‘Bitlis çarşısının üzeri örgülü hasır halılar ve kuru dallarla örtülmüş dar sokaklardan oluşmakta. Tezgahlar çok zengin meyve ve sebze çeşitleri ile dolup taşıyor. Çeşit çeşit araç gereç, yiyecek içecekler ve diğer gereksinim bolluğu da göze çarpmakta. Çarşı her zaman olduğu gibi vilayetin her tarafından buraya gelen diğer Kürdlerin de oluşturduğu izdihamdan ibaret. Şehrin hemen dışında ikamet eden Siloki ve Nahali aşireti mensupları da var. Ertuşiler güneyden, Hasananlı ve Haydaranlı aşiretleri ise Van Gölü’nün kuzeyinden çarşıya alışverişe gelmişler. Bütün bunların hepsi de özel dokunan o geniş pantolonlara ve rengarenk olan şaşalı bel kuşaklarına sahipler. İşlemeli yelekleri ve keçeden dokuma omuzları kalkık siyah pelerinleri ile şehrin diğer ahalisi olan Süryani ve Ermeniler ile birlikte itişe kalkışa bu dar sokaklarda ticaret yapmaktalar’.

1899 sonbaharı Bitlis’e uğrayan İngiliz seyyah ve yazar Percy, çarşı merkezinde gördüklerini bu cümleler ile aktarıyor.

Baran Zeydanlıoğlu

Tarih boyunca Bitlis’ten geçen ve bu şehrin sahip olduğu stratejik konuma, öneme ve zenginliğie değinen seyyahların sayısı onlarcadır. Çevirilerini yaptığım bazı seyyah ve tarihçi anlatımlarını bir araya toplayarak, Bitlis’in sosyo-kültürel yakın tarihine dair fikir edinebileceğimiz bir derlemenin faydalı olacağına inanarak, eserlerinde Bitlis’e değinmiş bazı yazarların anlatımlarını kronolojik olarak sıraladım.

Aralarında yazar, maceracı, asker, misyoner, tarihçi ve araştırmacıların da olduğu bu kişiler, yayımladıkları yazılı ve görsel eserlerle, Bitlis’in bilinmeyen veya gözardı edilen sosyo-kültürel ve etnografik yapısına dair çok değerli belgeler bırakmışlardır. Büyük önem içeren bu anlatımlar, şehrin geçmişine ışık tutan detayların gün yüzüne çıkarılması açısından eşsiz kaynaklardırlar. Kimi zaman sadece bir cümle içinde Bitlis şehri ve ahalisine atıfta bulunan bir tarihçiye rastlarken, kimi zaman da sayfalarca Bitlis’i ve halkını anlatan gezgine veya batılı  bir misyonere rastlıyoruz.

1899 sonbaharı Bitlis.  E. Percy’nin Highlands of Asiatic Turkey adlı kitabından

Mesela 1046 yılında Bitlis’ten geçen, İslam dünyasının en ünlülerinden sayılan İranlı seyyah ve tarihçi Nasır-i Hüsrev, Bitlis ahalisine dair hiç bir bilgi aktarmazken sadece: bir vadide kurulmuş şehir olan Bitlis’e vardık. Buradan bal satın aldık. Bize sattıkları balı hesapladığımda, bunun yüz batmanı bir dinardan fazla etmiyordu. Bu şehirde her yıl 300 – 400 tulum bal elde eden insanların olduğunu bize teyit ettiler. Bitlis’ten çıkıp, Qif Onzhor (Kefender), yani adı ’dur ve bak’ anlamına gelen bir kaleye vardık’ cümlelerini eseri olan ’Sefername’de yazmıştır.

Hüsrev’den yaklaşık altı yüz on sene sonra yani 1650’lerde Bitlis’e uğrayan Evliya Çelebi ise, Bitlis’te Yahudi ve Rum’un olmadığını, şehrin bir Kürd şehri olarak; 17 mahallesinin Müslüman, 11 mahallesinin de Süryaniler (Arami) ile birlikte tamamen Ermeni Hristiyanlardan oluşan ahalisi ile 5000 haneden ibaret olduğunu aktarmıştır. Çelebi ahalinin kıyafetleri konusunda ise şöyle yazar:

Der-beyân-ı kaba-yı râcilân: Gerçi Kürdistân’dır ammâ semmûr kürklü hân nökeri a‘yân çokdur. Vasatu’l-hâlli olanlar Şirvân kurbünde Ma‘den kasabası şapiği giyerler ve elvân çuka serhaddî ve kontuş giyerler. Fakîrleri boğası giyerler.

