Ermeniler, Trakya ve Yunanistan topraklarında binlerce yıl yaşadıktan sonra M.Ö 600’larda İskitlerin önünden kaçarak Bosfordan Karadenize ve bu yoldan Araratlar da hakim olan Kürt Haldi/Xalti devletine iltica ettiler.

Araştırmacı Yazar – Şakir Epözdemir

Haldi/Urartu devletinin sınırları o zamanlarda toroslara kadar uzuyor ve Van (TUŞPA=VAN) şehrini başkent yapan bu büyük devletin bir Kürt devleti olduğunu artık herkes kabul ediyor.

Haldiler, ilticacı Ermenileri himaye etmişler ve kendi kontrollerinde olan Rewan Bölgesine yerleşmelerine izin vermişlerdir. (Rewan’ın Kürtçede Revan olduğunu ve ‘kaçaklar + kaçanlar’ manasına geldiğini açıklamakta yarar görüyorum.) Bu durumda Ermeniler, “Mahmi” mülteci Kütler ise “Hami” yani himayecidirler. Kürtlerin Ermenileri himaye ettiklerinden dolayı sıcak bir dostluk meydana gelmiş, Ermeniler Kürtlerin dinine girmiş ve HAY olan Kürt Tanrısına taparak kendilerini “HAYÎK” olarak ifade etmeye başlamışlardır. (Sn. Ekrem Cemilpaşazadenin Kürdistan Tarihine bakınız)

Med devletinin başındaki kral Key Aksardır. Key Aksar tam bu dönemde (623’te) Ninovayi muhasaraya alıyor. 2000 yıldır ki Asurlarla Kürtlerin başı beladadır. Şimdi artık Asurları yenme zamanı gelmiştir. Fakat Key Aksar Ninova ablukasını kaldırarak Sitlerin peşine düşüyor. Zira o dönemde sitler (Kürtler) bu günkü Elkaide gibi dünyanın baş belası durumundadırlar.

Sitler, Jorjya, Armenya, Pont ve Kapadokya’yı bu sırada zapt etmişler. Key Aksar adı geçen bu ülkeleri kurtararak Satraplar şeklinde kendi ülkesine bağladıktan sonra, tekrar Ninovaya dönüyor ve (M.Ö 615’te) Ninovayı fethedip ME İmparatorluğunu kuruyor.

Kürt Halti-Urartu ve MED imparatorluğunun kuruluş döneminde olduğu kadar tarihin hiçbir döneminde Kürtler bu kadar güçlü olamamışlardı. En güçlü zamanlarında Ermenilere sahip çıkmışlar, onlara toprak vermişler ve o çaresizleri kendi topraklarında barındırarak aynı inançta birleşmişler ve bu olaydan sonra Ermeniler MED imparatorluğunun bir strabi olarak yaşama fırsatını elde etmişlerdir.


Kürtler ‘ARİ’ olup Ermeniler ‘Trako-Frijyen’ dırlar. Her iki halk Hındi-Avrupalı’dır.

Daha sonra M.Ö.331’de Flipin oğlu Mekadonlu İskender geldi ve Pers/Med İmparatorluğunu yıktı. Dünyanın tek güçlü devletinin merkezini Mezopotamya’da kurarak ve henüz 33 yaşında iken (M.Ö.323’te) öldü.

Asya kralı Büyük İskender’den sonra Selefkoslar dönemi başladı. Ermeniler,Selefkoslar’ın maiyetine girdiler ve 110 yıl bunların sıtrabı olarak ve artık Romalılarla yaşamaya başladılar. Zaten Trakyalı olmalarından ötürü gelen bu işgalci ve despot halklarla akraba da sayılıyorlardı. Bizanslılarla birlikte Hıristiyanlığı seçip Bizans ordusunda yüksek kademelerde görev alarak ve özellikle Roma ve Bizans yönetiminde olan Kürt bölgelerinde küçük krallıklar ve yönetimler kurma fırsatını bulan Ermeniler, bugün olduğu gibi, sürekli olarak Kürtlere karşı hasmane davrandılar ve bizleri yok saydılar.

Topu topuna 16 yıl yaşayan (M.Ö.85-69) Tigran’ın kurduğu Ermeni Krallığı döneminde Hurilerin inşa ettiği Amid veya Amed’in ismini Tigranger olarak değiştirmeye kalktılar. Burada bu ad değiştirmede Ermenilerin Türklerden ve hatta Araplardan da daha bağnaz olduklarını kaydetmek istiyorum. Mirlerin döneminde ‘Malé Mîrî’ olarak bildiğimiz Kürdistan hükümdarlarının bostanlarından cananlık ve rençperlik ettikleri tarlaların dahi isimlerini değiştirmişlerdir. Oturdukları köyü değiştirdiklerinde köy mer’asi bildiğimiz köyün sınırları içindeki derelerin, tepelerin ve belirli yerlerin isimlerine dokunmadıkları için, bir köy de 100 tane özel yer ismi varsa 99’unu unutuvermişlerdir. Bu konuda her Kürt, kendi köyünü deneyebilir. Köy isimlerinin birçoğu da, ta Sümerlerden, Med’lerden ve Urartulardan kalma isimler taşıdığından, Ermenice olmamalarına rağmen bazı kimselerce sanki Ermence isimlermiş gibi algılanır. Kürdistan’daki köylerimizin, sadece köyler veya kasabalarımızın ad değiştirdiğini, o merkezlerin arazisi üzerinde yapılacak bir araştırma ile, Ermenilerin Türklerden geri kalmadıklarını rahatlıkla görülecektir. Eski tapular, tahsisler, adlı siciller ve bunlar gibi kayıtlar da da bu doğruya ulaşmanız mümkündür. Türkler de, yani ırkçı ve inkarcı Cumhuriyet zihniyeti de şehirlerimiz ve köylerimizin isimlerini değiştirirken bu köy ve şehirlere bağlı doğal yerlerin isimleri değişmediğinden bu bölgenin Kürt olduğunu ve Kürtçe isimler taşıdığını hemen görebiliyoruz.

