin “eğitilmemiş, kökenden ve esastan yoksun” (b. 240) oldukları, “[yüksek] gayelerine inanmamış” oldukları (b. 242); ne talip ne de matlub … ne aşık ne de maşuk” olmadıkları (bb. 240–244) iddiasını sorgulamıştır. Xani, Kürtlerin “kemalden yoksun” (bikemal) olmadıklarını, bundan ziyade Kürtlerin “yetim ve şansız” (b. 245) olduklarını; Kürtlerin “tamamen cahil ve bilgisiz değil, ancak kederli ve bir koruyucudan yoksun” (b. 246) olduklarını iddia etmiştir. Xani için, Kürt dili, büyümekte ve saygın İran diline denk bir hale gelecek olsa da, hala bir “çocuktur” (b. 338, 342–343).

Xani, Kürt hükümdarlarını (mirlerini), onların Hatem gibi cömert (bezl? Hatem), Rüstem gibi mücadeleci (rezm? Rostem), cesur (cwam?rî), azimli (himmet), eli açık (sexawet), hükümran (mîrînî) ve sert (celadet)…(bb. 219–225) özelliklerinden dolayı, övmüştür. Ancak beyler birbirleriyle uyumsuz (b?tifaq), söz dinlemez ve bölünmüşlerdir… (be temerud ? şiqaq) (b. 230). Bu bölünmüşlüğün kaynağı, Kürt hükümdarlarının “[kimsenin] minnetini (minnet) taşımasına” izin vermeyen nitelikleri, onların başsızlığı (xîret), yüksek ihtirasları ve yiğitlikleridir (bb. 228–229).

Yani Xani’ye göre Kürtlerin devam eden esaretinden, “şairler ve yoksullar” (şa’ir ? feqîran) gibi sıradan insanlardan ziyade, Kürt hükümdarları (hakim ? emîran) sorumluydular çünkü bu Kürt hükümdarları bir Kürt padişahın sancağı altında birleşmeye istekli değillerdi. Sonuçta Kürtler “bir veliden yoksun” (b?xudan), “yetim” (yetîm) kaldılar; halbuki bir yetim ancak bir “veli” (xudan) tarafından korunduğunda olgunlaşabilirdi (bb. 245–247). “Eğer bizim de bir padişahımız olsaydı, eğer Allah onu bir taca değer bulsaydı, eğer ona bir taht tayin edilseydi, bizim de talihimiz tahakkuk edecekti” (bb. 201–203).

Ne Xani ne de Şeref Xan siyasal iktidara dair kuramsal ya da düşünsel hiçbir anlayış geliştirmemişlerdir. Buna rağmen Şeref Xan’ın hükümet etme ile ilgili varsayımları çalışması boyunca genişçe ifade bulmuştur. En yüksek kademeden, padişahtan, en düşük kademeye, emirlere kadar hükümdarların, her zaman için yönetici hiyerarşiye uyması gereken, tebaaları (ra’?y?) üzerinde babadan oğla geçen bir hükmetme ayrıcılığına sahiptirler (Vasil’eva 1976: 27–34, 349–50).

Xani’nin Kürdistan’ın içinde bulunduğu siyasal durumun analizi Xani’nin şiirsel bir anlatıma sahip olan öyküsü Mem u Zin’nin( Mem ile Zin’nin) giriş bölümünde kaleme alınmıştır. Xani’nin Kürtler ile hayali padişahları arasındaki ilişkileri nasıl tasvir ettiğine dair yeterli bulgu bulabiliyoruz. Xani Kürt beylerini ve Kürt dilini göklere çıkarmasına rağmen (cesaretli, ihtiraslı, cömert, v.b. bb. 226–227, 265–273), Kürtler için yetim bir halk teşhisini yapmaktadır: Kürtler, Osmanlı ve İran hâkimiyeti ile bu güçlerin Kürdistan’ı bölmesi nedeniyle “savunmasız kalmış” (b?penah, b. 272), “boyunduruk altına alınmış” “yoksun bırakılmış” “yenilgiye uğratılıp esaret altına alınmış”, “acı bir sona mahkûm edilmiş, tamamen muhtaç bir duruma düşmüş” (b. 207) ve “kendi kanlarına bulanmışlardır” (bb. 224–225). Sadece bir padişah bu durumu tersine çevirebilirdi.

Modern-öncesi dönemlerin monarşi bakış açısına uygun olarak; “dünyaya göğüs geren” (cihanpenah, b. 196), “ağırbaşlı” (serfiraz) ve “hayırsever” (sahibkerem, b. 199) olan bir Kürt padişahı (padşah, bb. 196, 202) tasvir edilmiştir. Xani’ye göre bir Kürt padişahı “tacını elde etmiş olsaydı biz de hüküm süren olabilirdik (rewac), padişah bize, yetimlere göz kulak olurdu, [ve] bizi bu kalleşlerin elinden kurtarırdı; o zaman bu Türkler bizi yenilgiye uğratmamış olurdu, bizler baykuşun pençesindeki harabelere dönmüş olmazdık” (bb. 203–206). Bir Padişah, “kalemimizin” (qelem) ve “hünerimizin” (huner) hakiki olduğunu kanıtlayacaktır; “acımıza derman olacak” ve bilgimizi (‘ilm) ileriye götürecektir (bb. 197–198). Xani’ye göre “eğer birliğimiz olsaydı, eğer hepimiz birinin sözü altına girseydik” Kürtler sadece zorbalardan kurtarılmayacaklar, “Osmanlılar, Araplar ve İranlıların hepsi bizim kölelerimiz (xulam) olacaklardı; biz dine ve dünyaya (dîn ? dewlet) [kendi] kelamımızı verecek, bilgi ve erdemi (‘ilm ? hikmet) elde edecektik… (bb. 231–233). Xani Kürt dilinin ve edebiyatının gelişmesi için bir padişahın hamiliğinin önemini vurgular (bb. 247–252, 270). Bir padişah iktidarı nasıl eline alır? Xani Kürt “hükümdar ve emirlerinin”, Kürtlerin ıstırabının sorumlusunun olduklarını ve “her kim ki tutkulu ellerine kılıcını almaya cesaret ederse, bu dünyanın hükümetini teslim alacağını” buyurur” (bb. 210–211). Sonrasında Xani, dünyanın hem kılıç hem de kerem (şîr ihsan ) ile fethedilebileceğini belirtir (b. 215).

Şeref Xan ve Xani’nin tersine beyliklerin birlik olmayışları Kürtlerin tabiatı ya da Kürt emirlerinin mizacıyla açıklanamaz. Siyasi iktidarın küçük devletlere dağılması, gerçekte, erken feodalizmin olduğu her yerde yaygındır. Merkezileştirme ise başarılması zor bir şeydir. Merkezileşme daha gelişmiş feodal düzen içinde devlet oluşumunun genel bir eğilimi ya da trendi olarak ortaya çıkar. Xani’nin kendisi de beyliklerin ortadan kaldırılması için çağrıda bulunmamıştır. Ancak Kapitalist düzen içinde mümkün olabilecek olan, egemenliğin neredeyse tamimiyle merkezileştirilmesi, on altıncı yüzyıl feodal toplumunda tasavvur bile edilemez. Xani’nin Kürt monarşisi hala padişah ile beyler arasında bölünmüş bir egemenlik anlayışı içerir.

