On Yedinci Yüzyıl Bitlis’inde Kürt İktidar Sahipleri: Kısa Bir Giriş

Mustafa Dehqan – Vural Genç

Thomas A. Sinclair “sahib al-‘aqlayn”a

Çeviren: MURAD CİWAN

ÇEVİRENİN NOTU

Alttaki makale, Mustafa Dehqan ile Vural Genç’in Bitlis Emirliği ve hükümdarları üzerine birlikte yaptıkları birkaç çalışmadan biri olan “Kurdish Power Holders in Seventeenth-Century Bidlis: A Brief Introduction’’ adlı çalışmanın tarafımdan “On Yedinci Yüzyıl Bitlis’inde Kürt İktidar Sahipleri: Kısa Bir Giriş’’ adıyla Türkçeye yapılan çevrisidir. Mustafa Dehqan İran Kürdistanı’ndan deneyimli, bağımsız bir araştırmacıdır. Kürt tarihi ve edebiyatı alanında değerli çalışmaları var. Vural Genç de Türkiye akademi dünyasında çalışmalarıyla kısa sürede tanınmış Dersimli genç bir tarih araştırmacısıdır. Doktorasını İdris-i Bitlis’i üzerine yaptı. Halen Bitlis Eren Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Pek yakında Osmanlılar ve Safeviler Arasında Bidlis 1502-1723 adlı bir kitabı yayınlanacak.

Bu iki tarih araştırmacımızın, on altıncı ve on yedinci yüzyıl Safevi-Osmanlı ilişkileri ile ikisi arasında varlıklarını sürdürmeye çalışan Kürdistan hükümetleriyle ilgili çalışmaları, söz konusu devletlerin arşiv kaynaklarının bir kısmına birlikte vakıf olmaları, ayrıca bilgi ve deneyimleri nedeniyle Kürt tarihinin aydınlanmasına büyük katkıları oluyor.

İki tarihçinin yayınladıkları bireysel ve ortak çalışmalar örneğin Bitlis Emiri ve Şerefname’nin yazarı Şeref Han’ın ölüm tarihi ile nedenleri konusunda yeni bilgi ve perspektifler verdi.  Türkçeye çevirdiğimiz alttaki makale de daha derinleştirerek on yedinci yüzyılda tahta çıkan Bitlis hanlarını, iktidar dönemlerini, Osmanlı saltanat merkezi ve yerel paşalarıyla ilişkilerini kronolojik sıraya göre düzenleyerek yani projeksiyonlar sunuyor. İki büyük güç arasına sıkışan yaşam alanlarını korumak için Kürdistan hükümetlerinin izledikleri diplomasi, siyasi iç ve dış politika ve dengeleri iki büyük devletin arşiv kaynakları ve diğer belgeleri ışığında farklı yönleriyle daha anlaşılır bir düzeye çıkarıyor. Çalışma, keşfedilen kaynaklarla daha önce öyle sandığımız önemli bilgileri de geçersiz kılıyor.

Anılan yüzyılın olaylar zincirinin detaylı ayrıntılarına henüz ulaşamadıklarını araştırmacılarımız da belirtiyor. Ancak sevinerek kaydedelim ki özellikle Bitlis hanedanlık sülalesinden adı sanı duyulmamış emirlerle yüz yüze geliyoruz; söz konusu yüzyılın tahta çıkan Bitlis hanlarının sırasıyla daha düzgün takılmış, tamamlanmış bir hanedanlık zincirinin oluşturduğu temel üzerinde Bitlis’in on yedinci yüzyıl tarihini daha sağlıklı ve zengin bilgilerle inşa etmemiz olanaklaşıyor.

İstanbul’da Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan döneme ilişkin Mühimme, Şikayet, Ruus, Timar-Ruznamçe ve Tahrir sicilleri ile Divan-ı Hümayûn‘a bağlı çeşitli bölümlere ait belgeler araştırmacıların başlıca arşiv kaynaklarını oluşturmaktadır. Onlara göre, Bitlis yöneticilerinin Osmanlı divanına sundukları dilekçelerde dile getirilen çeşitli konuların kaydedildikleri Mühimme ve Şikayet defterleri, on yedinci yüzyıl Bitlis’i ile ilgili belgelerin ana omurgasını oluşturuyor. Bitlis hükümdarlarının atanma ve azledilme karar ve tarihlerini, arkalarındaki nedenleri içeren Ruûs defterleri, uygun bir kronoloji oluşturmak için gerekli görülmektedir. Emirliğin harcamaları hakkında da Beyliğin gelirlerinin mahiyetini ortaya çıkaran on yedinci yüzyıl başlarına ait icmal tahrir sicilleri ile Nişan Tahvil, Maliyeden Müdevver ve Timar Ruznamçe sicilleri bilgi vermektedir. Söz konusu arşiv koleksiyonu yaklaşık 20.000 belgeden oluşuyor.

Şunu da belirtmek gerekir ki iki büyük devletin merkezi ve yerel hiyerarşik organlarının şikayet, hüküm, karar, rapor, sicil, protokol, ferman ve vakayinamelerini dayanak etmek ne kadar önemliyse, bizzat Kürdistan hükümetlerinin birbirlerine, süverenlerine, dönemin bölgesel ve cihanşümul gelişmelerine bakış açılarını yansıtan, resmi-gayri resmi, iç hiyerarşi ve dış ilişkiler alanındaki tutumlarına dayanak olan belge ve bilgilere başvurmak da o kadar önemlidir. Bunları elde etmeden biz sadece bu iki devletin pencerelerinden Kürdistan halklarına ve hükümetlerine bakmış oluruz.

Kürt tarih araştırmacıları kendi hükümet ve halklarının da konumlarından meselelere bakmayıp o dönemin ya da günümüzün Kürt karşıtlarının tutumuyla yetinirlerse Kürdistan tarihini ayakları üzerine dikmeyi başaramazlar. Osmanlıların ocaklık ya da yurtluk dedikler Kürdistan’ın tam ya da yarı bağımsız hükümetleri her işlerinde saltanat merkezlerine haber ve hesap vermek zorunda değillerdi. Bağımsız hükümetler içişlerinde serbest idiler ve bu alanlarına merkezin memurlarını, beylerbeyilerini, kadıları, kapı kulu askerlerini hatta padişahı bile sokmamakta titiz idiler. Örneğin 1655’te Osmanlının Van Beylerbeyi Melek Ahmet Paşa ile Bitlis emiri Abdal Hanarasındaki savaşta, Han’ın yenilip Mutki dağlarına çekildiği bir dönemde bile Bitlis halkı, ”Osmanlı mülkü değildir” diye Van Beylerbeyi askerlerinin Bitlis Kalesi’ne girmesini kabul etmediler. Bitlis Hanı ve halkıyla yakın bir dostluk ilişkisi bulunan Evliya Çelebi’nin riyasetinde halktan oluşan sivil bir heyet Han’ın kişisel eşyalarını, kütüphanesini, hazinesini vs. çıkarmak için iç kaleye gitti.