Günümüz Türkçesi: ‘Erkek kıyafetlerinin anlatılması: Gerçi Kürdistan’dır ama göze çarpan samur kürklü han askeri çoktur. Orta halli olanlar Şirvan yakınındaki Maden kasabası şapiği (yelek) giyerler. Renkli çuka serhaddi (kısa, altın – gümüş ile süslü samur kürk) ve kontuş (kollu yelek) giyerler. Fakirleri boğası (patiska) giyerler’.

’Der-ayân-ı kaba-yı nisvân: Ba‘zı birâder-i cân berâberimiz olanlardan istimâ‘ etdiğimiz üzre cümle zenâneleri beyâz çar bürünüp yüzlerinde burka‘ ve serlerinde altun ve gümüş takye ve libâsları cümle harîr ile mülebbes havâtînleri var.’

Günümüz Türkçesi: ’Kadın kıyafetlerinin anlatılması: Bazı dost ve kardeşlerimizden dinlediğimiz üzere, bütün kadınlar beyaz car (uzun entari) bürünüp yüzlerinde tül peçe ile başlarında altın ve gümüş takke ve giyisilerinin tamamı ipekten olan kadınları vardır.

Evliya Çelebi’nin de yukarıda bahsettiği ’yüzlerinde burka’ ifadesini diğer seyyahlar genellikle Bitlisli kadınların başlarından sarkan ipek şala iliştirilmiş bir tül peçe veya mendil olduğunu ve sadece yabancı bir erkek ile sokakta karşılaşınca yüzlerini örtmek için kullandıklarını yazarlar. Yoksa Bitlisli kadınların sokağa çıktıklarında yüzlerini gizlemediklerini çoğu seyyah dile getirmişleridir.

Evliya Çelebi ile hemen hemen aynı dönemde ancak yaklaşık on sene sonra (1660-65) Bitlis’ten geçen başka bir seyyah ise Fransız tücar ve seyyah Jean Baptiste Tavernier’dir. Dünyaca ünlü bir mücevher ve değerli taş uzmanı olan bu seyyah, Paris’ten başlayıp Şark’a olan altıncı ve son yolculuğunda Bitlis’e uğrar ve dönemin en güçlü hükümdarlarından olan Bitlis’in Kürd hükümdarını yanında getirdiği değerli kumaş ve hediyeler ile kaledeki sarayında ziyaret eder. Ahalinin kumaşlara, özellikle de kırmızı renkli kumaşlara olan ilgisine de değinir seyyah. Ziyareti sırasında kaleye üç adet iner-kalkar köprü/kapıdan geçtiğini de aktaran Tavernier, şehre ve ahalisine dair şu izlenimlerini aktarır:

’Kaleye girildikten sonra iki büyük avludan geçilip, Bey’in odalarının karşısına açılan daha küçük bir avluya geliniyor. Kaleye gitmek için çıkılan güzergah çok ürkütücü ve tehlikeli. Ancak güçlü atlarla çıkılabilmekte. Kaleye at sırtında sadece Bey’in kendisi ve komutanı çıkma hakkına sahip. Onların dışındaki ahali böyle bir imtiyaza sahip değil. Tepede kurulmuş olan bu şehir her iki dağa kadar yayılmış. Şehrin içinde bir adet ve şehrin dışında da bir olmak üzere, şehirde iki adet kervansaray (han) bulunmakta. Tüccarlar genellikle şehrin dışındaki kervansarayda konaklamayı tercih ediyorlar, dağlardan gelen ve şehrin içinden geçerek akan beş-altı dere taşınca, şehir merkezindeki kervansarayı su basabiliyor. Buranın güçlü beyi, ülkesinin saldırıya uğraması halinde 25 bin atlıyı meydana toplayabileceği gibi, emir vermesi halinde heran hazırda bekleyen ve ülkesinin çobanlarından (köylüler) oluşan hatırı sayılır sayıda piyade de mevcut.