Eğer siyasi iktidarın dağılması, feodal siyasal düzenin “doğal” şekli ise merkezileştirme beraberinde belli bir tansiyonu, mücadeleyi, başarısızlığı ya da geri çekilmeyi de getirecek ve zarar görecektir. Örneğin, feodal Çin’de, ilk merkezi devlet İ.Ö. 221 yılında Chin (Qin) hanedanlığı tarafından kurulmadan önce, beylikler sekiz yüzyıldan az olmayan bir süre boyunca varlıklarını sürdürdüler. Bu ilk birleşme savaş aracılığıyla sağlandı ve birleşmeyi, dağılma ve yeniden birleşme dönemleri izledi. Siyasi iktidarın dağılması ile merkezileştirme arasındaki çatışmanın siyasal ve entelektüel tartışmalara nüfuz etmesi iki bin yılı aşkın bir süredir, Kültür Devrimine değin süre gelmiştir (Yi-liang 1974; Hsiao 1975; Finer 1997: 473).

Avrupa’da da merkezileştirme süreci geciktirilmiş, çatışmalı ve inişli çıkışlı bir süreç olarak tamamlandı(7). Fransa ve Britanya’da merkezileştirme mücadelesi on üçüncü yüzyıldan on beşinci yüzyıla değin uzanır. Rusya’da ise merkezileştirme süreci on beşinci yüzyılın sonundan on altıncı yüz yılın başlarına kadar devam etmiştir.

Egemenlik Sorusu

Beylikler, yönetimlerinin başından beri, topraklarının önce, Türkmen göçmen hanedanları (Kara Koyunlu, Ak Koyunlu, geç on dördüncü ile on beşinci yüzyılları arasında), sonra da Osmanlı ve Safavi devletleri tarafından işgal edilmesine direnmişlerdir. Sonuç olarak, her beylik sisteminde yaygın olan iç çatışmalar ile dış savaşlar birbiriyle içice geçmişti. Emirlikler kendi otonomilerini muhafaza etmek için iki imparatorluğu birbirine karşı kullandı, aynı zamanda onlar tarafından kullanıldılar. Sonuçta iki güç arasındaki çatışmanın ayrılmaz bir parçası haline geldiler. Bu koşullar altında, özellikle Türkmen hanedanların son Kürt beyliğinin yıkıldığı on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar iktidara gelmeleriyle, Kürdistan üzerinde yıkıcı bir savaş dayatıldı. Bitmek bilmeyen savaşlar Kürtlere ve Kürtlerin ülkesine korkunç yıkımlar getirdi. Yaklaşık dört yüzyıl süren katliamlar, insanların zorunlu göç ettirilmesi, kent ve kasabaların yıkılması, kırsal ve kentsel ekonomilerin yok edilmesi, kıtlık ve salgın hastalık gibi şartlar altında insanların hayatta kalmış olması şaşırtıcıdır. Bu durumun, her ne kadar siyasi sonuçları çok iyi bilinse de, Kürt toplumunun sosyal ve ekonomik gelişimine olan etkisi üzerine hala hiçbir çalışma yapılmadı.

Şeref-Name ile Ahmede Xani’nin eseri, en azından entelektüeller ile hükümdarlar arasında, dönemin tarihsel ve siyasal koşulları içinde Kürtlerin durumuna dair bir siyasal farkındalığın olduğunu gösterir. Şeref Xan bir beydi ve onun yazdığı tarih Kürdistan’ın feodal yönetici sınıfının gözünden yazılmıştı (Vasil’eva 1976: 27–34, 349–50). Bunun tersine, Xani, kendi deyimiyle, garibanlar ve okuryazarlar sınıfının bir üyesiydi (b. 210), bir soylu (gewherî) değil, bir sokak satıcısıydı (pîlewer), eğitim almamış (perwerî), kendi kendini eğitmişti (xudriste) ve dağlardan, uzak yerlerden gelmekteydi (k?hî ? kenarî) (bb.355–356). Siyasi ve ideolojik olarak, Krikavová’nın (1974: 103) yazdığı gibi, Xani “ okumuş ve yurtsever görüşlere sahip feodal bir zümrenin sözcüsüydü.” Osmanlı ve Safavi baskısına karşı mücadele ederken, Xani kurtuluşu beyliklerin bir hükümdarın hükümeti altında birleşmesinde bulmuştur. Döneminin tarihsel sınırları içinde, Xani Kürt egemenliğini, diğer sosyal sınıfların, dağınık yerleşmiş köylerde yaşayan köylülerin, küçük zanaatkârların ve Kürt kentlerinin tüccar nüfusunun hükümetinde arayamazdı.

Hem Doğudaki hem de Batıdaki birçok çeşitli biçimlerine rağmen, feodal devlet iktidarı kullanma şekli açısından dikkat çekici bir evrensellik arz eder. Konu ile ilgili çalışan öğrenciler genellikle, “feodalizmin yerel ve kişisel iktidar ile birlikte toprağa dayalı bir dağılmanın lehine işlediği, ancak bu çakışan talep ve güçlerin çatışma ve sürtüşmeyi şiddetlendirdiği” üzerinde; “Feodal hükümdarların primus inter pares [eşitler arasında birinci] oldukları, kendi beylerinden nitelik olarak değil de derece olarak farklı oldukları ve beylerine karşılıklı yükümlülüklerle bağlı oldukları” üzerinde ve “Kralın, güçlü beylerine ordu ve vergi toplamak açısından bağımlı olduğu, Kral için gerçekten egemen olmanın aşıla gelmeyen güçlü bir hükümdar olmaktan daha zor olduğu” üzerinde anlaşır (Mellor 1989: 44–45; ayrıca bkz., Peirson 1996: 41–43). “Yani feodal kral hiçbir zaman için ‘egemen’ değildir, sadece ‘hükümdardır (suzerain)’ (Hall 1984: 6).(9)

Şeref-Name Kürt beylikleri ile İran ve Osmanlı Türkiyesi devletlerinin iktidar kullanımlarının sınırları hakkında önemli kanıtlar sunmaktadır. Her beylik içinde iktidar ilişkilerinin belli bir hiyerarşi vardı. Yüksek otorite “tebaasını” askeri ve ekonomik gücüne dayanarak yöneten ve genellikle erkek olan, tek bir kişide toplanmıştı. Her zaman sınırlı da olsa, düzeni devam ettirmeye ve en azından hükümet koltuğunu korumaya muktedir daimi bir askeri güç vardı. İstilacılara karşı korunmak ya da saldırı harekâtlarını yürütmek için bu ordunun; savaşçı, at, silah ve kendi müfrezeleri için lazım olacak diğer mühimmatları sağlamakla yükümlü olan feodal beyler ve aşiret reislerinden sağlanacak askeri destek ile takviye edilmesi gerekirdi. Bununla eşit derecede önemli olarak bey, kendi toprakları içinde yaşayan dini otoritelerden, ruhban sınıfından ve diğer din adamlarından vergi ve destek toplama yetkesine sahipti. İktidarın kullanımı despotça ve keyfiydi. En zayıflar, köylüler, dini ve etnik azınlıklar en savunmasız konumda olanlardı. Hükümet etme babadan oğla geçer ve her beyliğin aşağı yukarı tanımlanmış bir toprağı vardı. (bkz. Bruinessen 1992: 133–204 beyliklerin yapısına dair bir araştırma için).