Buradan çıkarabileceğimiz sonuç Kürdistan hükümetlerinin işleyişlerine ilişkin kendi belgeleri ancak en son bu hükümetler yıkılınca Osmanlılarla Safevilerin eline geçti. Onları sadece saltanat merkezinin kronolojik sicilleri arasında aramamak gerekir. Toplu olarak bir ya da birkaç farklı yerde bulunduruluyor olmaları büyük ihtimaldir. Kürdistan hükümetlerinin kendi arşivleri bulunmadıkça Kürtlerin Osmanlı ve Safevi, hatta ondan önceki tarihleri tam olarak yazılmış sayılamaz.

Bu konuya bağlı olarak bizzat Kürdistan hükümetleri için yazılan vakayinameleri anmak son derecede önemlidir Bunlardan Mesture Hanım Kürdistani’nin Erdelan Tarihi ve Hakkari emirinin katibi Yazıcızade’nin Hakkari emirliğinin bir dönemini anlatan Mîrnameya Hekkariyan(Hakkari’nin Mirnamesi) son derecede önemli Kürt vakayinameleridir. Buralarda Kürdistan emirlerinin birbirlerine ve büyük devletlerin yöneticilerine bakış açılarını görmek mümkün.

Süverenlerin bakış açılarıyla yazılmış olsalar bile Safevi Şahı I. Abbas’ın kâtibi İskender Beg Munşi-yi Türkmani’nin Alem Ara-yı Abbasi adlı büyük eseri ile Osmanlı tarafında Katip Çelebi’nin Fezleke’si Naima’nın tarihi, İbrahim Peçevi/Peçuyi’nin Peçevi Tarihi ve benzeri eserler de perspektifimizi genişletip dengelemeye katkıda bulunabilecek eserlerdir.

Bu bakış açısından hareketle, makalenin yazarlarının belki de bu denli netleştirme gereksinimi duymadıkları, hatta kimi yerlerde birbirlerinden farklı değerlendirdikleri duygusu edindiğimden birkaç konuda kendi algılarımı ekleyerek bu notu bitirmek istiyorum.

Yazarlar, geçmiş çalışmalarına nazaran daha ihtiyatlı ve dengeli bir değerlendirme yaptıkları halde Bitlis emirlerinin Osmanlı devleti bürokrasisinin, daha çok da onun çoğu kez Kürdistan emirleriyle çatışmalı duruma düşen Kürdistan’daki yöneticilerinin, ya da ağır ordularıyla Safevilere karşı savaşa gelen padişahların, sadrazamların ve ordu serdarlarının, saltanat merkezinden atanan kapıkulu/enderun kökenli beylerbeyilerinin kimi zaman Kürdistan han ve emirlerini Celalilikle, Safevi yanlısı olmakla hatta Şii inancı, Rafızilik (ya da Yezidilik)[1] suçlamalarının doğruluk-yanlışlık payını ve nedenlerini yeterince aydınlatmadıkları kanısı var bende. Daha çok Kürdistan hükümdarlarına, Osmanlı merkezi ve yöresel bürokrasiden, rakip bey, ağa ve aşiret reislerinden gelen şikayet ve suçlamalarla yetinir bir izlenim görülüyor. Böylece çoğu kez Kürdistan hükümdarlarının karakterize edilmesinde, iki büyük gücün merkezi bakış açılarının verdiği renk egemen oluyor.

Özellikle bu makalede, Bitlis hükümdarlarının güçlendiklerinde tam bağımsız devlet olma eğilimi gösterdikleri gibi bir değerlendirme olduğu halde, aksi bir tutumla Osmanlı ve Safevi serhat boylarında [2] konumlanmış Kürdistan emirlerinin Osmanlının ya da Safevilerin casusları gibi değerlendirilmelerini -anlamakta zorluk çektiğimiz bir ikna olmuşlukla- kabul etmeleri  ilginç oluyor.

Daha önce, büyük tarihçi Şeref Han’ın öldürülmesi ve nedenleri üzerine yazdıkları iki İngilizce makalede yazarlar aslında neredeyse kesine yakın bir kanaatle onun Celali olmasının ya da onlarla dirsek temasının öldürülmesine neden olmuş olabileceğine ilişkin tespitler yapmışlardı. Tespitlerden bir yandan Şeref Han’ın Safevi şahlarına, hatta Şiiliğe bir eğilim göstermiş olabileceği, diğer yandan Osmanlı topraklarındaki Celalilerle ortak eylemliliği izlenimi oluşuyordu.

On altıncı yüzyılın sonları ile on yedinci yüzyılın başlarında Osmanlı egemenlik alanında, Anadolu’daki zorba Osmanlı yöneticilerine baş kaldıran ama kalkışmayla kendileri de soyguncu güruhlara dönüşen, birbirlerine benzemedikleri, farklı isyan nedenleri ve ilişkileri olduğu halde Osmanlı yöneticilerince tümüne Celali denen, ağırlığıyla Şii-Kızılbaş-Nusayri-Bektaşi inançlara sahip oluşumlar yaygınlaştı. Şeref Han gibi tam bir Sünni inanca, entelektüel düzey ve statüye sahip bir Kürt hanının bunlarla işbirliği yaptığından dolayı Van Beylerbeyi’nin saldırısına uğramış olabileceği algısı son derece şaşırtıcıydı. Beylerbeyi’nin saldırılarının İstanbul’dan alınan fermanlara dayanıp dayanmadığı gibi önemli bir yan gözden kaçtığı için doğal olarak Osmanlı merkezinin de aynı düşünceyi paylaştığı ve saldırının aslında Osmanlı merkezi siyasetinin yansıması olduğu izlenimi ağır basıyordu.

Oysa Şeref Han’ın ne Safevi Şiiliğiyle ne de Osmanlı Anadolu’sundaki Celali denen gruplarla bir ilgisi vardı. Aslında Canpolatlar dahil hiçbir Kürdistan emirinin benzer ilişkisi yoktu. Bu, zaten kendi iç istikrar, güven ve esenliklerini sağlamakla meşgul hükümetlerin doğasına da aykırıydı. ”Celali İsyanları”, Kürdistan emirlerinin egemen olmadıkları, Osmanlı merkezi otoritesince atanan bağımlı memur paşalar, beyler ve beylerbeyilerinin doğrudan yönetim alanlarında boy veriyordu. Hatta Anadolu’ya atanmış paşa ve beylerbeyileri on yedinci yüzyılın ilk yarısında Celali denebilecek soygun çeteleri oluşturuyorlardı. Osmanlı merkezinin iç siyasi krizleri, yönetememe, sık sık iktidar el değiştirmeleri, yaşları küçük ya da yeteneksiz padişahların değil ferman vermekte, gelişmeleri kavramakta bile zorluk çektikleri bir ortamda, saltanat merkezindeki saray entrikaları, Avrupa kıtasındaki savaş yenilgileri, asker ve savaş harcamalarının Anadolu halklarının sırtına yüklediği ağır yükler, ayaklanmaları körüklüyordu. Merkezden atanan Anadolu’daki kimi paşalar ve beylerbeyileri de merkezi yönetimi tehdit etmek ve onlarla farklı pazarlıklara oturmak için bu tür kalkışmaları başlatıyor, elde ettikleri güçle pazarlıklar yapıyorlardı.