Bu Bey ülkenin en güçlüsü. Diğer beyler ya Osmanlı Padişahı’na yada İran şahı’na bağlı olup biat ederken, Bitlis Beyi kimseye biat etmemekte. Her iki devlet de bu Bitlis Beyi ile iyi geçinmek zorundalar, ki her ikisinin de menfaatine olur. Çünkü bu Bey, Halep’ten Tebriz’e, Tebriz’den Halep’e olan geçiş yolunu istediği  zaman durdurabilir. Dağların biribirlerine çok yakın olmasından, bu geçitlerde on adam rahatlıkla bin adama karşı koyup buraları savunabilir.

Tavernier ve Çelebi’den yaklaşık yüz seksen sene sonra 1836 tarihinde Bitlis’e uğrayan İngiliz yarbay Shiel bu konuda detaylı bir Bitlis ve ahalisi anlatımı kaleme almıştır. Bitlis’e uğrayınca şehrin hükümdarı olan Kürd Şerif Bey’in konağına da uğrayan Shiel, kendisinden önceki seyyahların anlatımlarına atıfta bulunarak ’Saint Martin’in de Bitlis ile ilgili anlatımlarında ilgisini çeken ve bahsini ettiği tek şeyin, bu kentin hemen hemen her zaman Kürd Beyleri tarafından idare edildiği ve bu beylerin de hep ırklarının en uygar kişilerinden olduklarıdır’ ifadesini kullanmıştır. Shiel’in anlatımından kısa bir kesit alacak olursak:

’Şerif Bey yirmibeş yaşlarında cesur bir Kürd idi ve esas dikkat çekici şey ise giyimiydi. Kısa sarı çizmeler, olağanüstü genişlikteki pantolonlar, değişik renklerden oluşan üst üste giyilmiş üç ayrı ipek ceketler, ki bir tanesinin kolları iki metre civarındaydı, ipek bel kuşağı ve her renkten oluşan ipekten kocaman bir sarık. Ayrıca bu kıyafetleri ek olarak, bir beyaz arap pelerini, kemerinde bir hançer, uzun tabancalar ve bir kılıç ile tamamlıyordu.

Bu giyim tarzı çok hoştu, yalnız çok şaşalı ve hemen hemen gücü yeten herkes tarafından taklit ediliyordu. Alt sınıflar kendi köylerinde dokudukları daha kaba yün kumaşlardan yaptıkları kısa ceket ve pantolonları giyiniyorlardı.

Ermeni köylülerin doğru düzgün bir elbise giydikleri söylenemezdi. Çünkü genellikle parça kumaş ve yamalardan oluşan ve nasıl giyinip çıkardıkları bir muamma olan bir kıyafet kullanıyorlardı. Ermeni kadınlar pantolon yerine, Farslı kadınların değimiyle ‘tek bacak pantolon’ giyiyorlardı, ki petticoat deyimi de oradan gelir. Ayrıca beyaz büyük bir başörtüsü de taşıyorlar, ki bunu ağızlarını kısmi olarak kapatmada da kullanıyorlardı.

Şehirde 1500 hanenin olduğu söyleniyor ve bunların 500’ünde Ermeniler kalıyorlarmış. Bunlar da genellikle kasap, manav, ve fırıncılarmış. Şehirde kasaplar, fırınlar, demirciler, silah tamircileri, gümüşçülerden çokca var ve hatta bunların her birinden yirmi adet var şehirde. Buradaki ana üretim malı çizgili pamuklu kumaş ve şehir dışına satılan ana ürün ise tütün.

Bitlis’li kadınlar yüzlerini çok az gizleyerek yürüyorlar caddelerde. O burunlarına taktıkları çirkin hızma genellikle Fars ülkesinde olmayan ancak Hindistan’da sıkça rastlanılan Asya kökenli bir takı.