Ermenilerin bir huyu var, geçtikleri bütün topraklar onların oluyor.

Büyük İskender’den sonra Aşkaniler, Hurkaniler, Partlar ve Sasaniler Roma/Bizans ve onların nazlı çocukları olan Ermenileri rahat bırakmadılar. Ama bu süreç çok uzun sürdü ve Kürdistan toprakları sürekli bir savaş alanı halinde kaldı. …


Halife Ömer dönemi (633–643) İslamiyet’in yayılma dönemidir. İslam orduları hicretin 14 ünde (636 yılı) Bizans İmparatorluğu’nu Suriye’nin Yarmuk Savaşında ve 637’de hicretin 15.yılında Kadsiye’de Sasani Devletini yenerek bölgenin ve belki de o günkü dünyanın iki süper gücünü bertaraf ettiler. 639’da İslamiyet bütün Kürdistan’a, Suriye’ye ve İran’a yayıldı.

İslamiyet, Hıristiyan ve Yahudilere dokunmadı. Ama Kürtler Zerdüşt dinine bağlı oldukları için İslam orduları Kürtleri ehli kitap saymadı ve onları Müslümanlaştırmaya zorladı. MS 750 yılına kadar süren 80 yıllık Emeviler dönemi, Kürtler için çok kötü bir dönemdi. Ancak Abbasileri iktidara getiren Eba Müslim-i Horasani sayesinde, Kürtlerin bundan böyle itibarları arttı ve 8. yy. başından itibaren mirlik ve hükümetlerini kurmaya başladılar. Kürtler bu dönemden sonra başta Şeddadiler, Mervaniler, Hasanweyhiler olmak üzere bir düzine devlet kurdu ve kendi topraklarında özgür yaşamaya başladılar.

Ermeniler; Roma ve Bizanslıların destek ve himayelerinde oldukları için özelikle Bizanslıların 10. yy. sonuna kadar hâkim oldukları yukarı Kürdistan’ın muhtelif bölgelerinde sıtrab veya prenslikler şeklinde bir süre daha statü varlıklarını sürdürmeye çalıştılar. Ancak, Kürtlerin baskısından kurtulmak için 1020 yılında Kürdistan’in bu bölgesini Kayseri, Nevşehir ve Tokat gibi Anadolu yöresiyle takas ederek Kürdistan topraklarını terk etmeye başladılar. Yani bu toprakları Bizanslılara bıraktılar. Kürtlerle, bölgedeki Mervani ve Şeddadî Devletleri ve bölgedeki Mirliklerle yüzyüze gelmek istemediler. Çünkü onlar Kürt Toprağı üzerinde Kürtlerin yüzüne bakarak hak iddiasında bulunamazlardı. Kürtler boşuna “keysfille ve keysfiletî” deyimlerini tarihe maletmemişlerdir.

Böylece Ermeniler 1020 yıllında Kürdistan topraklarını bırakarak Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Daha sonra 1071 ‘de Malazgirt’te bir meydan savaşı Müslümanlar ve Hıristiyanlar arsında cereyan ettiğini biliyoruz.

Alp Aslan’ı Kürt Mervani devleti ve Kürdistan’ın birçok yönetimleri destekledi. Bizans komutanı Diyojen’in Malazgirt’te bir kürdün evine sığındığı ve bu Kürt tarafından tutuklanmış veya öldürülmüş olduğu söylentileri vardır. Ve daha sonra Alpaslan’ın da Kürtler tarafından öldürüldüğünü biliyoruz.
Kürtlerin yönetimleri de Şeddadiler zamanında Azerbaycan, Aran ve Kars’a kadar geniş bir alana hâkim olduğunu biliyoruz. Bu devletin merkezi Karabağ olup başkentlerini Ani’ye taşımışlardır.951–1251 yılları arasında 250 yıl Şeddadi devleti bu geniş bölgeye hükmetmiştir. Hiçbir kuvvet, Xaldiler ve Urartuların torunlarını topraklarından çıkaramamıştır ve her zaman Kürdistan toprağında Kürtler çoğunluk olarak bugüne kadar yaşamışlardır.

Romalılar’ın ve Bizanslılar’ın Kürdistan topraklarını terk ettikten sonra Ermeniler’in gerçekten prenslikleri, beylikleri, sıtrabları ve devletlerinin 1920 lere kadar nasıl ve nerde kurulduğunu merak ediyorum. 1920’de Kürdistan’a Sor’la birlikte Ermenistan Devleti de kuruldu ama ne olduysa koca Sovyetler Birliğinin Yöneticileri Kürdistan’a Sor’a tahammül edemediler. Acaba Stalin mi, Ermeniler mi yoksa Azerbaycan’la gizli gizli görüşen Kemalistler mi bu minicik statüye tahammül edemediler diye merak ediyorum. Ve benim kanaatime göre Kürdistan a Soru darmadağın ettiren Ermenilerin Stalin dönemindeki şovenist manevralarının bir sonucudur. Çünkü yakın tarihte Karabağın işgalleri sırasında Ermenilerin Kürtlere karşı acımasız duruşlarını bütün Kürtlerce biliniyor ve “keysfiletî” gerçeğinin 2500 yıldır sürdürüldüğüne şahit oluyoruz.