Şeref Han’ın katline yol açan saldırıyı gerçekleştiren Van Beylerbeyi Alacaatlı (Alaca Atlu) Ahmet Paşa da tam böyle bir “Celali” idi. Bir keresinde gönderdiği çetelerle kendi yönetim alanında, meşhur Safevi Şahı I. Şah Abbas’ın bir ticaret kervanını soydurtmuş, özel bezirganlarını katlettirmiş, bu eyleminden dolayı İstanbul’a şikayet edilmişti. Bitlis Emirliği’nin üzerine de saldırıp, Şeref Han’ı katlettiren, üç bin yükün üzerinde Han’ın aile ve yakınlarının mallarını, hazinelerini, zenginliklerini, hatta Han’ın kişisel kütüphanesini bile talan eden oydu. Şeref Han’ın Tatar adındaki 8 yaşındaki oğlu da kaçırılmıştı. Bütün bu talan edilen mallar, kaçırılan siviller Alacaatlı ile kethüdası tarafından Van’da saklanıyordu.

Şeref Han’ın katledilmesiyle Emirliği başıboş, yöneticisiz bırakmamak için küçük kardeşi Halef Han’ın tahta çıktığını görüyoruz. Halef Han, ardından eşraf ve ulema heyetlerinden oluşan Bitlisli heyetler derhal İstanbul’a, Padişah’a zorba Beylerbeyi hakkında şikayet mektupları yazmışlar, mallarının ve canlarının bu zorbanın elinden kurtarılması talebinde bulunmuşlardır. Padişah III. Mehmet derhal soruşturma başlatmış ve ısrarla bu davanın takipçisi olmuştur. Anlaşılan Şeref Han’ın katledilmesinin nedeni ne Safevi yanlısı olması ne de Padişahla herhangi bir anlaşmazlığı idi. Ondan sonra tahta çıkan ve bu davanın sıkı takipçisi olan Halef Han’ın hem Padişah III. Mehmet’le hem de Bitlis’in kendi halkı, eşrafı ve ulemasıyla yakın ve uyumlu ilişkileri vardı.

Tarihi kayıtlarda hemen bu saldırganlıktan sonra Alacaatlı Ahmet Paşa’nın Van Beylerbeyliği’nden alınarak Sivas Beylerbeyliği’ne atandığı görülür. Alacaatlı aynı saldırgan ve soyguncu eylemlerini kurduğu çetelerle Sivas’ta da devam ettirmiştir.

Eldeki veriler, Alacaatlı’nın kim olduğu, daha önce ne görevlerde bulunduğu, Van’a, Sivas’a nasıl beylerbeyi olarak atandığı, bu görevlerde ne kadar kaldığı, hangi gerekçelerle görevden alındığı hakkında ayrıntılı bilgiler vermemektedir. Hakkında bir araştırma yapıp gerçek kişiliğini aydınlatma Kürt-Osmanlı ilişkileri ve Kürt tarihi bakımından önemlidir. Muhtemelen bu konuda da en açıklayıcı belge ve bilgilere iki tarihçimiz ulaşabilir. Onun zalim, talancı ve Celali eylemlerinin ipuçlarını veren Kürtçe bir makaleyi daha önceki yıllarda yayınladım. Daha fazla bilgi için aşağıdaki dipnotta linki verilen Kürtçe makaleme bakılabilir.[3]

Şah Abbas’ın tanınmış münşisi/divan katibi İskender Beg Munşi Turkmani’nin Alem Arayi Abbasi adlı eserinden Safevi yöneticilerinin, başta Celalilerden istifade edebilecekleri umuduyla Kuyucu Murat Paşa’nın katliamcı cezalandırmalarından kaçan artıkları (yaklaşık 12 bin Kürt, Türk ve Arap Celali)  Acemistan’da coşkuyla karşıladıkları, kucak açıp iyi misafir ettikleri, ama sonradan disiplinsiz başıbozuklar oldukları için hiçbir bakımından istifade edilemeyecek güruhlar oldukları kanaatine vardıklarını anlıyoruz. Hatta örneğin Celaliler, Dımdım Kalesi’nde Şah Abbas’ın saldırılarına karşı direnen Xanê Çengzêrîn önderliğindeki Bradost Kürtlerinin üzerine gönderilip onlardan Safevi ordusu saflarında yararlanmak istenmiş ama bu umut boşa çıkmıştı, Celali Saflarındaki Kürtler, Dımdım Kalesi’ne karşı savaşmadan Safevi topraklarını terk ederek Osmanlı tarafına geçmişler, diğerleri de savaşma isteği göstermeyerek etrafa dağılmış, Şah Abbas zararlarını görerek onları kovmuştur.

Celaliler arasında Şii-Alevi olan ve olmayanlar da vardı. Kimileri Türkmen, kimileri Kürt, bir kısmı da Arap’tı. Oldukça farklı gruplardan oluşuyorlardı.

Böyle olduğu halde Van Beylerbeyi Melek Ahmet Paşa’nın Abdal Han’la çekişmesinde de yazarlarımız Celali olgusunu ve Safevi yanlılığını hesaba katma eğilimi gösteriyorlar.

Tabii bu belki de Osmanlı ve Safevi arşiv belgelerine çokça yansıyan muhalife, isyankara ve tasfiye edilmesi gereğine inanılan merkezi ya da yerel yöneticilere yafta yapıştırma geleneğinin etkisiyle de olmuş olabilir. Osmanlı resmi tarih anlatımlarında o dönemde Nasuh Paşa gibi Enderun’da en alt görevden, yüksek rütbeli paşalığa, Şam diyarında ve Kürdistan’da beylerbeyliğine, Acemistan serdarlığına, daha sonra veziri azamlığa kadar yükselen, padişah damadı olan[4], Osmanlılar adına Safevilerle savaşan, barış anlaşmaları imzalayan bir Osmanlı merkezi yöneticisi bile tasfiye edilmek istenirken, Şiiliğe, Safeviliğe ilgi duyduğu, hatta onlara casusluk ettiği gibi yaftalar yapıştırılarak padişah fermanıyla idam edilmiştir.[5]

Tabii Nasuh Paşa da diğer Osmanlı paşa ve vezirleri gibi fitne ve fesattan uzak değildi, ama Osmanlıların en gözde yöneticilerindin biriydi. Hatta onun eseri olan bir Osmanlı Safevi Barış Antlaşması’na Osmanlılar Nasuh Paşa Anlaşması adını verecek kadar onu onurlandırmışlardı. Ama yine de Şiilik, Safevilik, hainlik ve casuslukla töhmetbar edilerek idam edildi.