Bize rehberlik eden Kürdlerin yanlarında tüfek, hançer, kılıç ve üzeri sivri çıkıntılarla işlemeli kalkanları vardı. Tüfekleri; üzerinde, emniyet kilidinin yanında 5 cm yüksekliğinde iyi nişan almalarını sağlayan çıkıntının olduğu, beş-altı delikli bir modeldendi’.

Yarbay Shiel’den iki sene sonra yani 1838 yılı Haziran ayında Bitlis’e uğrayan başka bir seyyah da, Amerikalı rahip Horatio Southgate’dir. Erzurum üzeri Bitlis’e gelen Southgate, hem Şerif Bey’in kıyafeti hem de Bitlis ahalisinden karşılaştığı diğer şahsiyetlere de uzun ve detaylı izlenimlerini yazmıştır. Rahip Southgate’in aktardıklarından kısa kesitler:

’Şerif Bey, şaşaalı Kürd kıyafetleri içerisinde odanın bir köşesinde oturmaktaydı. Bey’in üzerinde boydan boya beyaz renkte bir kıyafet ve başında da onlarca rengarenk şalın sarılması ile oluşturulmuş bir sarık vardı.

Bey’in beni karşılama ve ağırlama tarzı, kendisinin ne kadar hür bir ruha sahip, bağımsız bir hükümdar olduğunun göstergesiydi. Bu ruh onun birisi tarafından atanmış bir validen ziyade, kendi toplumunu yönetme hakkına sahip bir lider, bir başkan havası yansıtmakta. Aynı ruh ve atmosfer Bitlis şehrinin ahalisinde de mevcut.

Bitlis şehrinin ahalisi, Sultan hakkında kendilerine pek bir bilgi ulaşmadığı için kendi dağlarının arasındaki şehirlerinde ve kendi Bey’leri tarafından bir ülkeymiş gibi yönetilip yaşamaktalar.

Buranın insanları iklimin ferahlığı ve insanların uzun ömürlü olmasıyla övünmekteydiler. Onlara hak vermek zorundayım. Çünkü burada geçirdiğim zaman içerisinde, gündüzleri öyle çok ölümcül sıcak yoktu ve geceleri ise, ki açık havada uyuyordum, sakin, huzurlu, ferah ve temiz bir havaya sahipti. Erkeklerin dinç ve sağlam dış görünüşleri ile, çocukların gürbüz ve sağlıklı görünüşleri de iklimin bir vergisiydi.

Bitlis’te otuz iki camii ve sekiz medrese bulunmakta. burada iki bin Müslüman ve bin Hristiyan aile yaşamakta. Ayrıca bir kiliseleri olan elli Süryani aile de mevcut. Bitlis ahalisinin Türkiye’deki şehirlerin aksine, daha rahat neşe dolu ve şaşaalı bir tarzları vardı. Ayrıca ben Bitlis’teki Ermenilerin toplum içinde karşılaştıkları saygınlık ve gördükleri itibarı başka hiçbir yerde görmemiştim.Bir gün konak kaldığım Ermeni tüccarın evinin bahçesindeki asmalı çardakta otururken, avluya yaşlı koçer bir Kürd girdi. Üzerinde dağlarda yaşayan Kürdlerin kullandıkları geleneksel silahlar ve kıyafet vardı. Bitlis’te karşılaştığım başka ilginç bir karakter de, evinde konak kaldığım ev sahibinin yanında çalışan bir Yezidi idi.

4 Temmuz sabahı Bitlis’ten ayrılırken, bana yolculuğum boyunca eşlik edecek Kürd sabah erken geleceğini söylemiş olmasına rağmen, öğlene doğru geldi. Üzerinde geleneksel Kürd giysileri vardı. Keçeden bir başlık ve Avrupalıların kıyafetine benzeyen, ancak bu çok daha geniş olan çizgili bir pantolon giymişti. Böyle modern tarzda bir kıyafeti Kürdistan’ın bu dağları arasında görebileceğimi hiç sanmıyordum ve çok afallamıştım ilk başlarda. Ancak daha sonra öğrendim ki bu tarz kıyafetler buralarda çok yaygın ve normalmiş’.