Merwani Kürt Devleti 985 te kurulduğunda Farqin (Silvan) başkent olmak üzere Urfa ve Nusaybin’den Musul’a ve kuzeyden Bitlis, Muş, Erçiş’e kadar geniş bir alanı kapsıyordu.

Şeddadi devleti (951-1200) 250 yıllık yönetiminde Divin, Gence, Alan ve Ani bölgesinde Kürtler adına hükmettiler. Daha önce var olan Bitlis, Hakkari, Botan, Xançukan (Bingöl bölgesi), Çemişgezek, Mirdasiler ve Loristan hükümetleri ile daha sonra ortaya çıkan Kürdistan Mirlikleri, Eyyübi Devletleri de dahil, hiç birinde Ermeni’lerin lamı cimi olmadı.

Makedonlu İskender, Perslerle Medlerin Devletine son verdikten sonra M.Ö. 331 den M.S. 640 yıllına kadar 1000 yıl ve beklide daha uzun bir zaman yukarı Kürdistan işgalci Bizans ve Romalıların hâkimiyetinde kaldı.

Romalılar ve Bizanslılar Kürdistan’ın kuzeyine hâkim oldular. Aşkaniler ve Sasaniler genel olarak bugünkü Irak ve İran Kürdistan’ını çok geçmeden kurtarabildiler. Sonra İslam orduları Kuzey Kürdistan’a girdi. Ahlat’ın üst tarafının kurtuluşu gerek Emeviler ve gerekse Şeddadiler zamanında gerçekleşmiştir.
Bu kadar uzun bir süreçte (Şeddadiler(951-1199)dönemi hariç) Kürdistan Yönetimleri ancak Kürt-Osmanlı ittifakından sonra bu bölgelerde kurulmuştur. Haldi/Urartu Devletinin beşiği olan bu bölgede hem Kürtlük zayıflamış, hem de Ermeniler Haldi/Urartu ve hatta Med İmparatorluğuna sahip çıkmış ve Kars’taki Ani harabelerinin de kendilerine ait olduğu iddiasında bulunmuşlardır. …

Bitlis Hükümdarı Şeref Xan’a göre(297)24 Kürt Aşiret şefleri Mutki’nin Tab/Tap merkezinde bir federasyon da birleşip aralarında bir kral seçip Gürcüler le savaşarak Bitlis ve Sason mıntıkalarını bu işgalci ve Hiristiyan Gürcülerden geri almışlardır. Buraların kurtarılmasının Miladi 8. yy.ın başında olduğunu düşünüyorum. Çünkü en az ilk kralları Roşkanlı bir asilzadedir. Bu kral öldükten sonra, Roşkan federasyonu Meclisi, Kürdistan hanedanlarından, Sasani krallarının sülalesinden gelen ve o dönemde Ahlatta ikamet eden prenslerden Diyadin ve İzeddin isminde iki kardeş prensi getirip Hezzo (Sason) ve Bitlis hükümetlerinin veya krallıklarının başına geçirme kararını almış ve tatbik etmişlerdir.
Şeref Han; Şerefnamenin 4. safhasının 2. kısmında “Bitlis hükümdarının soyu ve mensup oldukları köken hakkındaki bölümünde” şimdi 1005(1597) yılından geriye doğru 760 yıldır, Bitlis hükümdarlığı ve bu vilayete bağlı olan yerler Diyaddin sülalesi olan ve nice şanlı hükümdarlar yetiştiren baba ve ecdatlarımın yönetimindedir.” der. Şeref Xan’dan özetlediğim bu iddiayı doğru bulduğuma göre 1597’den geriye doğru 760 yıl gidip 837 rakamını buluyorum. 837’den beri Diyaeddin sülalesi Bitlise önderlik yaptığına göre, bunun evveliyatı’da vardır ve takriben 7. asrın sonu ile 8. yüzyılın başından başlayarak Bitlis eski ve kadim sahipleri olan Kürtlerin eline geçmiştir. Şeddadi devletinin Karabağ (Gence) Divin, Alan ve Ani (Kars)merkezlerini başkent yaptığı yıllar 951’den 1199’a kadardır. Zaten Malazgirt Savaşından sonra bu bölgelerde, yani; Erzurum, Kars, Ağrı ve Azerbaycanlara dek, artık Bizansların izi yoktur. Romalıların, Bizanslıların ve daha sonra İngilizler başta olmak üzere büyük Hıristiyan devletlerinin tahrik ve destekleri olmadan da hiçbir zaman Ermenilerin bu kadar yersiz iddiaları söz konusu olmamıştır.

Şimdi tekrar tarihe dönelim 1071’de Malazgirt Savaşı, daha sonra Selçukluların akınları, Kürt Mervani devletinin(985–1095) yıkılışı, Eyyübiler’in (1175-1260) iktidarları ve bölgeye hakimiyet dönemleri boyunca Ermenilerden lam û cim yok. Ne zaman ki Moğolların barbar ve canavar orduları bütün İslam alemini işgal, talan ve yakıp yıkmaya başladı, işte o zaman (1230–1260)Hıristiyan-Girigoryan Ermenileri bu barbarların yanında yer aldı ve bu savaşta özellikle ve özellikle Kürtlere çirkin dişlerini gösterme fırsatını bulup, Farqin (Eyyubi Devleti) Meliki, Melik Kamil Eyyubi’yi bir direğe bağlayıp etlerini lime lime koparttıktan sonra Şam sokaklarında direğe bağlı kafası ve iskeletini dolaştıran bir gönüllü Ermeni prensi (!) idi. Asalete bakın …
Benim bütün tarihi süreci inceleyip Kürt-Ermeni ilişkilerini M.Ö 600’dan, M.S 1915’lere getirmeye ne gücüm yetiyor ve ne de bu olaylar birkaç kalın kitaplara sığıyor. Görünen köye kılavuz istenmez. Kürtler, kendi tarihlerini ve tarihte Kürt İslam, Kürt –Arap, Kürt-Fars, Kürt-Osmanlı, Kürt-Türk ve özellikle Kürt-Ermeni ilişkilerini bir süzgeçten geçirmedikçe gerçek şahsiyetini bulmaz ve kendilerini tarihi bir perspektifte ifade edemezler özellikle de Türkiye Kürtlerinin milli tarih ve ulusal duyguları bu yüzden zayıflamış ve ne yazık ki Kürtler hafıza kaybına uğramışlardır.