Şeref-Name’nin yazıldığı dönemde Kürdistan diye tanımlanan toprakların büyük bölümünün yaklaşık kırk tane irili ufaklı beylik yönetiyordu. Osmanlı ve Safavilerin Kürdistan’da aktif bir merkezileştirme politikası gütmelerine rağmen, bu iki güç beylikleri yıkmayı başaramadı. Özellikle 1639 öncesinde iki devlet arasındaki düşmanlık merkezileşmenin önünde bir engel olsa da, ana etken feodal üretim tarzının, beyliklerin gücünün ve direncinin ve iki imparatorluğun bölgede düzenli ve etkili askeri varlık sürdürememelerinin getirdiği sınırlamalardır. Böylece iki imparatorluk genel olarak, Kürt beylerinin babadan oğla geçen hükümetlerini kabul etmek, onlardan vergi ve askeri destek almakla yetinmek zorunda kaldılar. Kürdistan’daki Osmanlı ve İran devlet iktidarlarının merkezileştirilmesi sürecinin artan hızına rağmen, altı büyük Kürt beyliğinin on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar hayatta kalmaları dikkat çekicidir.
Kürdistan’da Devlet Formasyonu Tarihçiliği

Şeref-Name Kürtlerin etnik kimliğiyle Türk ve İran devletlerine karşı muhalefetlerini vurgular. Şeref-Name sürekli Kürt-olana karşı Kürt-olmayanı, özellikle Türkleri ve İranlıları koyar. Kürdistan, “Kürtlerin diyarı” (ard al-akr?d) diye adlandırıldığı 1076 yılında ait bir harita dışında hiçbir haritada yer almamıştı(10). Şeref Xan Kürt hanedanlarının ve Kürtlerin dört kurucu unsurunun (Kurmanc, Lur, Kelhur ve Goran) anavatanı olarak Kürdistan’ın haritasını yapmıştır. Kürdistan merkezi devleti yokken, Şeref-Name’nin onun sınırlarını ilan edişi, böyle bir ülkenin/devletin sembolik bir yaratısıdır. Sınırlar resim yerine sözlerle çizilmiştir:

… ve Kürdistan vilayetinin başlangıcı Hint denizi boylarındaki Hürmüz denizinin kıyılarından, bir hat üzerinde devam eder ve Malatya ile Maraş vilayetinde son bulur. Bu hattın kuzeyinde Fars, Irak-ı Acem ve Azerbaycan ve Küçük ve Büyük Ermenistan vilayetleri vardır. Güney yakası ise Irak-ı Arap, Musul ve Diyarbakır boyunca uzanır (Şeref Xan 1964: 24–25).

Osmanlı ve İranlılar da yönetmek istedikleri toprakların ve o topraklarda yaşayan halkın etnik kimliğinin farkındaydılar. İki devletin de idari isimlendirmelerinde, Şeref Xan tarafından haritası çizilen bölgenin büyük çoğunluğu Kürdistan diye geçiyordu. “Kürt” terimi de Kürdistan’da ikamet eden Ermeniler, Asuriler, Yahudiler dâhil olmak üzere herkes için değil, sadece etnik olarak Kürt olanlar için kullanılıyordu (bkz. ör. “Kürtler” ve “Kürdistan” kelimelerinin on yedinci yüzyıl Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde kullanımları için, Dankoff 1990).

Bu iki güç Kürtlerin etnik yapısına müdahale etmeye muktedir olmamalarına rağmen (ör. Kendi dil ve kültürlerini dayatarak), diğer şeylerin yanında, Horasan kadar uzak bölgelerde yaşayan insanları göç ettirerek, Türk boylarını Kürdistan’a yerleştirerek Kürtlerin etnik bütünlüğünü zayıflatmaya çalışmışlardır. İran devletinin, Safaviler ile Kajarların hakimiyeti altındaki Mukri Kürdistan’ını Türkleştirilmesiyle ilgili yazan Minorsky (1957: 65), bölgede “Kürtlerin kendi özel alanlarını nasıl korumayı başardığını şaşırtıcı” bulur.

Kürt devlet formasyonu ile ilgili literatür sınırlı da olsa, şu ana kadar çok çeşitli metodolojiler ile kuramsal perspektifleri içermektedir. Kürt milliyetçisi bir perspektiften yazan Cemal Nebez “büyük bir Kürt devleti kurma çabalarının” Şeref-Name’den öncesine dayandığını savlar, çünkü Şeref Xan ve çağdaşı Sadettin bu meseleyi tartışmıştır (Nebez 1984: 34). Ahmede Xani’ye atıfta bulunan Nebez “bütün Kürt milletini içine alan, bir Kürt kralın başında olduğu bağımsız bir Kürt milli-devletini (dewletîkî Kurdî nasyonal) kurma fikrinin” hiçbir yerden alınmadığını, bu fikrin Kürdistan’ın kendi içinden çıktığını iddia eder (ss. 34–35). Nebez, o dönemin (on altıncı yüzyıl) İran, Arap ve Türk halklarının, Kürtlerin tersine, “milli-devlet” yerine “toprağa dayalı devlet”(11) kurmakla ilgilendiklerini düşünmektedir. Nebez “birbiriyle aynı olmayan doğulu Kürt toplumu ile batılı Avrupa toplumunda iki farklı tarihi kaderin vuku bulduğunu” iddia eder; “sözgelimi, doğulu Kürt feodal toplumunda milli-devlet’in kurulması için gayret eden milliyetçi bir düşünce tarzı varken, Avrupalı batı toplumunda, milli-devlet milliyetçi burjuva sınıfı tarafından kurulmuştur” (ss. 34–35).

Nebez “merkezi” ile “milleti”, etnisite ile de belli bir milletin vatandaşlığını birbirine karıştırmaktadır. Nebez, bir yanda millet fenomeni ile milliyetçilik arasında, öte yanda ise sosyal sınıf ile sosyo-ekonomik formasyon arasında hiç bir bağ görmüyor. Böylelikle Nebez milliyetçiliğin, gelişimin kapitalist evresinin bir ürünü olduğunu söyleyen Marksist tezi reddediyor, çünkü Nebez İranlıların “doğu milliyetçiliği” fikrini kapitalist dönemden bin yıl önce geliştirdiği iddiasında bulunuyor (ss. 110–11). Milliyetçilik, böylece, entelektüeller ya da hükümdarların akıllarına herhangi bir zamanda gelmiş olması mümkün olan tarih-dışı bir fikre dönüşmüştür. Yani, milliyetçilik, tüm grupların ve yerelliklerin toplamından daha geniş olan bir siyasal topluluğa ki bu geniş topluluk millettir, ait olma fikri ya da hissiyatıdır.

Hâlbuki Nebez’in söylediklerinin tersine kapitalizm-öncesi toplum ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel olarak, konuşulan dil ve topraklar açısından bölünmüştür. Böyle bir sistem kendisini, çok çeşitli ve birbirinden ayrı aşirete, tarıma ve kente dayalı formasyonların sonunda milli bir dil, “milli kültür” ve milli-devlet ile birlikte bir millete dönüştürecek bir birleşmeye elverişli değildir. Şüphesiz ki, Şeref Xan ve Xani Kürtlerin kimler olduğu (Türk-olmayan, Arap-olmayan ve İranlı-olmayan bir halk) ve anavatanları, Kürdistan’ın nerede olduğu hakkında net bir görüşe sahiptiler. Üstelik Xani açıkça bir Kürt padişahının liderliği altında bir Kürt devletinin kurulması için çağrıda bulunmuştur. Ancak bunlardan hiçbirisi modern “milli-devleti” ifade eden milli-devlet fikrine denk değildir. Millet ve milliyetçilik fikirleri Batı kökenlidir ve bu fikirler feodal toplum ve devletten kapitalist toplum ve devlete geçiş ile yakından ilgilidir. Nebez bir alternatif olarak “doğululara” özgü milletler ve milliyetçilikler sunmakta başarılı olamamıştır.