Rahip Southgate, Bitlis’ten ayrılırken denk geldikleri hacı karşılama merasimine değiniyor. Şehrin sosyolojik yapısı tarihçesi ve Bitlis şehir kültürü açısından çok önemli olan bu gözlemini şöyle kaleme almış rahip:

’Sokaklar kadınlı erkekli kalabalıklarla doluydu. Biz kalabalığın bizim şehirden ayrılmamızla alakalı bir şey olduğunu düşünürken, öğrendik ki Mekke’den gelecek hacıların şehre girişleri haber alındığından, ahali onları karşılamak için yerlerini almak için toplanıyormuş. Batıda böyle bir karşılama olsa herkes ayakta ve hareket halinde yol kenarına sıralanıyorken, burada herkes yol boyunca oturmuş, ya birbirileri ile konuşuyor yada tütün içiyorlardı. Türkiye şehirlerindeki Hristiyanların böyle bir karşılamada yer almadığı gibi, genellikle o şehirlerdeki Müslümanlar büyük bir heves ve merak ile bu tür karşılamalarda yer alırlar. Ancak Bitlis’te durum çok farklı. Çünkü Müslümanlar kadar hemen hemen şehrin Hristiyanları da ilgi ve merak ile hacıları karşılamak için yerlerini almış bekliyorlar. Bu durum benim burada gözlemlediğim gibi, Bitlis’in bu iki toplumunun birbirileri ile ne kadar yakın ve samimi olduklarının bir ispatı idi’.

Bitlis Vilayeti de dahil, Osmanlı’nın tüm vilayetlerini gezmiş ve devlet adına resmi araştırmalar yapmış olan Fransız Cuinet’in raporları da çok teferruatlıdır.

Ermeni bir aile, Bitlis, 1890’lar

1889 yılında Bitlis ve kazalarının tüm etnik, dinsel, ekonomik ve kültürel envanterini çıkartan Cuinet, ’Bitlis Vilayeti Raporu’ bölümü ile tüm çalışmasını 1894 yılında yayımlamıştır. Bitlis ahalisi ve giyim kuşamları hakkında Cuinet şöyle yazmıştır:

‘Bitlis Vilayeti nüfusu iki ana unsurdan oluşmaktadır. Biri Müslümanlar, diğeri ise Hristiyanlar;yaniKürdler veErmeniler.

Bitlis Vilayeti’nin hemen hemen tüm güney kısmının nüfusunu Kürdler tek başlarına oluştururken, vilayetin geri kalan kuzey kısmını Ermeniler ile birlikte oluşturmaktalar’.

Kürdlerin giydiği kıyafetler, Ermenilerin kıyafetlerinden daha farklıdır. Her iki kesimin giyim tarzları arasındaki farklar hakkında biraz bilgi verelim şimdi.

Kürd erkeklerinin kıyafetlerinin üst kısmında genellikle, bir ucu arkadan ensenin kökünden bağlanan, diğer ucu vücudun ön tarafından dolanarak giymiş oldukları gömlekleri sabit tutan, beyaz uzun keten bir kuşak bulunmakta. Pantolonlar hep oldukça geniş ve değişik renklerden oluşan kumaşlardan yapılmakta. Omuzlarda parmak uçlarına ulaşıncaya kadar uzun kollara sahip bir kısa yelek taşınmakta. ’Kazaki’ diye adlandırdıkları ve bir tür kısa ceket aslında bu, ki kıyafet belin yarısına kadar gelirken vücudun ön kısmını açık bırakıyor. Buradaki zenginler bu’kazaki’ dedikleri ceketin yakalarını altın veya gümüş işlemeler ile süslerken, iç kısmını da ’çor’ dedikleri bir tür kürk ile kaplatıyorlar. Kıyafetler ipek kuşakların bir kaç defa bele sarılması yardımı ile sabitleniyor. Silah taşımamak çok ender rastlanan bir durumdur, ki zaten kuşakların içinde kamaolarak adlandırılan kısa ve geniş hançerler hep silah olarak taşınmakta. Kürd erkeklerinin başlarında hotozdedikleri bir sarık/başlık var. Bir tür fese benzeyen bu başlık, çeşitli el dokuması yazmalar ve parlak renklerden oluşan tülbentlerin biribirleri üzerine dolalanıp sarılmalarından yapılıyor. Ayaklara giyilen çizmeler çok nadir siyah renkte olmakla birlikte, genellikle kırmızı veya sarı renklerde bu bölgeye has keçi derisinden imal edilmektedir.