Kürtlerin okumuşu, okuyanı ve cahili, kimi konuşturursanız konuşturun mutlaka size söyleyecekleri ezberlenmiş birkaç şablon kelimeyi tekrarlayacaklardır.
“Kürtler Ermenilere haksızlık yaptılar. Ermenileri katlettiler. Ermenilerin mallarına ve güzel kızlarına göz koydular. Osmanlının ve özellikle Sultan Abdülhamit’in oyununa geldiler. Hamidiye Alayları da bunun için kuruldu. Kürtlerin feodalleri, Şeyhleri, ağaları ve Mollaları din kisvesi altında Kürtleri Ermenilerin üzerine saldırttılar”(V.B)

Şimdi vicdanen kendi kendimize soralım ve tarihi hafızamızı çalıştıralım.

Müslümanlık ortaya çıktığında Ehl-i kitab olan Mesihi ve Yahudiler nerede ve ne zaman zulüm gördüler? İslam orduları, Suriye’de Hıristiyanların krallığını ortadan kaldırırken bir çok devletle savaşmış ve daha sonra Suriye, Nusaybin, Urfa, Diyarbakır ve Hicretten sadece on beş yıl sonra Ahlata ve Erzincan, Erzuruma kadar bu günkü kuzey Kürdistan’ı fethetmiştir. 633’den sonra ve Hz Ömer’le başlanan bu fütuhat sürecinde çok kısa bir zaman da Sasaniler ve Bizanslılar ortadan kalktı. 636’da Suriye’de Bizans yıkıldı, 637’de Kadisiye de Sasaniler İslam ordularına yenildi. İyad bin Ğanem 636’dan 639’a kadar üç yıl içinde kimi yerde savaşarak ve çoğu yerde barış ve anlaşma yoluyla Nusaybin, Mardin, Hasankeyf, Urfa, Amed, Farkin, Egil, Bitlis, Siirt ve Ahlatı Bizans yönetiminden alarak İslam yönetimine geçirdi.
Bu bölgede kalan Kürt, Asuri, Kildan, Ermeni ve diğer kökenlere bağlı Hıristiyanların hepsini can mal ve namusları İslam devletinin garantisinde idi. Gayri Müslim olanlara askerlik yaptırılmıyordu. Sadece bunlardan kanunnamelerle belirlenen vergiler alınıyor ve mülkiyet haklarına dokunulmadığı gibi kiliseleri, manastırları, dini ayin ve gelenek görenekleri güvence altına alınmıştı.

Bu normlar Abbasiler döneminde, Eyyubiler döneminde, Osmanlılar döneminde ve bütün Kürdistanlı yönetimler döneminde aynen ve harfiyen devam etmiştir. Ayrıca Kürtler bazı bölgelerde Asuri, Suryani ve kökenleri Mezopotamyalı olan Keldani toplumlarına kendi kendilerini yönetme, silahlı kuvvetler bulundurma ve örneğin Hakkari hükümeti ile birlikte savaşlara katılma hakkını vermişlerdir. Hatta Hakkâri’nin Akkoyunlu devletinin işgaline uğradığında (1473 lerde) bu mesihiler, Hakkari pensi Esadeddin Zêrinçengi Mısırdan getirip Hakkari kurtuluş hareketini bu prensle desteklemişlerdir. Tiyar ve Tuhub(Tuxub) başta olmak üzere bu bölgede beş tane özerk bölgelerinin
Kürdistan mirliklerinin 1847’lerdeki tasfiyelerine kadar yönetim hakları devam etmiştir.

1843 ve 1846’lardaki Bedirhan Bey ve Nurullah beylerin müdahaleleri de maalesef İngiliz ve büyük Avrupa devletlerinin kışkırtma ve tertiplerinin dramatik bir sonucu idi. Bu gün bütün Kürtler bu çirkin olaydan dolayı hala daha rahatsızlar ve Bedirhan Beyi haklı olarak eleştirirler.

Gerek Osmanlı döneminde ve gerekse bu dönemden önce Kürdistan’daki devlet, hükümet ve beyliklerin hiç birisi, hiçbir yerde maiyetlerindeki Hıristiyanlara karşı bir tavır almamıştır. Ticarette, ziraat işlerinde ve sanat’ta onların üretkenliğinden hep memnun kalmışlardır.

Evliya çelebi 1655’de Bitlis Han’ının 10,000 bahçe ve bostanının bulunduğunu bu bahçeleri işletmek için her sene İsfahan, Tebriz ve Nahcivan bölgelerinden 10 bin mevsimlik işçinin Bitlis’e gelip son bahara kadar bu bostanlarda çalıştıklarını, kış gelince memleketlerine döndüklerini, en iyi bostanların Ermeniler tarafından işletildiğini, bazı bahçelerin 8.000 altın senelik gelir getirdiğini, bu bahçe ve bostanların tamamının Bitlis Hanına ait olduğunu söylüyor.