Nasıl ki Nebez etnisiteyi Kürt devlet formasyonunun temel motoru olarak sunmuşsa, Türk milliyetçisi yaklaşım hem etnisitesini hem de devleti Kürt tarihinden siler. Buna uygun olarak, on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Osmanlı imparatorluğundaki Kürt aşiretleri ile aşiret-devlet ilişkilerini inceleyen çalışmasında Özoğlu Kürtleri şuna kara vererek etnisite-dışı göstermeye(12) çalışmıştır:

“… ‘Kürt’ terimi on altıncı yüzyılda aynı vizyonu paylaşan bir grup insandan ziyade, bir coğrafi bölgeyle ilişkilendirilmiş olmalıdır. Bu aynı zamanda ‘Kürt’ ve ‘Kürdistan’ terimlerinin makale içindeki kullanımlarıdır. Pratik sebeplerle bu makale farklı diyalektler konuşan, farklı inançlara sahip ancak aynı engebeli toprakları ve bir noktaya kadar da aynı kaderi paylaşan sosyo-politik grupların bir toplamı olarak Kürt kelimesini kullanır. Bu makalede kullanılan ‘Kürdistan’ terimi herhangi bir siyasal çağrışım taşımaz, bu terim basit olarak Osmanlı etkinlik alanı içinde Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı coğrafi bölgeyi ifade eder (1996: 9–10).

Burada tarihçi ancak “ortak bir vizyonu” (s. 24), ki sanki böyle bir ortak vizyonu Türkler, Araplar ya da her hangi başka bir halk on altıncı yüzyılda ya da yirminci yüzyılda paylaşabilirmiş gibi, insanlar paylaşırsa Kürt teriminin “kolektif bir kimlik” için bir etiket olarak kullanılabileceğini varsayıyor. Özoğlu, Kürdistan terimini coğrafi bir olgu olarak kullanarak terimi depolitize ediyor: Kürtler, farklı diyalektler ile farklı inançlara sahip olan, sadece “engebeli topraklarla” birlikte belki de “aynı kaderi” paylaşan “sosyo-politik grupların bir toplamıdır”. Bu kavramsal stratejilerle uyumlu olarak, Özoğlu Kürtlere bazı aşiret-dışı özelliklere sahip bir aşiretler toplamı olarak davranıyor. Böylece, emirlikler ya da beylikler devletçikler ya da Bruniessen’in deyimiyle “(proto)devletler” olarak görülmüyor. Özoğlu için beylikler; “aşiretten, büyük boyutları, çok daha heterojen olan kültürleri, varsaydıkları kökenleri, katmanlı sınıf kompozisyonları, belli koşullar altında sağladıkları birlikleri ve devletle olan yakın ilişkileri itibariyle ayrışan”, aşirete dayalı “konfederasyonlardır” (s. 8). Hâlbuki beyliklerin devlet yapılarına dair kanıtlar mevcut olsa da, Özoğlu “devlet-benzeri Kürt emirliklerinin sonraki yüzyıllarda ortaya çıktığını” kabul eder. Ancak ona göre hala “devlet-benzeri” emirlikler Kürt toplumunun ürünü değildir; bunlar Osmanlı devletinin ürünleridir(13). Kendi deyimiyle “Osmanlı devleti Kürt emirliklerinin oluşum sürecinin doğrudan sorumlusudur ve bu sürece aktif olarak dâhil olmuştur” (s. 5)(14). Sonuç olarak Kürtlerin “devletlerle ilişkilerinde tamamıyla pasif kaldıkları” görüşüne karşı çıkan, Özoğlu Kürtlere “güçlü imparatorlukların kenar bölgelerinde yaşayan ve kendilerini çevreleyen devletlerle başa çıkabilmek için beceriler geliştirmiş olan aşiretler” gibi davranır (s. 26; ayrıca, s.27). Dolayısıyla yazarın Kürtlerle ilgili pasifist-olmayan görüşü Kürtlere ancak aşiretçiliklerini ve aşirete dayalı yapılarını yeniden üretme gücü bahşeder. Özoğlu Kürtler ya da Kürdistan için, bir hak olarak bile, her hangi bir merkeziyetçiliği reddeder ve Kürtleri imparatorluğun kenarlarına sonsuza dek hapseder.

Sovyet tarihçilik geleneği Kürtlere, kendi ayrı tarihine sahip bir halk olarak davranmasıyla Türk, İran ve Arap milliyetçisi yaklaşımlardan ayrışır. Kuramsal olarak belirli bir noktaya yoğunlaşmamasına ya da yüksek düzeyde ustalık ve bilgiyle işlenmemiş olmamasına rağmen bu literatür devlet formasyonu ile etnisiteyi feodal üretim tarzının gelişimine yerleştirir. Bunun içindir ki, Baban ve Ardalan emirlikleriyle ilgili çalışmasında Vasil’eva (1991: 241–45) bu iki beylik ile diğer beylikleri siyasi iktidar kurumunun işlemesi için gerekli olan tüm yapılarıyla gerçek devletler olarak incelemiştir. Osmanlı ve İran devletlerine olan bağımlılıklarına rağmen, beylikler Kürt toplumunun evrim sürecinde ortaya çıkmıştır ve topraklarının gerçek sahipleridir. Aşiretsel ve göçebe formasyonlar bu beyliklerin bir parçası olarak görülmüştür. Vasil’eva her ne kadar aşiretçiliğinin dönemin Kürt milliyetçi hareketi üzerinde olumsuz etkisi olduğunu kabul etse de aşiretler, geçmişte Kürt etnik kimliğinin korunmasına katkıda bulunmuş “etnososyal ve sosyopolitik” varlıklar olarak ele alınmıştır (s. 242). Marksist kuramdan etkilenen Vasil’eva, ilk defa, çalışmasının bütün bir bölümünü beyliklerin “ideolojik durumunun” incelenmesine ayırmıştır (ss. 211–40). Başka bir yerde de Vasil’eva beyliklerin sosyo-ekonomik tarihlerinin çalışılmadığını belirtir ve bu beylikleri kültürel ve ekonomik olarak yıkıcı formasyonlar olarak görmenin uygun olmayacağını ekler. Vasil’eva Şeref-Name’nin beyliklerin gelişen ekonomileri ile kültürleri hakkında kayda değer kanıtlar sunduğunu not eder. (1967: 45–46).

Sovyet tarihçiliği geleneği içinden yazan Krikavová (1979) “Kürt hanedanlarının iktidara gelişlerini” feodalizmin gelişimine bağlar (s.148). “Etnik” ile “milli” gelişim arasında bir ayrım yapılmışsa da, zaman zaman bu iki kavram birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Yazar hala Kürt milletinin oluşumu üzerindeki, kapitalizm-öncesi ilişkilerin dayattığı, kısıtlamalara vurgu yapmaktadır (s. 159).

Kürt devlet formasyonu üzerine yapılan çalışmalar Marksizm’in etkisi altındaki literatür ile sınırlı değildir. Şarkiyatçı gelenek içinden yazan Nikitin, herkesçe bilinen kitabının iki bölümünü “Kürtler ve Devlet” konusuna ayırmıştır (1956: 177–190). Birkaç Kürt hanedanı ile beyliğinin hikâyesini anlatırken, Nikitin Kürtlerin devlet kurmadaki başarısızlığını açıklıyor. Bunu yaparken Nikitin aşiret zihniyetini Kürtlerin sahip olduğu özün bir parçası olarak görüyor:
Görmüş olduğumuz gibi, Kürdün bir topluluğun üyesi olarak davranışını ve zihniyetini belirleyen şey “aşiret” içgüdüsü, yani koruma içgüdüsü idi. Kürt, kuralını en yüksek yasa olarak gördüğü aşiret potasında yoğrulmuştur. O, kişiliğini, dilinin, örf ve adetlerini aşirete borçludur; aşiretten aynı zamanda dar bir zihniyet almıştır. Aşiret sınırları içine çakılı olan bu zihniyet, onun devamlı bir ulusal devlet tasarlamasına ve gerçekleştirmesine engel olur (s. 178).