1847 tarihli ‘Kürd Kıyafetleri’ adlı gravür. J. Laurens

Kürd kadınları ta ayaklarına kadar inen beyaz veya kırmızı keten gömlek giyorlar. Başlarını önden göğüslerine kadar, arkadan ise sırtlarına kadar inecek şekilde elbiseleri ile aynı renkte ince bir örtü ile örtüyorlar. Koçer Kürdler ise erkeklerin giyim tarzlarına yakın bir stile sahipler. Ancak sahip oldukları hotoz başlıkları, erkeklerin ki kadar hacimli ve büyük değil. Kızların çoğunun burunlarında altın, gümüş veya turkuaz renklerinde hızmalar bulunmakta. Bu koçer Kürd kadınları da erkekleri gibi deriden yapılan sarı veya kırmızı çizme giyiyorlar. Çizme giymeyen diğer kadınlar genellikle ya çıplak ayak geziyorlar, yada ayak parmaklarını dışarıda bırakacak şekilde deriden yapılma terlik kullanıyorlar.

Ermenilerin giydikleri kıyafetler, hemen hemen Kürdlerin kıyafetleri ile aynı sayılır. Yalnız Ermeniler başlarında ’hotoz’ yerine ’külah’ diye adlandırdıkları, sivri uçlu bir başlık tarzı kullanmaktalar. Bu ülkenin Müslümanları tarafından Ermenilere verilen ’külah’ lakabının da, büyük olasılıkla bu başlıkdan dolayı olduğu düşünülmekte.

Ermeni kadınlarının çoğu dış kıyafetlerine ve dış görünüşlerine özen gösterip, öyle tek tip ve uzun bir gömlek giymeyip, takviye kıyafet ve süslemeler yaparlar. Özellikle özel günlerde pelerin veya pardesüye benzeyen entaria dını verdikleri kıyafeti giyerler. Saçlar özel yapılır ve başlarına da siyah ipekten yapılmış bir taç şeklinde başlık olur ki, bu da başın sağ tarafından aşağı doğru eğimli yerleştirilir. Bu başlığın üzerine ve alınlarına da sarkacak şekilde beyaz dantelimsi bir şeyler ekleyerek, ta topuklarına kadar uzanan iki tane kırmızı kurdele takarlar’.

Bitlis ahalisinin iki ana unsurunu oluşturan Kürdler ve Ermeniler’e dair anlatımları akabinde Cuinet, kısa bir not olarak vilayetteki diğer azınlıklara hakkında da şu notu düşmüştür: ’Yukarıda Kürdler ve Ermeniler için belirtilenler, Bitlis Vilayeti içindeki, aynı gelenek ve göreneklere sahip diğer küçük azınlık grupları olan vilayet sakinleri için de geçerlidir’.

Bitlis’e uğrayan ve hem şehre hem de ahalisine hayran kalan bir seyyah ise, Britanya’lı misyoner rahibe İsabella Bird’dür. Bird 1890 sonbaharı Bitlis’ten geçerek Erzurum’a gitmiştir. O tarihlerde Bitlis merkezde var olan ve Bitlis’in Hristiyan çocuklarına hitap eden Amerikan İlahiyat Kız Koleji’nde konaklamıştır. Şehri gezerek hem mimarisi, hem insanları hem de genel atmosferine dair çok önemli izlenimler edinen Bird, bunları 1891 yılında yayımlamıştır.

Isabella Bird’ün Kasım 1890 Bitlis’i ve ahalisine dair anlattıklarından bazıları:

“Bu şehrin büyüleyiciliğini dün akşam vadiden geçerken hissetmiştim, ancak bu sabah gördüklerimden sonra, buranın yapısı ve konumu itibari ile Batı Asya’nın en romantik ve etkileyici şehri olduğunu söylemem gerekli.