Abdal Han ile Melek Ahmed Paşa arasındaki savaşta da Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde görülebileceği gibi hem yerel Osmanlı yöneticileri hem de onların tutumunun farkında olan Kürdistan’daki kimi ağa ve bey de kasıtlı olarak Abdal Han’ın Şiiliğe sempatisi, Rafıziliği, ya da Yezidiliği iddialarını öne sürmüşlerdir. Bütün bunlar Han öyle olduğu için değil, ona karşı savaşı güya meşrulaştırmak ve kızıştırmak için yapılıyordu. Bizzat bu çevirdiğimiz makalenin yazarları arşiv belgelerinden elde ettikleri bilgilerle, Melek Ahmet Paşa’nın aslında İstanbul’dan habersiz olarak bu saldırıyı bölgedeki kimi bey ve ağanın, bir de Erzurum Beylerbeyinin kışkırtma ve destekleriyle topladıkları bir orduyla geçekleştirdiğini yazarlar. Melek Ahmet bu saldırıyı gerçekleştirirken İstanbul’dan Padişah’ın Han Abdal’ın görevinin başında kalmasını isteyen fermanı ulaşmak üzere yoldaydı.

Bu durum bize hem Safevi hem de Osmanlı arşiv belgelerine daha kritik bir gözle bakma gereğini gösteriyor. Aksi takdirde araştırmacıların iki büyük devletin pencerelerinden Kürt emirlerine bakma gibi bir hataya düşebilme tehlikesi var.

Kürt emirlerine, ulemalarına ya da bürokratlarına saltanat merkezleri pencerelerinden Osmanlı ya da Safevi casusu gibi bir gözle bakma saflığı yerine, Kürdistan emirliklerinin de sınırları ve güçleri bu büyük devletler kadar geniş olmasa da dönemlerinin en az onlar kadar bürokratik hiyerarşik yapısına, hükümdar ve hanlarıyla, hanlık divanları, güvenlik organları; askeri güç, istihbarat ve diplomasileriyle birer devlet olduklarını görmek gerekiyor. Bu oluşum çerçevesinde kendi iç ve dış siyasetlerini organize ederek denge siyasetleri izledikleri, buna göre dönemsel olarak hangi büyük devlet daha güçlü hale geliyorsa statülerini ve güvenliklerini koruyacak pozisyonlar, karşılıklı ilişki ve iş birlikleri geliştirmeleri pek tabiidir.

Bu anlamda Kürdistan emirlerinin iki tarafla da diplomatik, askeri ve istihbarı ilişki içinde olmaları bir gereksinimdir. Bütün devletlerde bu dün böyleydi, bugün de böyledir. Kendi devletlerinin çıkarları bakımından güç dengelerini bazan birinden ya da ötekinden yana koymaları onların başkalarının casusları oldukları anlamına gelmez, kazanımlarını korumak ya da yeni kazanımlar elde etmek için çabaladıklarını gösterir.

1514’te o dönemdeki Bitlis Emiri Şeref Han’ın (tarihçi Şeref Han’ın dedesi) inisiyatifiyle hemen hemen bütün belli başlı Kürdistan emirlerinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’i Safevilere karşı ayaklanma çabası içinde olan Kürtlerin yanında savaşmak için ikna etmek üzere heyet gönderme kararı almaları ve İdris-i Bitlisibaşkanlığında bir heyetin İstanbul’a, oradan Yavuz’un o dönemde kaldığı Edirne’ye giderek Kürdistan emirlerinin davetlerini sunmaları, Yavuz’u ikna etmeleri ve Çaldıran Savaşı’nda Kürdistan hükümdarlarıyla Osmanlıların zafer kazanmaları casusluk olayıyla değil Kürdistan hükümdarlarının ve İdris-i Bitlisi’nin başarılı diplomatik çabalarıyla izah edilebilir. Bu konuda ayrıntılı bir çalışma aşağıdaki dipnotta adı verilen kaynakta bulunmaktadır.[6]

İki büyük devlet arasında varlık göstermek ve farklı durumlarda farklı tutumlar takınmak, Kürdistan hükümetlerinin resmi çabalarıydı. Elbette onlar temelinde ne Osmanlıya ne de Safevilere sadıktılar, kendi emirliklerinin ve halklarının çıkarlarını korumayı gerektiren siyasetler izliyorlardı. Yani her devletin ve hükümetin yaptıklarını yapıyorlardı. Buna casusluk yaftası yapıştırmak elbette ki haksızlık olur. Karşıtlarının Kürtleri karalamak için güvenilmez göstermeleri, birinin Kürtleri ötekinin casusları olarak itham etmesi bir yerde anlaşılır. Ne yazık ki Kürt aydınları arasında da onları casus görme ithamlarına boyun eğenler ve sanki gerçekten öyleymiş gibi bir tutuma mahkûm olanlar az değil.

Bu giriş notumuzun değerli çalışmadan yararlanmak isteyenlerin işlerini kolaylaştıracağı umuduyla çeviriyi aşağıda sunuyorum. Çeviri hatalarının en az olması dileğiyle.

Murad Ciwan

*******

On Yedinci Yüzyıl Bitlis’inde Kürt İktidar Sahipleri:

Kısa Bir Giriş*

ABSTRACKT

Bu makale, Osmanlı İmparatorluğu’nun önde gelen bir Kürt emirliği olan Bitlis’in on yedinci yüzyıldaki siyasi örgütlenmesini, esas olarak Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak yeniden ele almaktadır. Bitlis’in etkili bir merkezi otoriteden yoksun olduğu yönündeki geleneksel tasviri inceliyor ve Osmanlı Kürt yöneticilerin aslında önemli bir güç oluşturduklarını gösteriyor. Bununla birlikte, hem Bitlis emirlerinin kendi, ayrıca aşiret reisleri arasında, hem de emirlik ile İstanbul’daki merkezi otorite arasında tekrarlanan çatışmalar vardı. Bu gerilimler, Osmanlı-Safevi sınır çatışmaları ve mevcut güç dengesini bozan yeni kaynaklar üreten endemik yerel savaşlar bağlamında konumlanmıştı.

Anahtar Kelimeler: Bitlis; erken modern tarih; Osmanlı Devleti; Safeviler; Kürt emirlikleri.

Giriş

Doğu Anadolu’da (Kürdistan’da, ç.n.), Dicle’nin bir kolu olan Bitlis Nehri‘nin sarp vadisinde yer alan Bitlis, Muş ve Ahlat ilçelerini de içeren en önemli Osmanlı Kürt emirliklerinden biriydi.[7] Tarım ürünleri tedariki yoluyla, on altıncı yüzyıl Osmanlı ticaretinde önemli bir rol oynadı.[8]Ermeni cemaati, emirliğin ana azınlık nüfusunu oluşturduğundan, on yedinci yüzyılda Ermeni ticaretinde daha da belirgin hale geldi, ayrıca unsurları, ticaretin Doğu Anadolu’ya yayılmasında ana aktörlerdi.[9] Bitlis emirliği aynı zamanda hem Osmanlı hem de Safevi yayılmacı savaşlarına katılan ve kontrolünü çeşitli sınır bölgelerine genişleten önemli bir askeri güçtü.[10] Ancak Bitlis’in on altıncı yüzyıldaki tarihi, en son Sacha Alsancakli ve bu çalışmanın yazarları da dahil olmak üzere oldukça fazla akademik çalışmaya konu olurken,[11] on yedinci yüzyıl benzer bir ilgi görmemiştir.