Hemen belirtelim ki Bitlis Hanlığı; Baykanıyla, Deresi ve Simek mıntıkasıyla, Kavar ,Kawaş, Ahlat, Muş, Varto, Hınıs, Narman, Tatvan ve Mutki’si ile büyük ve geniş bir coğrafyaya yayılmıştır Bu Rojkan ülkesi 10,000 bostanı yerleştirecek kadar geniş bir ülkedir. Orası Kürtçe olarak ‘Welaté Rojkan’ olarak hala ifade edilmektedir.

Yine Evliya Çelebi Bitlis Hanının Bitlis’in kesilmiş ve yontulmuş taşlarıyla 800 adet dükkan inşa ettiğini ve bu dükkanların Bitlis’in ilim ve irfanla donanmış Kürtler tarafından işletildiğini, bütün bu mağazalar en değerli mallar ve kumaşlarla dolu olduğunu ve Jakobitlerin de (Hıristiyanların) ticarette çok daha uzman olduklarını belirtiyor.

Evliye Çelebi ve Osmanlı paşası Abazalı Melik Ahmet 3060 kişilik ordusu ve beraberindeki topluluğa hizmet sunan, Bitlisin hamamlarında, Abdal Han’ın yemek sofralarında, misafirlere hizmet edenlerin hepsi Çerkez, Abaza ve Gürcü idiler. Bitlis’in Mir ve Emirleri Hıristiyanları üretimde ticaret ve sanat dallarında desteklemiş ve son derece bu verimli unsurlara değer vermişlerdir.

Melik Ahmet Paşa Bitlis’ten ayrılırken Kürt hükümdarının Abazalı Osmanlı paşasına sunduğu hediyeler arasında on iki tane köle vardır. Bu kölelerin dört tanesi Abaza, dört tanesi Gürcü ve dört tanesi de Çerkez’dir.

Tabii ki; Kürt aydınları hemen köleliğe tepki gösterip Kürtlerin feodal yapısını topa tutacaklardır. Ama bu gün ve Cumhuriyet Türkiye’sinde Kürtlere uşaklık ve hizmetçiliğin dahi verilmediği, apartman kapıcılığından tutun, resmi dairedeki çay ve temizlikçi Kürt adaylarını bile güvenlik soruşturmasına tabi tutulduklarını, metropollerin varoşlarında ve sebze pazarlarında hor görülüp, belediyelerin sık sık bu göçmen ve çaresiz insanların ekmekleriyle oynadıklarını ve Karadeniz de fındık toplamalarına izin verilmediğinin sırrını bir türlü çözmek istemiyorlar.
Bakın beyler; Türkiye Cumhuriyetinin devlet dairelerinde ve tüm Türkiye şehirlerindeki apartmanlarında, güvenlikçi, kapıcı, hizmetçi, çöpçü gibi hizmetçilerin kaçta kaçı Kürt tür? Diyeceksiniz ki;

“- Kürtler; tembel bir halktır, feodaldir, tenezzül etmiyor, geri bir toplumdur, çobandır, köylüdür, şaristani ve medeni değildir. Bütün hizmetleri gayrimüslimler yaptı. Kürtlerde sırt üstü yattı ve gelişemedi.” Bu iddiaları birkaç üniversite okumuş Kürt aydınlarından maalesef her gün duyuyorum.
Bakınız, Bitlis hükümeti MS 800’lerde kuruldu. Evliya Çelebi’nin Bitlis’i yazdığı ve uğradığı 1655 yıllına kadar 855 yıllık bu zaman dilimi içinde 40 yıl Selçuki atabeyleri (1140–1180), 29 yıl Akkoyunlular (1469–1496) ve 41 yıl da Osmanlılar (1538–1579 ) bu şehri ele geçirmişlerdir. Şeref Xan bu üç işgale 110 yıl diyor. Osmanlının 41 yıllık kısa döneminde de Roşkanlılar, Eyyubi prenslerle ve diğer Kürt hanedanlıkların Prensleri tarafından bu bölge idare edilmiştir. Söz konusu Eyyubiler, Hasankeyf Eyyubileridir. Mirlikler dönemi Kürtlerin ve Kürdistanın en şerefli ve şetefatlı dönemidir. Zaten bundan dolayıdır ki İngiliz ve Ruslar başta olmak üzere içerdeki Ermeni ve diğer Hıristiyan desteklerini de alarak mirlikleri Osmanlılar kanalıyla tasfiye etmeye canla başla çalıştılar.

Bin yıldan fazla Bitlis Roşkan Devleti özgür yaşamıştır. Birinci dünya savaşında bir Alman bilim heyetinin araştırmasına göre sadece Muş ovasının fenni bir şekilde ziraat yapması halinde bu ovanın 15 milyon insanı besleyeceğini Karadenizli Hakim Ali Faik Cihan’ın ”Sosyalist Türkiye” kitabından okumuştum. Şeref Xan Bitlisi anlatırken Şerafeddin Dağlarını, Bingöl yaylalarını, Varto, Hınıs ve Narmana kadar ki otlukları, Muş ovasının bereketini. Nemrut ve Suphan’ın eşsiz yayla ve otlaklarını da sayarak bu bölgenin bolluk ve bereketini dile getiriyor.

Sasani krallarının torunları olan bu yöneticiler, bu ülkeyi çok kısa bir zaman da cennete çevirmişlerdir. Zaten Mezopotamya cenneti eski çağlarda Van gölü havzası değilmiydi? (Jakobitler ve Roşkanlıların da bu bölgenin eski zenginliğine ve doğal bereketine mutlaka yoğun emeğiyle büyük katkıları olmuştur )
Seyyahlar ve Bezirganbaşıları; Van’a, Tebriz’e, Hemedan ve Hindistan’a giderken Bitlis bölgesini şöyle tarif ederler : “ – Bu yolun biraz uzak, engebeli, çok yokuşlu ve inişli olması bakımından ve daha pahalıya mal olmasına rağmen, gerek güvenlik açısından ve gerekse yemyeşil dağları, buz gibi soğuk ve tatlı su pınarları, onarılmış yolları, ve bu dağlarla vadiler boyunca dallara uzanmış bulunan üzüm asmaları ve bol meyve dallarında ki meyvelerin bütün yolculara serbest olduğundan açlık ve yorgunluk diye bir şey hissedilmiyor”.