Bu varsayımlar gittikçe büyüyen bir literatürün temelini oluştururken, Martin van Bruinessen’in Kürt toplumu üzerine yaptığı çalışma şarkiyatçı tarihçilikten radikal bir kopuştur. Kitabın, Kürt “toplumsal ve siyasal yapılarını” yönetici sınıflara indirgeyen ismine (ağalar, şeyhler ve devletler) rağmen Bruinessen’in çalışması, Kürtleri, devlet formasyonu tarihine sahip bir halk olarak ele almasıyla çoğu Batılı araştırmadan ayrışır. Kitapta sunulan analizin ve kanıtların boyutlarını hakkını tam vermek mümkün olmasa da Bruinessen’in sonuç bölümünün özetini alıntılamak uygun olabilir:
Genel olarak sosyal evrimde önemli evreler olarak tanımlanan: aşiret, şeflik ve (proto-) devlet evrelerinden Kürt toplumu, geçtiğimiz beş yüzyıl boyunca, tersine bir evrimi takip ederek geçmiştir. Kürt siyasal kurumlarının bu tersine evrimi, Kürdistan’ın dâhil edildiği devletlerin siyasi kurumlarının gelişiminin yakın bir sonucudur (s. 195).

Biz, burada, “evrim” ile “tersine-evrim” arasında karmaşık, hatta diyalektik bir ilişki; yükselen ve alçalan değişim eğilimlerini barındıran içsel ve dışsal etkenlerin karşılıklı etkidiği bir ilişki buluyoruz. Bruinessen beyliklerin içyapılarıyla, bunların iki imparatorlukla aralarında olan değişken ilişkilere ışık tutuyor. Fakat tarihsel anlatı, belli zamanlarda verilen kanıtları desteklemeyen kuramsal duruşlar tarafından zayıflatılmaktadır. Bir taraftan Bruinessen, toplumların iç dinamiklerini dikkate almadan aşiretleri ve aşirete dayalı konfederasyonları yaratan devlet fikri ölçüsünde Osmanlı ve İran devletleri için her şeyi yapmaya muktedir olan roller biçmektedir(15). Diğer taraftan ise Bruinessen, Kürtlerin durumunu “dikkat çekici” bir biçimde Avrupa feodalizmine benzer hale getiren emirliklerin egemenlik derecesini de tespit etmiştir. Bruinessen için bu tür bir ademi merkeziyetçilik(16), feodal sosyo-ekonomik sistem ve devlete özgü değildir. Ona göre bu daha çok “sistemin yazılı kurallarının çiğneme eğiliminde” olduğu zamanlardaki “zayıf merkezi hükümet” ile ilgilidir (s. 154). Bu kuralcı açıklamanın altında yatan varsayım, Berktay’ın kelimelerini kullanacak olursak, feodalizmi “efendi ile köle arasında kanuni, siyasal, askeri ve ayinlere dayalı unsurları kapsayan bir takım karşılıklı, akitten doğan kati yükümlülüğe” indirgeyen bir feodalizm fikridir(17). Bruniessen Osmanlı sisteminin, diğerlerinin yanında, adaletin idaresi üzerinde devletin sıkı kontrolü olması, toprağın mülkiyetinin tımar sahiplerindense devlettin elinde olması ve krala ya da efendiye yapılan sadakat yemini diye bir şeyin olmayışı gibi şeylerle Avrupa feodalizminden ayrıştırıldığını düşünür (1992: 153–54). Bitlis emiri kendi “yargı otoritesini” (kadısını), İstanbul’dan bağımsız olarak, atamıştır; böylelikle “imparatorluğun bir vilayetinden çok bir tabi devlet(18) izlenimi veren” bu emirlik bir “istisna” olarak değerlendirilmelidir (s. 169).

Kürt Beylik sistemini kanuni olarak Osmanlı feodalizmine elverişli bulmayan Bruinessen’e göre merkez, İstanbul, “kendi yazılı kurallarını ihlâl eder.” Burada “ihlâl” kavramı, merkezden çevreye tek taraflı bir güç kullanımı anlamına geliyor.(19) Ancak Bruinessen’in yazılı kuralların gücü hakkındaki determinist görüşünün esin kaynağı Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki Kemalist tarih yazımının devlet-fetişizmi yada “belge fetişizmi” değil.(20) Bruinessen yazılı ve sözlü kaynaklarını eleştirel bir şekilde inceliyor ve okuyucuyu sıklıkla kaynaklarının “önyargıları” hakkında uyarıyor. Gerçekten de kitabı, “alttan” bir bakış açısıyla, geçmişi “sıradan insanların” perspektifinden anlatan, Marksist olmayan tek Kürdistan tarihi kitabı.(21) Ayrıca Bruinessen tarihi bir antropologun anlayışı ile çalışmanın ender görülen avantajına sahip (en azından, Kürt çalışmalarının bir öğrencisi için). Bununla beraber Bruinessen’in anlayışının Kemalist tarih yazımının(22) devletçi yapısına yakınlaşması sürpriz sayılmaz. Kuramsal atomculuk örneğin yasal-hukuki olanı yada politik olanı ekonomiden ayırmak indirgeyici yada determinist pozisyonlara neden olur. Ancak yine de iki tarih yazımının farklı temellerini vurgulamak önemli. Kemalist tarih yazımı geleneği ideolojik ve politik olarak Türk Devleti’ni yeniden üretmeye adanmışken(23), Bruinessen’in açıklamaları demokratik politikanın gerisinde kalan kuramsal pozisyonu tarafından şekillendirilmiştir.

Bruinessen’in çalışması, tüm başarısı ve eksikleriyle beraber, beylikler dönemindeki Kürdistan tarih yazımıyla ilgili önemli sorular ortaya çıkardığı gibi birtakım çözümler de öneriyor. Çalışmanın konusu üzerinde yazar tarafından konulmuş kısıtlamalar içinde dâhi (ilksel sadakatin odak olarak alınması), kitabın beyliklerle ilgili tarihsel açıklaması politik bir tarihten ziyade toplumsal ve ekonomik bir tarih oluşturuyor. Emirliklerin politik, idari, yasal ve askeri organizasyonlarının yanı sıra sosyo-ekonomik oluşumlarının, sınıf yapılarının, mücadelelerinin ve devlet içi çatışmalarının genel bir çerçevesini sunuyor. Bruinessen resmi raporları, Kürt kaynakları, seyyah kitapları, folklor ve ikincil kaynaklar da dâhil olmak üzere çeşitli veriler kullanıyor. Ancak yine de bütünsel yöntemiyle kuramsal atomculuğu arasında bir boşluk oluşuyor. Bu yüzden, onun yetersizce kayıt edilmiş geçmiş hakkındaki canlı resmi, feodalizm ve feodal devlet hakkında yeterli bir teorinin olmayışından kaynaklı devlet-merkezci, yasalara harfiyen uyan açıklamalardan ötürü bulanıyor. Sonuç olarak Bruinessen’in çalışmasının merkez-çevre iskeleti onun toplumsal tarihinin politik tarihin alanı içine girmesine neden oluyor. Durumu anlatmak ve aydınlatmak için “feodalizm” kavramına başvurulduğunda dâhi, kavram politik gücün dağıtılmasına eşitleniyor.