Bitlis’te kırmızı kök boya veya koyu lacivert renkler kullanılarak üretilen ve büyük ölçüde dışarıya satılan pamuklu kumaşlar vardı. Bu kumaşlardan Ermeni kadınlar kendilerine işlemeli önlük yapıyorlardı.

Bitlis’in nüfusu takribi olarak 30 000 olarak söylenmekte, ki bunun 20 000’den fazlasını Kürdler oluşturuyor. Bitlis’teki Türkler küçük bir azınlıklar. Hristiyan Ermenilerin şehirdeki sayısı ise 2000 ile 5000 arasında olduğu söyleniyor. Şehirdeki hem kadın hem de erkekler çok güzel ve yakışıklılar. Üzerlerinde taşıdıkları Kürd kıyafetleri de ayrıca bu ilginç ve bir o kadar resim gibi güzel şehre, ayrı bir güzellik katıyor. Erkekler, saten yelekler üzerine, bu mevsimde sıkça görülen koyun postundan yapılmış, üzeri yün olan siyah kolsuz ceketler giyiyorlar. Kızların burunlarındaki gümüş hızmalar onlara her ne kadar ‘vahşi’ bir görünüm verse de, bu gelenek Ksenofon zamanında (M.Ö. 400) dahi var olan onların ataları Karduklular’dan kalma bir alışkanlıktan başka bir şey değil.

Kürdlerin fizikleri çok zarifti. Doğrusunu söylemek gerekirse ben hayatımda bu kadar narin ve güzel bir halk daha önce görmemiştim. Erkeklerin üzerlerindeki o şaşaalı ve son derece güzel kıyafetler, sahip oldukları duruşlarına daha da bir estetik ve şatafat katıyor.

Dış görünüş itibari ile hassas, ancak bir o kadar da keskin bir yapıya sahipler. Ağız yapıları küçük ve güzel. Dişler her zaman beyaz ve sağlıklı; yüz oval, kaşlar kalın ve eğimli; kirpikler uzun; derin ve bilge bakışlı gözler; burun ya düz yada şahinimsi kemerli; çene hafif basık; eller ve ayaklar küçük ve ince.

Bitlis’in kadınları gençken güzel ve alımlılar ancak yaşam şartları, ağır işler, erken evlilik ve erken annelik gibi etkenlerin, onların çok çabuk yıpranmalarına ve yaşlanmalarına neden olduğu aşikar.

Şehrin yoksul Kürdleri; pamuk ve kıldan yapılmış, Farsların çarıklarına benzeyen ayakkabıların içine, üzerinde işlemeleri olan şaşaalı yün çoraplar giyiyorlar. Pantolonları bahriyelilerin geniş paçalı pantolonlarını andırıyor. Bellerinde yünden dokunmuş Kaşmir desenli kuşaklar, omuzlarında ise kolsuz kısa ceketler taşıyorlar. Kürdlerin başlarındaki sarıklar ise hayli ilginç.  Sarıkların altına siyah veya beyaz olan bir takke yerleştirildikten sonra üstüne  ipek, yün ve pamuktan oluşan sarığı, bir ipin yardımı ile iyice sarıp sarmalıyorlar. Kuşaklarındaki hançer ise her zaman görünür bir şekilde taşınıyor, ki onun üstünde de genellikle sırt ve göğüslerini çarpı çeklinde kaplayan iki  mermi şeridi asılıyor. Beldeki kuşağa asılı olarak kılıç, kuşağın içinde ise tütün kesesi, sigara ağızlığı, çakmaktaşı ve hatta bazı durumlarda da içinde sadece bir atışlık barut olan üzeri işlemeli boynuz şeklinde barutluk taşıyorlar.