Bu yol Halepten Merci – Dabuk – Antep – Nizip – Birecik – Urfa – Amed – Farkin – Hezzo – Kefendur – Bitlis – Tatvan – Ahlat – Adilcewaz – Erciş – Bend-i mahi (Bargiri) – Van – Nuşar (Özalp) – Kotor – Marend ve Tebriz’e giden yoldur.

Bitlis şehri ve buna bağlı diğer yerler 1467-1496 Akkoyunlu işgali ve bu vilayete has Melik Ahmet Paşanın bir günlük Bitlis işgali ve talanını(1655) saymazsak, Eyyübiler döneminden(1180) başlayarak 1915 Çarlık Rusya işgaline kadar (daha önceden Mirliklerin tasfiyeleri ve otorite boşluğu ile aşiretler dönemine rağmen ) tahribata ve yabancı işgaline duçar olmamıştır. Kalkınmanın ve zenginleşmenin anahtarı güven ve huzur olduğuna göre elbette ki Roşkanlılkar yani Bitlis, Mutki, Bayikan, Simek, Tatvan, Ahlat, Muş, Hınıs ve bu yönetime bağlı bütün köy ve kasabalar son derce gelişmiş ve bu bölge zamanına göre Kürdistanlıların ve yabancıların dikkatlerini çekmiştir.
Zenginlik ‘rehaveti’ getirir. Yani insanların fazla koşuşmalarını frenler. Bugün Arabistan’ın ve bütün petrol ülkelerinin rehaveti gibi bir şey. Saudi Arabistan’ın nüfusunun, hemen hemen %80’i çalışan yabancılardır. Saudi asılı vatandaş ise gezer tozar, dört eşle evlenir, kasır ve konaklar inşa eder yer-içer, Allah’a şükür eder. Bu olay iyi mi? Elbette hayır. Ama gerçek budur ve bu yüzden Bitlis’in 10.000 bahçesinde 10.000 İsfahanlı, Tebrizli ve Nahçivanlı çalışmıştır. Evliya Çelebi “Zamanın en iyi hanı Bitlis Hanı’dır. Zamanın en iyi şehri Bitlis şehridir ve zamanın en iyi halkı Bitlis halkıdır” diyor. Han demek devlet başkanı demektir. Bitlis gelişmiş ve onurlu bir devlettir. Varsın şaşi görenler bu Beylikleri topa tutsunlar …

Bitlis’te ilim ve irfan çok gelişmiş ve akıl ile bilim, bu başkent’te yol gösterici duruma gelmiştir. 1394’te Timur Leng karargâhını Muş Ovası’na kurduğunda Bitlis Meliki Hacı Şeref Bey birçok hediye ile onu karşılamıştı. Büyük Cihangir Timur Leng Bitlis, Ahlat, Muş ve Hınıs’a ilaveten Malazgirt, Eving ve Pasinleri (Hasankale) de Bitlis hükümdarına vermiştir.

Bitlis, Cizre, Amediye, Soran, Süleymeniye, Palu ve diğer yerlerdeki imaratın tamamını Kürtler yapmış ve yaptırmıştır. Bugün Arap kral ve prenslerinin imar çalışmaları göz kamaştırıyor. Peki, biz bu işi Türk ve Kore’li müteahhitlere mi mal edelim? Bu gelişme ve medeniyetin onuru Arap’lara ait değil mi.
Kürtler;“falan köprünün veya su kemerinin ustaları Ermenidir” diyor. Ne kadar ayıp. Dünyanın hiçbir yerinde bu boş iddia ve söylemi Kürtlerden başka tekrarlayan başka bir millet yoktur ve olamaz.

Süleymaniye şehrini kim kurdu? Süleyman Beg Ravandız’da kim topları imal etti? Mir Mıhemedê Gewr e.
Amediye’de kim üniversiteleri, külliyeleri ve imaratı inşa etti? Sultan Hüseyin Beg.
Cizre’de Bırca Belek ve Medresa Soru kimler inşa etti? Botan’ın 1300 yıllık hükümdarları.
İslam âleminin birçok şehirlerinde Camiler, medreseler, türbler, köprüler, surlar kuran kimlerdir? Eyyubiler ve Eyyubi devletleri.
10 gözlü Dicle Köprüsünü kim inşa etti? Ahmet Merwan. Malabadê köprüsü kimin? Farkin’de Kürt Devleti’ni kuran Bad’(Baz) ın.
Bitlis’te, Palu’da, Çemişgezek’te, Doğu Beyazit’te, Salmas, Hakkari, Xoy ve Erdelanlarda yapılan imaretlerde kim iz bıraktı? Kürdistan Beyleri ve hükümdarları.
Biz şehirler kuran ve Amed surlarını inşa eden Hurilerden, Van’ı başkent yapan Urartular’dan ve Harran’da dünyanın ilk üniversitesini kuran Kürt yönetimlerini saymaktan vazgeçtik. Peki, şu anda Bağdat’ı, Basra ve Musul’u kıskandıran 15 yıllık bir Kürt yönetimi Hewler’i başkent seçmiş ve bu 15 yılın ancak 3 yılını istediği şekilde erkini kullanmış bir Federal Kürdistan Devleti var. Bu devletin imareti, eğitim, sağlık, savunma, asayiş, şehircilik ve uluslar arası diplomatik kabiliyeti ve demokratik anlayışına ne biçiyorsunuz ve ne değer veriyorsunuz beyler! Erbil şimdiden 80 yıllık Ermenistan Başkenti Erivan’ı solamadı mi? Burada tek bir Ermeni nin, Gürcü nün ve de Yunanlının bir karış emeği var mı?