Kürt toplumunu ve tarihini feodal sistem hakkında bilgi sahibi olmaksızın anlamak kolay değil. Bana göre, Marksist toplumsal teori, özellikle feodalizmle ilgili iddiaları, Kürt tarihi çalışmak için daha uygun bir yapı sağlıyor. Tarihsel materyalizm feodalizmi sosyo-ekonomik bir sistem olarak görür ve bu teori tarihçiyi üretim biçimlerini, üretim güçleri ve ilişkileri, ideolojik oluşumlar ve mücadeleler, politik yapılar, hukuk, din, eğitim, dil, “maddi ve ruhsal” gelenekler –mimari, edebiyat, sanat, müzik, folklor, vb.- ile açıklamak ve yeniden inşa etmek zorunda bırakır. Bu yapı içerisinde, toplumun tüm bileşenleri sonu gelmeyen mücadele ve birlikte var oluş ilişkileri içinde birbirlerine bağlı durumdalar. Çoğu şey tarihçinin teori ile ne yapacağına bağlı olmakla beraber, tarihsel materyalizm toplumun birbirinden bağımsız ve ayrı parçalara, -hukuk, politika, sınıf, ekonomi, cinsiyet, merkez ve çevre vb.- bölünmesine karşı çıkar. Bu teori, milliyetçi tarih yazımını devam ettiren erkek egemen ve milliyetçi anlayıştan kaçınır ve tarihçinin geçmiş ile bugünü mülksüzlerin perspektifinden(24) görmesini teşvik eder.

Toplumsal yapılar, genelde bilgi ve özelde tarih yazımı partizan olamaz. Tarih yazımın tüm hareketleri geçmişin yeniden yaratılmasıdır. Türk milliyetçi tarih tazımı, örneğin, geçmişi Türk kapitalist devletinin yeniden üretimine yardım edecek şekilde inşa eder. Benzer bir şekilde Kürt milliyetçi tarih yazımı da devletsiz bir milletin devlet arayışı amacına yöneltir. Her iki durumda da ideolojik ve politik ilgi üstündür. Tarafsızlık iddialarına karşın başka tarih yazımları da taraf tutmaktadırlar. “Tarafsızlık” düşüncesi henüz kanıtlanmamış olsa da insanların “objektif” ve “ön yargısız” olma ihtimali varsayımına dayanmaktadır. Buradaki sorunsal tarihçinin “objektiflik” ve “önyargılılık” arasındaki tercihinden ziyade taahhütlerinin doğasıyla ilgilidir.

Şeref-Name’nin hayat hikâyesi henüz anlatılmamıştır. Bu hikâyenin tarihi feodal ve kapitalist yönetişim biçimleri üzerine ışık tutmaktadır. Feodal, matbaa öncesi dönemde Şeref-Name, Osmanlı İmparatorluğu, İran ve Hindistan’da elden ele dolaşıyormuş. (35 adet bilinen el yazmasının betimlemesi için, bakınız Soltani 1997) Bu kitap onyedinci yüzyılda Osmanlı Türkçesine tercüme ediliyor. Ancak, 1971’de Türkiye Cumhuriyeti’nde eserin Modern Türkçeye ilk tercümesinin yayınlanması sansür organlarının ani tepkisini çekiyor. Kitabın 1990 yılındaki yeni baskısı bir İstanbul mahkemesindeki yargılanma ve aklanma süreciyle ilgili belgeleri de içeriyor. (Şeref Han 1990: 533–44). Türkiye Cumhuriyeti Şeref-Name’nin devletin bölgesel bütünlüğünü tehlikeye atıp atmadığını bulmak istemiş.

Modern öncesi dönemde, Şeref-Name, beyliklerin hükümdarları arasında Kürdistan’a karşı bir çeşit aidiyet duygusunu yüceltmiştir. Öyle görünüyor ki hükümdarların çoğu kitabın basit bir okumasından çok daha fazlasına kendilerini adamışlar. Şeref-Name’yi yaşayan, devam eden devlet yönetiminin tarihi hâline getirmişlerdir. Bazı hükümdar aileleri, örneğin Mukri, Ardalan, Eğil, Palu, ve Bana kitabın bölümleri ve alt bölümlerine kendi küçük-devletlerinin tarihlerinin taslağını çıkaran “ekler” ya da zayls yazmışlardır. Hatta modern Kürt milliyetçilik döneminde bile, Şeref-Name etnik ve milliyetçi kimlikleri şekillendirmeye devam etmiştir. Kitabın 1971’deki basımı, Türkiye’deki yeni kuşak Kürt entelektüelleri arasında, “Kürtlerin de bir tarihi olduğu, iyi belirlenmiş bir coğrafyalarının olduğu ve kendi kendilerini yönetebilecek kapasite ve araçlarının olduğu…”; bu “yeni bir kıta ya da gezegenin keşfi gibi bir şeydi. Şeref-Name’den sonra, Kürt üniversite öğrencileri Kürt Beyliklerinin ve politik varlıklarının tarihini çalışmaya başlamışlardır.” (Elturan 1998 6-7)

Şeref-Name, Kürtlerin kendileri tarafından yazılan ilk Kürdistan tarihi kitabı ve hâlen de en kapsamlı kitap olma özelliğini koruyor. Gelişen Kürt feodal sisteminin en önemli kültürel ürünlerinden biri de Beylikler sistemine meşruiyet vermesidir. Bu kitap Kürtlerin devlet için mücadelelerinin uzun tarihinin bir dokümantasyonudur. Kürtlerin yönetici sınıflarının önemli bir temsilcisi tarafından yazılan tarihi, çalışan insanlara, çiftçilere, kadınlara, Kürt olmayan halklara –Ermeniler, Asurlu ve Yahudiler ve Yezidiler gibi Kürt azınlıklar- tepeden bakıyor. Kitabın ideolojik pozisyonu ne olursa olsun, şu kesin ki bizim Şeref-Name’yle karşılaşmalarımıza aracılık eden kendi teorik, politik ve ideolojik pozisyonlarımızdır. Bu nedenle; yazar, metin ve okuyucu ve tarihsel bağlamları arasındaki genellikle karmaşık etkileşim hem özgürleştirici hem de yozlaştırıcı olabilecek çok farklı okumalara izin vermektedir.