XVI. yüzyılda, Bitlis ile ilgili artan sayıda kronikler ve belgeler üretilmeye başlandı. İdrîs-i Bitlisi‘ninkiler de dahil olmak üzere, Bitlis’in siyasi durumu, iktidar geçişleri veya padişahtan talimat istemenin uygun yolu hakkında yazılmış, genellikle bir statü sembolü olarak kabul edilen sayısız mektup var.[12] Şerefname‘nın yazarı Şeref Han Bitlisi’nin[13] ve Selimname‘nin yazarı Şükri Bitlisi’nin[14] tarihi anlatımları ayrıca Bitlis’in Osmanlı tahrir kayıtları[15] bize Bitlis’in on altıncı yüzyıl siyasi ve sosyal tarihinin daha net bir resmini, bir de Osmanlı Safevi sınır çatışmaları hakkında bilgi verebilir.

On altıncı yüzyılın sonundan itibaren, Bitlis emirliği hakkında kaleme alınan birincil kaynakların sayısı hızla azalmaya başladı ve 1601 ile 1697 arasında yüzde 70 oranında düştü. On altıncı yüzyıl sonrası birincil kaynaklardaki azalış, Osmanlı ve Safeviler arasında fark edilmeyen bir siyasi sınır şiddetini düşürmenin daha geniş modelinin parçasıydı. Bu dönem sadece Evliya Çelebi’nin Abdal Han hakimiyetindeki Bitlis’in sosyal ve kültürel hayatı hakkındaki ayrıntılı anlatımını içerir.[16] Ancak Abdal Han’dan önceki ve sonraki olaylar hakkındaki bilgi eksikliğimiz, bize Bitlis’in o dönemdeki siyasi tarihi hakkında önemli bir birincil kaynak olmadığını hatırlatıyor. Bu makale, on yedinci yüzyılda Bitlis ile ilgili arşiv belgelerinde tartışılan bağlamları araştırarak bu ihmali gidermeyi amaçlamaktadır. Bitlis’in on yedinci yüzyıl tarihini yazmak için arşiv dışı kaynakların da önemli olduğunu belirtmek gerekir.

Ancak kabul etmek gerekir ki, on yedinci yüzyıla ait bu arşiv dışı kaynaklar, bir önceki yüzyıla göre sayıca daha az ve daha yüzeyseldir. Her şeyden önce, emirlik artık Osmanlılar ile Safeviler arasında bir önceki yüzyılda olduğu gibi bir “sınır” oluşturmadığı için emperyal yetkililerin ilgisi azaldı. Aynı şekilde, Osmanlı-Safevi çatışmasına bölgesel bir güç tarafı olmaktan çıktığı ve Osmanlı yönetimine tamamen entegre olduğu için Safevi saray tarihçileri artık Bitlis beyliğinden neredeyse hiç bahsetmediler. Bu durum, doğal olarak Safevi şahlığında Bitlis hakkında üretilen belgelerin sayısında bir azalmaya yol açmıştır.

Osmanlı Arşivleri’nde bulunan Mühimme, Şikayet, Ruus, Timar-Ruznamçeve Tahrir sicilleri ile Divan-ı Hümayûn‘a bağlı çeşitli bölümlere ait belgeler başlıca arşiv kaynaklarımızı oluşturmaktadır. Osmanlı bürokrasisinin başlıca defter serisini teşkil eden Mühimme ve Şikayet defterleri, XVII. yüzyıl Bitlis’i ile ilgili mevcut belgelerin ana omurgasını oluşturmaktadır. Bitlis’in İmparatorluk Divanı’na verdiği dilekçelerde dile getirilen çeşitli konular bu sicillere kaydedilmiştir. Kayıtların zaman zaman Bitlis hükümdarlarıyla ilgili çeşitli sorunları, onların siyasi çatışmalarını, savaş ve sefer hazırlıklarını ve tebaalarının dilekçelerini kapsadığı görülmektedir. Bu tür kayıtların belirli bölgeler hakkında daha ayrıntılı bilgi içermesi beklenebilir. Bu kayıtlar olmasaydı, Bitlis emirlerinin merkez ve çevre ile ilişkilerini tam olarak anlamak muhtemelen mümkün olmayacaktı. Aşiret faaliyetleri, iç çatışmalar ve yöneticilerin çeşitli çevrelerle olan borçları bu belgelere yansımıştır. Bitlis hükümdarlarının atanma ve azledilme tarihlerini ve bu kararların arkasındaki nedenleri içeren Ruûs defterleri, uygun bir kronoloji oluşturmak için gereklidir. On yedinci yüzyıl başlarına ait birkaç icmal tahrir sicili beyliğin gelirlerinin mahiyetini ortaya çıkarmakta, Nişan Tahvil, Maliyeden Müdevver ve Timar Ruznamçesicilleri sayesinde emirliğin harcamaları hakkında da bilgi sahibi olmaktayız. Bu kayıtlarda, emirliğin yönetici sınıfına tımar ve ze’amet ihsan edildiği, hükümdarın ve padişahın bu gelirlerden kendi payları olduğu belgelenmiştir. On yedinci yüzyılda görülen gelir kaynakları ve mali sürtüşmeler üzerindeki mücadelenin daha iyi anlaşılması, prensliğin gelirlerinin hangi güçler arasında bölündüğünü gösteren bu kayıtların dikkatli bir şekilde incelenmesine bağlıdır. Hükümdarın emirliğin gelir kaynakları üzerinde kurduğu kontrol ve bu kontrol üzerinden siyasi nüfuz elde etme çabaları, gerçekten de bu dönemde emirlik ile merkezi otoriteler arasında ortaya çıkan en çekişmeli konulardan biridir. On yedinci yüzyıl Bitlis’i ile ilgili arşiv kayıtları çoğunlukla emirliğin yöneticilerine, politikalarına, ayrıca merkez ve çevre ile ilişkilerine odaklanmaktadır. Bitlis’in avarız ve şer’iyye (şeriat) kayıtlarının bulunmaması, beyliğin sosyal ve ekonomik hayatını içeren daha renkli bir tablo sunmamızı engellemektedir.

Burada kullanılan belgeler İstanbul’da Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır. Belgelerin çoğu siyakat ve diwani olarak bilinen bir tarzda yazılmıştır, ancak bazı belgelerin tarzı, kelimenin tam anlamıyla diwaniolarak kabul edilemez. Bunlar daha ziyade yarı diwani’dir ve bazı durumlarda siyakat‘tır. Burada kullanılan belgelerin yazılarının bir özelliği, diwani standardının sapması (örneğin, birkaç harfin eğrilerindeki yuvarlaklık) ve çizgilerin katı yataylığının olmamasıdır. Çoğu zaman bu tür belgelerde kopyanın nerede yapıldığına dair bir gösterge yoktur, ancak kağıda, yazıya ve diğer dolaylı kanıtlara (örneğin mühürler ve tarihler) bakılırsa, bunların İstanbul, Van, Diyarbekir ve Bitlis’te üretildiğini söylemek mümkündür. Daha önceki ve sonraki yüzyıllara ait birçok belge de dahil olmak üzere daha az sayıda belge ayrı koleksiyonlarda verilmiştir. Bu koleksiyonları daha fazla inceleyerek, gerçek bir özellikler bütünü oluşturan bazı ciltleme kalıplarını belirlemeye ulaştık. Bu tür ciltlerin en çarpıcı özelliği, gerçek tasarımı kalın bir kabartma haline getiren, yakından ayarlanmış küçük dairesel damgalarla (2 mm’den büyük olmayan) tüm arka planın bastırılmasıdır.