200 yıldır bütün insani, demokratik, kültürel, sosyal ve ekonomik haklarından yoksun kalan Türkiye Kürtleri; son 30–40 yıldır kendi çaba ve dinamizmleri ile kendi teknik ve kalifiye elemanlarıyla Antep, Urfa, Diyarbakır, Batman, Şırnak, Van, Elazığ ve nice şehir ve kasabaları özendirecek bir noktaya getirmediler mi?
Yani Ermeniler ve diğer Hıristiyanlar sanat yapıyor da Kürtler yapamıyor mu?

Sayın Kemal Burkay’ın “Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan Tarihi” kitabından bir kaç misal vereyim:

“-Ermeniler bu bölgeye geldiklerinde yüksek bir kültürle karşılaştılar. Onların da, Xaldi kültüründen büyük ölçüde etkilendiklerinden kuşku yoktur (sf:90)

“-(…)Medlerin yıkılışından 200 yıl sonra Kesenefon’un verdiği bilgilere göre Xaldiler özgür ve cesur bir halk olduklarını, sorgun ağacından kalkan ve mızraklar kullandıklarını, (…) Urartu devletinin üstünden bunca yıl geçmesine rağmen ortadan kalkmadıkları gibi, köle veya silik bir halk olmadıklarını, aksine özgür ve saygı duyulan bir halk oldukların gösteriyor(sf:91–92)”.

Büyük Tigran Krallığı zamanını değerlendiren Nikitin’den bir kaynak (sf:93)

“Büyük Ermenistan da Kürt ülkesini fetheden TİGRAN bunlardan 35.000’ini yol yapmak, köprü kurmak, Irmak temizlemek, orman açmak ve diğer askeri işleri görmek için ordusuyla birlikte götürür”. Kusura bakmayın ama Diyarbakır da hep ‘Tigran’ın Térikanlı bir Kürt asilzadesi olduğunu, Ermenilerin devlet geleneği olmadığı için
krallıklarını bu Kürdü başa getirerek idame ettirdiklerini’ dilden dile dolaşmaktadır.

Yine Nikétin şunları söylüyor,“Benim klasik antik çağla ilgili olarak çıkardığım bir nota göre, Pulutarkos, Lukullus’un Antakya da bir Kürt önderiyle karşılaştığını .” (sf:93)

Strabo’da “-Ermeni yönetiminde yaşayan Kürtler sanat, mimarlık ve fen dallarında çok ünlüydüler. Ermeni Kralı Dikran, kürt sanatçılarına çok değer verirdi.”diyor. (sf:93-94)

Bu notlar 2000 yıl önceki tespitlerdir. Onbinlerin Dönüşü ve Kesenefonun verdiği bilgi 2400 yıl önceki olaydır.
Ksenefon Urartu Devletinin yıkılışı üzerinden 200 yıl geçmesine rağmen Kürtlerin hala dimdik ayakta durduklarından dolayı hayret ediyor. Peki Büyük İskender’den sonra İslam dönemine kadar sürekli direnen, Hıristiyanlığı ve köleliği kabul etmeden yüksek dağların yamaçlarında özgür yaşamayı tercih eden Kürtler İslamiyeti bir kurtuluş olarak seçtiler ve 800’lü yıllardan sonra kendi yönetimlerini kurarak Araplar la, Selçukilerle, Moğollarla, Tatar ve Özbeklerle, Safewi ve Osmanlılar’la, Ruslar, İngilizler, İran, Irak ve Türkiye ile büyük mucadele verdiler, savaştılar ve halen de savaşıyor olmalarına ne demeli?

Ksenefon fereza 2006 da ve Medler’den 2700 yıl sonra dirilip Şemdinli olayında, oradaki Kürtlerin tavırlarını, duruşlarını ve derin devletin oyununu nasıl boşa çıkardıklarını görseydi, acaba Xaldiler’in ve Medler’in çocuklarına hangi değeri biçerdi?

Kürtler; cahil, köylü, çoban oldukları için Ermenileri katletmemişlerdir. Kürtler de bütün dünya halkları gibi et ve kemikten oluşmuş bir millettir. Tarihi, coğrafyası, dili, edebiyatı, cesareti, milli karakteri, milli harsı ve de vicdani ölçüleri olan bir toplumdur. Yeryüzündeki bütün canlılar gibi Kürtlerin de kendilerini savunma refleksleri vardır.

Kürtler’in; 170 yıldan beri ve bu güne kadar Sasun, Van, Bitlis, Muş, Doğubeyazid, Bingöl, Siirt, Botan, Diyarbakır, Urfa ve hiçbir yörede otoriteleri yoktur. Mirleri, emirleri, beyleri ve kendi hükümetleri Ermeni olayından 50 sene önce düşürülmüş, tasfiye edilmiş, bütün yönetici ve yönetim kadroları ya öldürülmüş veya sürgünlerle göç ettirmelerle veya satın alımlarla tesirsiz hale getirilmiştir. Sömürgelerde dahi tatbikatı mümkün olmayan bir şekilde bütün Kürdistan (bu günkü Türkiye, Suriye ve Irak Kürdistan’ı ) Osmanlıların işgaline girmiştir. Osmanlılar kendi teşkilatlarını ve düzenlerini kurmadan Kürdistan’dan vergi ve asker toplamaya başlamış. Kürtler, vergi yükümlülüğünden ve askerlikten kurtulma çarelerini dağlarda bulmuş, çoğu şehirleri ve ovaları ortada bırakmışlardır.
Osmanlıların Kürdistan’ı işgal etmesi ve Kürtler’in yönetimlerine son verilmesi yanında Çarlık Rusyası da 1807 ve 1827’ler den başlayarak 1854 ve 1877 de Kürdistan topraklarına dört büyük taarruzda bulunarak bu dört büyük savaş muhacirlerinin hala orada burada çile çektiklerini günümüzede de görülmektedir. Gerek Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi ve gerekse Kürt yöneticilerinin tasfiyesine Ermenilerin ve Ermenileri oyuna getiren büyük Haçlı Devletlerinin katkıları ve destekleri inkar edilemeyecek kadar büyük ve etkili olmuştur.