Referanslar

Berktay, Halil
1992a “The search for the peasant in Western and Turkish history/historiography,” Berktay ve Faroqhi’de (1992), s. 109-184.
1992b “Three empires and the societies they governed: Iran, India and the Ottoman empire,” Berktay ve Faroqhi’de (1992), s. 242-63.
Berktay, Halil and Faroqhi, Suraiya (eds.)
1992 New Approaches to State and Peasant in Ottoman History. Londra, Frank Cass.
Bruinessen, Martin van
1992 Agha, Shaikh and State: The Social and Political Structures of Kurdistan, Londra, Zed Book Ltd. (paperback edition).
Challiand, Gerard and Rageau, Jean-Pierre
1984 Atlas de la découverte du monde. Paris, Boreal Express.
Cherepnin, L.V. and Pashuto, V.T.
1978 “Obrazovanie Russkogo tsentralizovannogo gosudarstva v sravnitel’no-istoricheskom aspekte (xvi-xvii vv.),” Voprosy Istorii, No. 2, s. 41-53; “The formation of the centralized Rusian state in the comparative historical aspect (16th-17th centuries)” [abstract in English], s. 222.
Dankoff, Robert
1990 Evliya Çelebi in Bitlis. Leiden, E. J. Brill.
Elturan, Burhan
1998 “Amidst the left, the right and the assimilated: The resurgence of Kurdish identity, the case of the DDKO,” yayınlanmamış makale.
Falk, Richard
1993 “Sovereignty,” The Oxford Companion to Politics of the World. New York: Oxford Üniversitesi Yayınevi, s. 851-54.
Finer, S. E.
1997 The History of Government from the Earliest Times. Vol. II. The Intermediate Ages. Oxford, Oxford Üniversitesi Yayınevi.
Haldon, John
1993 The State and the Tributary Mode of Production. Londra, Verso.
Hall, Stuart
1984 “The state in question,” in G. McLennan, D. Held and Stuart Hall (eds.), The Idea of the Modern State, Milton Keynes, Open University Yayınevi, s. 1-28.
Hassanpour, Amir
1996 Review of Martin van Bruinessen, Agha, Shaikh and State: The Social and Political Structures of Kurdistan ( Londra, Zed Book Ltd.) in Iranian Studies, Cilt 29, Nos. 1-2, s. 200-204.
Hsiao, Liang
1975 “Reflections on the ‘Discourses on the State Control of Salt and Iron’,” in Selected Articles Criticizing Lin Piao and Confucius, Cilt. 2, Peking, Yabancı Diller Yayınevi, s. 116-41.
Inalcik, Halil
1980 “The question of the emergence of the Ottoman state,” International Journal of Turkish Studies, No. 2, s. 71-79.
Jwaideh, Wadie
1960 The Kurdish Nationalist Movement: Its Origins and Development, Unpublished Ph.D. dissertation, Syracuse Üniversitesi. İki cilt.
Khani, Ahmed
1962 Mem ? Zîn. Kürtçe metin M.B. Rudenko, Moskva, Adademiia Nauk SSSR, Izdatel’stvo Vostochnoi Literatury tarafından Rusça’ya çevrilmiş ve düzenlenmiştir.
Krikavová, Adéla
1974 “Khani, Ahmade,” Dictionary of Oriental Literatures. Cilt III. West Asia and North Africa. Londra, George Allen & Unwin Ltd., s. 103-104.
1979 “A contribution to the question of the formation of the Kurdish nation,” Archív Orient?lní, Cilt 47, s. 145-60.
Meiselas, Susan
1997 Kurdistan: In the Shadow of History. New York: Random House.
Mellor, Roy E. H.
1989 Nation, State, and Territory: A Political Geography. London, Routledge.
Minorsky, Vladimir
1927 “Kurds,” The Encyclopaedia of Islam, Cilt II, s. 1132-1155.
1957 “Mongol place-names in Mukri Kurdistan,” Bulletin of the School of African and Asian Studies, Cilt XIX, Bölüm I, s. 59-81.
Mustafa ‘Ali
1979 Mustafa ‘Ali’s Counsel for Sultans of 1581. Andreas Tietze, Wien, Verlag der Österreichischen Aakademie der Wissenschaften tarafından çevrilmiş ve düzenlenmiştir.
Nikitine, Basile
1956 Les Kurdes: Etudes sociologique et historique. Paris, Imprimerie nationale.
Özo?lu, Hakan
1996 “State-tribe relations: Kurdish tribalism in the 16th- and 17th-century Ottoman empire,” British Journal of Middle Eastern Studies, Cilt 23, No. 1, s. 5-27.
League of Nations, Permanent Mandates Commission
1930 Minutes of the Nineteenth Session Held at Geneva from November 4th to 19th, 1930… Geneva, Series of League of Nations Publications, VI.A. MANDATES, Aralık 29, 1930.
Lewinstein, Keith
1995 “Huk?mah,” The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic World. Cilt 2, s. 139-43.
Pierson, Chrisopher
1996 The Modern State. London, Routledge.
Pîrbal, Ferhad
1992 “Kartografîî Ewr?pîyekan ? yekemîn nexşey cugrafî ke nawî Kurdistanî t?da hat?we” (Avrupalıların haritaları ve Kürdistan ismini içeren ilk coğrafi harita) Berbang, Cilt 11, No. 4 (No. 81), s. 51-55.
1993 “Xöndineweyekî kartografîyaney kolonîyalîzm le Kurdistan da” (Kürdistan’da sömürgeciliğin kartografik bir okuması için), Rab?n, No. 6, s. 61-81.
Ritter, Harry
1986 Dictionary of Concepts in History. New York, Greenwood Yayınevi.
Şeref Han
1990 Şerefname: Kürt Tarihi. M. Emin Bozarslan tarafından Arapça’dan Türkçe’ye çevrilmiştir.. Istanbul: Hasat Yayınları.
Sharaf Khan Bidlisi
1964 Sharafn?meh: T?rikh-e Mofassal-e Kordest?n. Edited by Mohammd ‘Abbasi, Tehran, ‘Elmi Yayınevi. (Cairo edisyonun yeniden baskısı).
Soltani, Anwar
1997 35 Destn?sî Şerefnamey Betlîsî le Kit?bxanekanî Cihan (Back cover: Bitlisi’nin Şeref-Name’nin 35 adet el yazması uluslararası kolleksiyonlarda). Jönköping, Sweden: Kitab-i Arzan.
Southall, Aidan
1968 “Stateless society,” International Encyclopedia of Social Sciences. Cilt 15, s. 157-168.
1996 “Tribe,” Encyclopedia of Cultural Anthropology, Cilt 4, s. 1329-1336.
Vasil’eva, E. I.
1967 “Predislovie,” Sharaf-Kh?n ibn Shamsadd?n Bidl?s?, Sharaf-N?me, Tom I, Moskva, Nauka, bb. 13-68; Summary, s. 613-19.
1976 “Predislovie,” Sharaf-Kh?n ibn Shamsadd?n Bidl?s?, Sharaf-N?me, Tom II, Moskva, Nauka, bb. 12-36; Özet, s. 347-50.
1991 IUgo-Vostochny? Kurdistan v XVII – nachale XIX vv.: Ocherki Istorii Emiratov Ardelan i Baban. Moskva, Nauka.
Yi-liang, Chou
1974 “Liu Tsung-yuan’s ‘A Dissertation on the System of Principalities,’” in Selected Articles Criticizing Lin Piao and Confucius, Cily 1, Peking, Foreign Languages Yayınevi, s. 159-84.
1. Profesör, Yakın & Orta Doğu Medeniyetleri Bölümü, Toronto Üniversitesi
2. “Aşiret” kavramının eleştirisi için bkz. Southall (1996). Daha önceki bir çalışmasında, Southall (1968) “devletsiz toplum” kavramını incelemiştir.

3. Şeref-Name, Mem u Zin ve diğer yirminci yüzyıl öncesi yazılmış kaynakları incelerken; bu kaynakların kavramlarını, geç on dokuzuncu yüzyıl ve erken yirminci yüzyıl modern Batılı kavramlar ile ilişkili kurarak vardığımız yeni anlamlarla okumamak konusunda dikkatli olmalıyız. Örneğin Şeref Xan beyliklerdeki ve Osmanlı ve Safavi devletlerindeki hükümet etme süreçlerini tartışırken mükellef bir kavramlar repertuarı kullanmaktadır (ör. Saltanat, hükümet, emiret, farm?nfarm?’???devlet, vilayet v.b.). Yeterli kaynak olmadan, on altıncı ve on yedinci yüzyıl İran ve Kürt terminolojisini anlamı itibariyle modernleştirmekten kaynaklı hatalardan kaçınamazdım. Bazı terimlerin anlamlarının kısa bir için bkz. Lewinstein (1995).