Daha geniş bir istatistiğe sahip olmamakla birlikte, XVII. yüzyılda Bitlis Emirliği ile ilgili Osmanlı Arşivi koleksiyonlarının bazı özelliklerini sunabiliriz: 12.754 yayınlanmamış belge arasında besmele ile birlikte 200’den az nüsha olduğunu düşündük, bu da tüm koleksiyonun %2,1’inden fazla değildir. Kağıt biraz ince ve zarif yapılmış gibi görünüyor, ancak çoğu monte edildiğinden tam bir inceleme mümkün olmadı. Kağıtların çoğu, tanımlanamayan bir malzemeden yapılmış, istisnalar dışında, keten veya keten ve kenevirden yapılmıştır. Bu belgelerin uzunluğu içeriğine ve önemine göre farklılık göstermektedir. Bununla birlikte, belgelerin ana fiziksel boyutu, yüzyılın hem erken hem de sonraki on yıllarında hemen hemen aynıdır: 23×34 cm. Belgelerde kullanılan pigmentler ve mürekkepler çok çeşitli değil. Ana mürekkep, her zaman siyah mürekkep olarak uygulanan karbon bazlı siyahtı, vermilyon (vermilion: rönesans döneminde ressamlar arasında popülerleşen açık kırmızı nüansta bir renk) ve kırmızı kurşun karışımı olan vermilyon ve bazı durumlarda organik kırmızı, nadiren kırmızı mürekkep olarak kullanıldı. Bazı belgeler oldukça yarı saydamdır, bu da tarihi ve arşiv belgelerinde tipik bir bozulmadır. Bu nadir durumlar, saydamlık veya mürekkebin folyonun arka tarafından sızmasından kaynaklanıyor.

Şu anda, söz konusu koleksiyon yaklaşık 20.000 parçadan oluşuyor, ancak belgelerin başlığı sayısı hiç sayılmadı. Söylemeye gerek yok, bu kadar önemli sayıda belgenin kataloglanması zor ve zaman alıcı bir iştir.

Güç geçişleri

On altıncı yüzyılın sonları ile on yedinci yüzyılın başları Bitlis’indeki güç geçişlerinde ortaya çıkardığı sorunlardan biri, Osmanlı merkezi otoriteleriyle ilişki statükosunun, güç hiyerarşisindeki yükselme düzeylerini doğru bir şekilde temsil etmediğini hissedip büyük güç arzusuyla meydan okuyanların ortaya çıkmasıydı. Bu boşluk, meydan okuyanı statükoda değişiklik aramaya teşvik eden şikayetler yaratabilir veya daha da kötüleştirebilir; tıpkı artan güçlerinin kendilerine onu deneme ve değiştirme kapasitesi vermesi gibi. Bu dinamik devam ettikçe ve meydan okuyan, neredeyse Osmanlı hegemonyasına eşdeğer bir güce yükseldikçe, hegemonik bir savaş riski giderek yaklaştı. Bununla birlikte, Bitlis’teki güç geçişlerinin altında yatan mantık, yalnızca hiyerarşik ilişkiler için geçerli değildir. Hiyerarşik düzen içindeki güç geçişlerinin tehlikelerini detaylandıran arşiv belgeleri, bir ailenin yaşlı üyeleri arasındaki güç geçişleri için de aynı şekilde geçerli olabilir.[17] Başka bir deyişle, bu iki imparatorluğun Osmanlı ve Safevi temsilcileri arasında bir güç geçişi meydana geldiğinde, çatışma riski artacaktır. Bölgedeki iki imparatorluğun daha büyük siyasetinden bağımsız olarak tek başına Bitlis halkı, iktidarı daha iyi ele geçirebildi ve oluşan kaosun üstesinden gelebildi. Aslında, veraset daha önce bölgesel Türk hiyerarşilerine uygulanmış olsa da,[18] bu seferki veraset, Şerefname‘nin yazarı ve on altıncı yüzyıl Bitlis’inin son emiri Şeref Han’ın kardeşi Halef Bey[19] ile oğlu Ziyaeddin Bey arasındaki etkileşimlerde ifade edildi. Başka bir deyişle, veraset Şeref Han’ın ailesinde kaldı ve Osmanlı ile İran resmi temsilcileri iktidardan uzaklaştırıldı. Ayrıca, on altıncı yüzyıldan on yedinci yüzyıla güç geçişinin ve değişiminin ilk birkaç yılında, Osmanlıların Safevileri bu bölgeden yavaş yavaş ve fark edilmeden kovmasına yardımcı olduğunu iddia edebiliriz. Yaklaşık birkaç yıl sonra Safevi Şahlığı etkisini kaybetti ve Osmanlı İmparatorluğu bölgesel siyasette daha önemli bir rol oynadı.

Halef Han’ın Sarsıntılı Dönemi: 1601-1605

Bitlis’in 17. yüzyıl başlarındaki emirleri hakkında herhangi bir tartışma, emirlerin Şerefname’nin yazarı Şeref Han’la olan tarihsel bağlarını anlamadan zor olacaktır.

Şeref Han, Van Beylerbeyi [Alaca Atlu/Alacaatlı] Ahmed Paşa[20]tarafından 1599 sonları ile 1600 başları[21] arasına rastlayan bir zamanda öldürüldüğünde Bitlis şehri kaosa sürüklendi. İlginç bir şekilde, Şeref Han’ın yerine ilk önce doğrudan doğruya Sultan tarafından Bitlis’in beylerbeyi olarak atanan Ferhad Bey geçti.[22] Ferhad Bey, Şeref Han’ın halefi/ardılı olmak için Bitlis’e giderken Kayseri’de Celalî isyancıları tarafından öldürülme talihsizliğine uğradı[23]. 1598’den 1601’e kadar olan yıllar arasında [Alacaatlı] Ahmed Paşa tarafından Bitlis bölgesine, şehri yağmalayıp yaktığı, esir ve köle olarak aldığı ve Şeref Han ile Rojikî aşiret konfederasyonunun pek çok mensubunun öldürüldüğü bir dizi Osmanlı akını yapıldı.[24] Bazı belgeler, Osmanlıların Bitlis’teki bir dizi yere varmasıyla duyulan endişe ve korkuyu tasvir ediyor.[25] 1601’in başlarında Bitlis işlerinden sorumlu geçici emir olarak göreve gelen Halef Bey de “Zalim Ahmed Paşa” tarafından yapılan Osmanlı saldırılarını ve Muş’taki diğer bazı yerel isyanları kaydeder.[26] Ancak göründüğü kadarıyla o, Osmanlıları kalıcı fatihler olarak değil, geçici bir tehdit olarak görüyor ve şöyle diyordu: sultana iletilen talepler sürecinde şehir halkı olarak sabır ve tahammül edin, fırtınanın geçmesini bekleyin.[27] Halef Bey’in hem Osmanlılarla hem de atalarının şehri Bitlis’in halkıyla arasının iyi olduğu açıktı. Ama Şeref Han ile Sultan arasındaki çatışmada oynadığı rolün ne olduğu açık değildi. Şeref Han’ın katledilmesinin ardından kardeşinin yerine geçen ilk kişiydi ve (sekiz aydan az) geçici bir kontrol kaybı ardından on yedinci yüzyıl Bitlis’inin ilk Kürt emiri oldu.