19. Asrın başına gelindiğinde İngiltere ve Amerika başta olmak üzere, Çarlık Rusyası, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya Devletleri Osmanlı’nın yıkılması için bir senaryo hazırladılar. Osmanlı’nın en önemli bel kemikleri Kürtler idi. İran’ı kendi taraflarına çektiler. Rusya’yı Osmanlı Kürdistan’ına saldırtmaya başlattılar ve Osmanlıyı da Kürdistan yönetimlerine karşı kışkırtılar. Osmanlıyı yıkmak için Osmanlılardan yanaymış gibi davrandılar. Hem de Osmanlıyı iyileştirme planlarını Osmanlı devletinin Hırwat, Pomak, Mekadon, Çerkez, Abaze, Arnavut gibi devşirme ve Avrupa hayranları olan komutan ve Sadr-i Azamlarını ikna ederek Nizami Cedid’den (yeni düzenden) Tanzimat Fermanına ve Gülhane Hatti Hümayünuna, oradan birinci meşrutiyete ve 93 harbine getirdiler. 93 savaşında (1877–78) Osmanlılar yenildi ve Osmanlı ordusu per perişan oldu.

Yukarıda adları geçen Büyük Devletler Osmanlıları Berlin’de anlaşma masasına oturttu ve bu anlaşmanın 61. maddesine göre “Osmanlı İmparatorluğunun Doğusunda Kürtler Ermenilere zulüm ve baskı uyguluyorlar (1778). Osmanlı devleti bu durumu düzeltmedikleri taktirde anlaşmanın altında imzaları bulunan bütün büyük devletlerin müdahale hakları doğar ”şeklindedir. Bu madde ile koca Osmanlı İmparatorluğu Ermeni havarilerine resmen teslim oluyordu. Ve en acısı otoritesiz Kürtleri fırsatçı Ermenilerin taktir ve insaflarına terk ve havale ediliyordu. Asıl oyun bu noktadan sonra başlayacaktı.

Ondan sonra ne oldu? Bundan sonra Amerika, İngiltere, Rusya, Fransa ve hata İran bile konsolosluklarını ve temsilciliklerini Diyarbakır, Bitlis, Harput, Musul, Rızaiye ve özelikle Van’a taşıyarak Ermenilerin garantörü olmaya başladılar. Koca koca garantorler … Bir tarafta Fransadan, Almanyadan ve Rusyadan getirilen Ermenî

Çetebaşları, diğer tarafta devletsiz, çaresiz, otoritesiz Kürtler ve Kürdistan …

1000 yıldan beridir silah taşımayan Ermenileri silahlandırıp, Rusya’dan ve Avrupa’dan getirdikleri militanların yönetiminde, Taşnak, Hınçak ve Antronik örgüt ve komitelerini kurdular ve Kürtleri tahrik etmek için bu komiteleri otoritesiz ve çaresiz Kürtlerin üzerine sürdüler.

1847 Bedir Xan Beg yenilgisi ile Kürdistanda Kürt yönetimlerine son verildi. Sason, Bitlis, Hasankeyf, Silvan, Hezro, Lice, Palu, Eğil, Çarmıuk ve genç yönetimlerine ise daha önce son verilmişti. Babaniler 1806’da, Soran yönetimi 1836’da, Behdinan ise 1836 da yönetimden düşmüşlerdi. Doğubeyazıt’ta bir Behlül Paşa var, ama artık o bir Emir değil, bir Osmanlı Kaymakamıdır. Muş’ta bir Emin Paşa ve ondan sonra Şerif Beg var, ama bu yönetimde bir kaymakamlıktır. Sözün özü Osmanlılar Bedirhan Paşa’ya gelinceye kadar zaten Kürdistan’ın altını boşaltmıştı.

Kürtler 1800’lı yılların başından başlayarak en son 1847 de bütün otoritelerini kayıp edip tutsak olmuşlardır. Kürtler; bu noktadan sonra Hamidiye alayları, aşiretleri ve tarikatları ile Osmanlıların emrinde iradesi olmayan bir topluluktur. Osmanlı vur derse vurur dur derse durmak zorundadır. İngilizler yıllarca Hindistan orduları ile her tarafta savaştı, hiç kimse bu savaşlarda dolayı Hintlileri suçlayabilir mi?

Efendim falan paşazade, Ağa zade, Şehzade ve Beyzade milis olmuş asker toplamış ve Osmanlıların emrinde savaşmış veya Ermeni katliamına karışmış. Bu olaylar masum, mazlum ve biçare Kürtleri ilgilendirmez Miré Kor’un Ezidileri ve Bedirhan Beyin Nesturileri katletmeleri bütün Kürtlerin tarihi ayıbıdır. Çünkü bu iki şahsiyet Kürt otoriteleri idiler.

Bu çalışma Bitlisname.com kaynak gösterilmeden yayımlanamaz.