Şehrin zengin Kürdleri ise, Süryanilerin giyim ve kuşamlarına benzeyen tarzda giyiniyorlar. İçe giyilen ve göğsün üst kısımlarını gösteren ve çok uzun kolları olan içlik, genellikle kırmızı veya beyaz parlak saten kumaştan. Onun üstüne ise kol ağzı gene çok uzun, ipekten ve üzeri altın yaldızlarla işlemeli kısa bir ceket giyiliyor. Pantolonlar; çizgili ipek veya satenden, paçaları oldukça geniş. Çizmeler; karanfil kırmızısı, ortaçağ tarzında tamamıyla esnek deriden. Kuşaklar; turkuaz taşlarla süslenmiş fincan kadar büyük gümüş çengelli iğnelerle tutturulmuş ve bu kuşakların içerisinde üzerleri değerli taşlarla süslenmiş hançer ve gümüş işlemeli tabancalar ve türlü türlü diğer ışıldayan takılar. Omuzlarda ise atın üstündeyken rüzgarda dalgalanan, uçları uzun saçaklı, beyaz veya siyah taban üzerine kırmızı, mavi, ve kavuniçi çizgili ipek şallar. At malzemeleri ise; özel günler, düğün ve diğer merasimlerde çıkartılıp, atların başlarına, boyunlarına, yeleleri ve göğüslerine asılan gümüş liralardan oluşuyor.

Kadınların kıyafetleri de eşlerinin giyim tarzlarının yansıması gibiydi. Üstte; pamuklu mavi bir gömlek, altta; ayak bileklerinden büzülmüş şekilde geniş bir şalvar, başlarda; gümüş bir başlığın etrafında her biri zincirin ucuna asılı sallanan liralar, omuzlarda; uçları tokalarla boyundan tutturulmuş kare bir pelerin, boyunlarda zincire asılı habbeler, saçlara tutturulmuş küçük bir mendil ki bunu genellikle yabancı bir erkekle karşılaşınca ağızlarını örtmek için kullanıyorlardı”

Dört günlük Bitlis konaklaması ardından 14 Kasım 1890 sabahı yolculuğunun geri kalanı için Bitlis’ten ayrılan rahibe Bird, Bitlis çarşısında gördüklerini de şu satırlar ile aktarmıştır:

’Yokuş aşağı inerken sanki yoldan değil de bir merdivenden inercesine Dicle (çay) üzerindeki köprülerden atlarımızı sürerek geçtik. Dar, basık ve güneş gölgeliklerinden dolayı karanlık olan Bitlis çarşısı, alışveriş için orada bulunan kalabalıktan dolayı da çarşıdan geçmemizi zorlaştırıyordu. Tezgahlarda; meyveler, kökler, ilginç sebzeler, evde kırmızıya boyanmış pamuklar, şaşaalı at malzemeleri, Kürdlerin hoşlandıkları türden hançerler ve gümüş zincirler, rengarenk Kürd kıyafetleri, burunları diz kapaklarına değecek kadar kıvrılmış kırmızı çizmeler, atlar için eyerler ve kırmızı renklisi de dahil her türlü qelûnlar (çubuk -sigara ağızlıkları) ile doluydular. Ayrıca kırmızı ve yeşil çömlekler, kocaman su küpleri, testiler, süpürgeler, otlu ve otsuz peynirler, nallar, etler, yani büyük bir şehir nüfusunun gereksinimleri için uygun olan her şey vardı ve esnaf da dükkanlarında oturmuş alışveriş yapanları izliyorlardı’.

Baran Zeydanlıoğlu, 15 Şubat 2019

Kaynaklar

Highlands of Asiatic Turkey, E. Percy, 1901

Sefername, Nasir-I Hüsrev

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, YKY, 2011

Les Six Voyages de Jean Baptiste Tavernier, Ecuyer, Baron d’Aubonne, en Turquie, en Perse, et aux Indes, Tavernier,  Paris 1675

Royal Geographical Society, J. Shiel, 1838

Narrative of a Tour Through Armenia, Kurdistan, Persia and Mesopotamia, H. Southgate, 1840

‘La Turquie D’Asie Geographie Administrative, Statistique, Descriptive Et Raisonnee de Chaque Province de L’Asie-Mineure, Cuinet, 1894

Journeys in Persia and Kurdistan, Volume II, Isabella Bird, 1891

Bitlisname kaynak gösterilmeden yayımlanamaz