Bu dönemin iki ayı boyunca da emirliğin komutası Ziyaeddin Bey’in elinde olmakla beraber, bu Halef Bey’in tamamen iktidar dışına itildiği anlamına gelmiyordu. Yani Şeref Han’ın hem oğlu hem de kardeşi Bitlis’in belli farklı bölgeleri üzerinde söz sahibi olarak kontrol sahibiydiler, ancak yönetme görevi onlardan önceki emirin (Şeref Han’ın çn) kardeşine (Halef Bey’e) verilmiş olduğundan Sultan, Ziyaeddin’i (bir hükümet emirliği olarak) Bitlis’i ömür boyu yönetme hakkıyla ödüllendirmeyi reddetti.[28]

Şeref Han’ın öldürülmesinden sonra Bitlis’in, hükümet statüsü olmayan normal bir sancak haline geldiği, bunun Şeref Han’ın destekçileri arasında öfke ve meydan okumadan hayal kırıklığına ve teslimiyete kadar değişen tepkilere yol açtığı doğrudur. Muhtemelen Ziyaeddin’in Halef Bey ile karşılıklı ikili rekabette emirliği kaybetmesinin birkaç nedeni vardı. Bunlardan en önemlisi meşruiyetti: Şeref Han’ın en büyük oğlu olmadığı için Ziyaeddin, Bitlis’in emiri olarak ortaya çıksa, binlerce Bitlisli muhtemelen büyük Şeref Han’ın kalıtsal/irsi halefi büyük oğlunun haklarının gasp edildiğine inanacaklardı. Ancak Halef Bey’in 17. yüzyılın ilk aylarındaki çok kısa süren yönetiminin meşruiyeti giderek kayboluyordu ve kimin kim olduğu sorusu, Bitlis’e atama yapmayı Osmanlı sarayı için daha da sorunlu hale getiriyordu. Ferhad Bey’e yatırım yapmaya teşebbüs etti, onu sarayın sadık temsilcisi olarak atadı, ancak Ferhad Bey’in öldürülmesinden sonra nihayet Halef Bey’i Bitlis’in yasal emiri olarak atadı.

Halef Bey’in tahtına başka rakip yoktu çünkü Ziyaeddin, Şeref Han’ın büyük oğlu değildi. Bu nedenle Şeref Han’ın büyük oğlu Şemseddin Bey’den bahsetmek gerekir.

Şeref Han’ın tüm oğulları arasında Şerefname’de babasının yasal varisi olarak adı geçen yalnızca Şemseddin Bey’dir, ancak başına ne geldiği belirsizdir. [29]

Şemseddin’i Osmanlı arşivlerinde tespit edemediğimiz için babasından önce vefat etmiş olabilir.

Şeref Han’ın bir diğer etkili oğlu Ahmed Bey ise Bitlis’e bağlı Muş’un emiriydi. Ahmed’den ilk kez 24 Şubat 1579’da[30] Muş sancakbeyi olarak bahsedilmektedir, fakat anlaşıldığı kadarıyla 1584’ten itibaren Muş sancağı yalnızca Bitlis’in bir tür eklentisi olarak görünüyordu. O sene Ahmed’e mîr-î liva-yı Şeref Han veya veled-î Şeref Han deniyordu.1585 yılında sadece Muş sancakbeyi olarak anılmıştır. Muş’ta yaşananlarla ilgili ayrıntılar başka bir yerde verilmektedir.[31] Mesele şu ki, Ahmed 1588’de öldüğü için babasının Bitlis’teki halefiyetiyle ilgisi olamadı[32]. Başka bir deyişle Ahmed ve Şemseddin doğal olarak Halef Bey’in emirlikte merkezi güç elde etmek isteyen rakipleri listesinden çıkmışlardı.

 Osmanlıların Halef Bey’i Bitlis emiri olarak tercih etmelerinin muhtemel son nedeni olarak, onun Adilcevaz’daki beyliğinden söz edilebilir.[33]Adilcevaz, Muş ve Ahlat; tümü Bitlis’in kazalarıydı, ancak bunların erken-modern nüfuslarının (nasıl tanımlanırsa tanımlansın) Bitlislilik duygusu yoktu ve dolayısıyla bir arada sınıflandırılmalarının nedeni bu değildir. Hukuki terminolojinin unsurları da dahil olmak üzere, ortak anlamlara işaret eden terimleri paylaşmalarına rağmen gerçek anlamda bir duygudaşlıkları öne sürülemez;[34] yakın coğrafi temas içinde yaşayan, ortak deneyimlere sahip farklı toplumlardı ve kendilerini derinden etkileyen siyasi olaylara farklı tepkiler verdiler. Ayrıca tümü Osmanlı saldırganlığını tarihlerinde belirleyici bir güç olarak deneyimledi. Adilcevaz’ın eski bir emiri olan Halef Bey, nüfuzunu ve gücünü emirliğin tüm bölgelerine yaymayı başardı; böylece güç bölgesel olarak dağılmış ama hiyerarşik olarak eklemlenmişti ve tek bir kaynaktan geliyordu: Şeref Han’ın öldürülmesi, sıkı bir şekilde yönetme yönündeki teşvikler, sadık bir Osmanlı temsilcisi olma önlemleri, saltanat gücünü ve gelirini arttırma ve güçlü Osmanlı eyalet sistemine ısrarlı vurgu, Ocak 1601’den 1605’e kadar Osmanlı’nın Bitlis’le ilgili politikalarına yön verecek bir yerel yönetim inşa etmekte olan Halef Bey’in başarılı haleflik pozisyonu üzerinde güçlü etkilere sahip olacaklardı. Halef Bey, dört yıllık yönetimi boyunca Bitlis’te huzuru sağlamaya ve özellikle ölen kardeşi Şeref Han’ın yağmalanan mallarını geri getirmeye çalıştı[35]Osmanlı sarayıyla var olan yakın ilişkilerinden Bitlis’in kaybettiklerini geri almak için yararlanmaya uğraştı, hatta kethüdası Budak Çavuş’u Şeref Han’ın mallarını, eşyalarını ve kütüphanesini geri almak için İstanbul’a gönderdi[36]. Bu çabaları bir sonuç vermedi ve Ziyaeddin 1605’te onun yerini aldı.