4. 1639 sınır antlaşması Batı Kürdistan’daki Osmanlı varlığının sağlamlaşmasına fırsat vermiştir. Minorsky’e göre (1927: 1146), “ İranlılardan yana hiçbir korkusu kalmayan Türkler merkezileştirme işini sistematik olarak ele almışlardır.” 1650’den 1730’a kadar Diyarbakır-Van hattındaki çoğu otonom olan beylikler bastırıldı (Jwaideh 1960: 39); bu bastırma süreci on dokuzuncu yüzyılın ortasında tamamlandı.

5. b ve bb harfleri “beyit” ve “beyitler” kelimelerinin kısaltmasıdır, harfleri takip eden üç basamaklı rakamlar beyitlerin, Xani’nin Mem u Zin’inin Rudenko baskısındaki (Khani (Xani) 1962) kürtçe metinindeki sıra sayılarını ifade etmektedir.

6. Kürt folklorunda baykuşlar, mülkün ve hayatın yıkımını haber verenlerdir.

7. Rus feodal devletinin merkezileştirilmesi ve diğer ülkelerdeki benzer gelişmelerle karşılaştırılması üzerine bkz. Cherepnin ve Pashuto (1978).

8. Falk’a (1983: 851) göre üzerinde uzlaşı sağlanmamış bir kavram olarak “egemenliğe geldiğimizde, ortada, çok küçük bir tarafsız alan kalır”. Üstelik “kökenleri ve evrimi” göz önüne alındığında “egemenlik Batılı bir kavramdır ve bu yüzyıla değin diğer bölgelerde kullanılmamıştır (her ne kadar bazı Batılı-olmayan paralel kavramlar mevcut olsa da)”. “Millet” gibi egemenlik de Hobbes, Locke, Rousseau ve diğerleri tarafından farkı şekilde kullanılan modern bir kavramdır. Bu makalede kullanıldığı şekliyle egemenlik, iktidarın “millete” ya da “halka” dayandırılması gibi modern bir fikri ifade etmiyor; burada egemenlik kavramı, feodal düzen bağlamında, bir devletin kontrolü altındaki bölgelere vergi ve askerlik hizmetini dayatmasını ifade ediyor.

9. Feodal devletin evrensel özellikleri için, diğerlerinin dışında, bkz. Finer (1997: 870).

10. Pirbal’a (1992; 1993) gore Kürdistan’ın ilk kartografik görüntüsü 1076 yılında çizilen Ali Kaşgari’nin haritasında yer alır (yeni baskısı için. Challiand ve Rageau 1983: 62).

11. Toprağa dayalı devlet: Territorial state ç.n.

12. Etnisite-dışı göstermek: to de-ethnicize ç.n.

13. Özoğlu “Bruinessen küçük bir ölçüde olmasına rağmen, bu emirliklerin iç örgütlenmelerini Osmanlı devletinin yapısından kopyalamış olma ihtimaline dikkat çeker. Ayrıntılı bir şekilde kendi içlerinde katmanlara ayrılmış olan Kürt emirlikleri açıkça on altıncı yüzyılın öncesine değin uzanır. Ancak önceki dönemlerle karşılaştırıldığında Osmanlının Kürt aşiretlerini sancaklar halinde yeniden yapılandırma politikasının devlet-benzeri Kürt beyliklerinin sonraki yüzyıllarda ortaya çıkışına giden yolu açan, kendi içinde katmanlara ayrışma sürecini yeniden canlandırdığına dair kanıtlar güçlüdür” diye yazar (s. 24).

14. Bu temel varsayımlar, ‘altın çağını’ yaşadığı on altıncı yüzyılda bile “merkezi planlama” yapmaya muktedir olan sınırsız güce sahip bir Osmanlı Devletinin varlığını varsayan “devletçi-milliyetçi” Türk tarihçilerinindir. “Devlet-fetişisti” olan bu tarihçilik on altıncı ile on yedinci yüzyıllar gibi tarihsel dönemleri küçümser çünkü bu dönemlerde devlet merkeziliğini kaybetmektedir (Berktay 1992b: 251). Özoğlu’nun da belirttiği üzere “ Osmanlı İmparatorluğu sonraki yüzyıllarda gerilemiştir… Kürdistan’ın neredeyse tamamında, İstanbul’a sahte bağımlılık gösteren bağımsız Kürt emirleri bulunmaktaydı” (s. 26).

15. Bruinessen: “devleti önceleyen sosyal ve siyasal bir formasyondan ziyade devletin bir ürünü olarak aşiret kavramı önce saha çalışmam sırasında yavaş yavaş ve sonra çok daha güçlü bir biçimde tarihsel kaynakları okuduğum sırada kendisini bana dayattı” (1992: 134) diyor. Bir başka yerde “Belli bir anlamda aşiretler, bir önceki bölümde tasvir edildiği üzere, sanıyorum ki, devletin ürünleri olarak görülebilir” (s. 134, vurgu yazara aittir, ayrıca bkz. s. 8). Kürtlerin aşirete dayalı bir halk olduğu fikri Batı akademileriyle Arap, İran ve Türk milliyetçisi kafa yapılarında mevcuttur. Bruinessen, bile, Şeref-Name’yi “Kürt aşiretlerinin tarihi” diye tarif eder.

16. Ademi merkeziyetçilik: Decentralization ç.n.

17. Berktay (1992a: 118), tarafından alıntılanan ve eleştirilen bu tanım Marxist olmayan tarihçilerin favorisi. Mesela, Ritter (1986: 164), feodalizm tanımını “ Dokuzuncu yüzyıldan onüçüncü yüzyıla kadar umumiyetle Batı Avrupa’nın birçok parçasında görülen bir ortaçağ askeri ve politik ilişkisidir. Tebanın lorda karşı sadakat ve biat etmeyi taahhüt ettiği ve karşılığında lordu bir savaşçı olarak destekleyebilmeleri için — genellikle toprak şeklinde — tımar (geçim için) aldığı bir sitemdir” şeklinde öne sürmüştür.

18. **Tabi devlet: Vasal state (ç.n.).

19. Devlet merkezci eğilim sadece Bruinessen’in merkez-çevre yapısında değil aynı zamanda kullanılan dilde de mevcut. Mesela: “Yüksek bir derecede bağımsızlık Bitlis’in hükümran ailesine bahsedilmiş; mümkün olduğunda da hükümran aile daha çoğunu iddia etmiştir” (s.169 orijinalde italik harflerle). Bu hesapta, merkez (işgalci ve saldırgan olmakla beraber) meşru bir şekilde güç ve ayrıcalık bahşeder, ama çevre, hiç tatmin olmamış gibi, daha da çoğunu iddia eder. Burada tarihçi iki tarafa da eşit meşruluk bahşetmez

20. Berktay’ın (1992b: 250–52) da gösterdiği gibi, Türk devletçi-milliyetçi tarih yazımı “belge fetişizmi”nden muzdariptir şöyle ki devletin ve “kraldan çok kralcı olan” memurların yazılı kayıtları gerçeklik olarak alınmaktadır.

21. Kitabının genel bir tenkiti için bakınız Hassanpour (1996).

22. Özoğlu’nun milliyetçi yaklaşımının Bruinessen’in çalışması içinde misafirperver bir yer bulması tesadüf sayılmaz

23. Örneğin Berktay’ın (1992a) “Devlet: Türk milliyetçi tarih yazımındaki Tanrı” adlı eleştirisine bakınız.

24. Osmanlı döneminde feodalizm ve feodal devlet hakkında Marksist çalışmalar için, bakınız Berktay, Faroqhi (1992) ve Haldon (1993).