Ziyaeddin (1605-1618): On Yedinci Yüzyıl Bitlis’inin Mimarı

Her lider, rolünün gereklerini yerine getirmek ve iktidarda kalmak için destekçilerine bağımlıdır, ancak bu destekçiler aynı zamanda olası rakipler ve potansiyel haleflerdir. Böylece, Ziyaeddin Bey’i ve başlangıçta kardeşi Şemseddin Bey’i koruyan destekçileri, bu kaynakları onu devirmek ve Ziyaeddin’i babasının halefi olarak atamak için de kullanabilirdi. Bitlis’teki siyasi elitlerin en güçlü üyesi olan Ziyaeddin, yalnızca amcası Halef Bey’i mağlup etmekle kalmadı, aynı zamanda Şemseddin Bey’in ve diğer olası rakiplerinin yasal mirasını/halefliğini de gasp etmeyi planladı. Yerel kurumlardaki Rojiki reisleri ile Bitlis’in hiyerarşisinde daha alt seviyedeki diğer aşiret üyeleri arasında da benzer ilişkiler vardı. O halde, iktidar konumunu korumak için, Ziyaeddin ve destekçilerinin doğru dengeyi bulmaları ve ileride kendisini devirme isteğinin teşviksiz kalması için aşiret yetkililerini yeterince ödüllendirme ve avantajla doyurmaları gerekiyordu.[37]

On altıncı yüzyılın sonlarında Bitlis’te iki siyasi veraset vakası vardı: Şemseddin Bey’in Şeref Han’ın yerine ve Halef Bey’in Şeref Han’ın yerine geçmeleri… Bununla birlikte, daha etkili rolü ve gücü nedeniyle, kaotik 17. Yüzyıl başı Bitlis emirliğinin halefi olarak tercih edilen kişi Ziyaeddin oldu ve stratejik Bitlis emirliğinin varisliği, 1605’te, İstanbul’da, saltanatın nihai kararı olarak kamuoyuna açıklandı. Böylece, Halef Bey ile Şemseddin Bey’in siyasi destekçilerinin bir dönem süren bölgesel çatışma ve mücadelelerinden sonra, Ziyaeddin, Bitlis’te hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Bitlis nüfusunun büyük kısmı tarafından kabul edilen yasal miras hakkıyla hüküm süren güç sahibi tek Kürt oldu.

Şerefname’nin yazarı Şeref Han’ın kariyeri boyunca Ziyaeddin, Bitlis’teki Karçikan’ın tımar sahibiydi[38]. Bir süre için Ziyaeddin barbarca kargaşanın ve kanlı yağmaların simgesi, Bitlis’in esnafı, tüccarı ve yerleşik nüfusu için bir tehdit oldu[39]. Sonraki yıllar, Ziyaeddin’in Bitlis’teki esnaf ve tüccarların düşmanı olarak görülen bu ilk tasvirinin tamamen hatalı olduğunu göstermektedir. Ziyaeddin, Kürt aşiretlerini kendi yönetimi altında birleştirme ayrıcalığını elde etti, onları kendi iradesine tabi tutmayı başardı ve 1605’ten itibaren uzun yıllar boyunca Bitlis emirliğinin karşı çıkılamaz tartışmasız hükümdarı statüsüne kavuştu.

Kayıtlara geçen ilk eylemi Hazzo Emirliği’nde gerçekleşti.[40] Özellikle on altıncı yüzyılın sıkıntılı son yıllarında ve iktidar değişiminin fiilen başlamasından birkaç yıl önce, Bitlis genelinde gerilimler artmaya başlamıştı. Bitlis’in Kaşaği Kürt aşiretinin güvenlik arayışı içine girdiğinde Hazzo’ya göç etmekten başka seçeneği kalmamıştı. Ziyaeddin’in desteği ve yardımıyla Kaşaği aşireti ile diğer muhacirler, ‘asıl sakinler’ olarak bilindikleri Bitlis’e geri döndüler.[41]

Ziyaeddin’in gönül verdiği diğer görevlerden biri de Bitlis’in ekonomisini bir sınır emirliğinin başkenti olarak yeniden tesis etmekti. Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, Şerefname’nin yazarı Şeref Han’ın çabaları, Osmanlı padişahından aldığı çeşitli haslar ve maddi avantajlar sayesinde Bitlis, ileri ekonomik kalkınma stratejilerine kavuşmuştu.[42] Onlarca yıl süren güzel amaçlı ekonomik gelişmeye kavuşan Emirlik, Osmanlı işgalinden ve Şeref Han’ın öldürülmesinden büyük bir zarar gördü, ardından yaygın bir yoksulluk süreklileşti. 1610 tarihli bir mali rapora göre Bitlis, Muş’taki ve Kefender/Kefendür Kalesi’ndeki askeri yetkililerin yarıdan fazlası düşük gelirli veya fakirdi.[43]

Bitlis Ermenileri ile ilgili olarak Osmanlı arşivleri, bazı Ermenilerin ekonomik açıdan sıkıntılı koşullarda yaşadıklarını ve Ziyaeddin’e cizyeödeyemediklerini gösteriyor.[44]

Osmanlı-Habsburg çatışmaları ve Celali isyanları nedeniyle daha da kötüleşen İmparatorluk mali krizi, uzak bir sınır bölgesi olan Bitlis’in ekonomisini kötü bir şekilde etkiledi. Boy veren keskin etkiler beklenmedikti, ayrıca Bitlis bu beklenmedik duruma hazırlıklı değildi. Aslında Ziyaeddin olağanüstü bir durum hissetti ve ekonomik bir seferberlik süreci sağlamak için kendini güçlendirdi.

Aradığına ulaşmayı başardığı açıkça görülüyor. Ancak bu kolayca olmadı. Ocak 1615’te, Ziyaeddin, Diyarbekir Beylerbeyi Nasuh Paşa’ya ve Osmanlı sarayına Ziyaeddin hakkında şikayette bulunan kethüdası Bahram Bey’e bağlı iki tüccar olan Hace Lala ile Can Beg’e baskı yaptı.[45] Bir diğer sorun da, Ziyaeddin ile 1620’de Bitlis’e iki kez saldıran Van Beylerbeyi arasındaki ekonomik mücadeleydi. Van beylerbeyinin asıl amacı Amurik’te ve özellikle Muş’ta iyi bir ekonomik büyüme sağlamaktı[46].

Bu dönemde Bargiri’nin çok yetenekli yöneticisi olan Bahaeddin Bey, Muş’un bazı kazalarının sorumluluğunu üstlenince Emirliğin en önemli ekonomik kısmı olan Muş’un zengin bölgelerine de hakim oldu,[47]gelirlerini ve süvarilerini/sipahilerini Bargiri emiri olarak pozisyonunu daha da güçlendirmek için kullandı. 14 Ağustos 1613’te Ziyaeddin, birliklerini Muş’a götürdü, Bahaeddin Bey’in mahallelerini ele geçirdi, kethüdasıAhmed’i öldürdü ve Emirliğin emiri olarak onları Bitlis’teki merkeze bağladı.[48] Sultan’ın temsilcilerinin yaşayıp yararlandıkları iyi koşullara sahip böyle zengin kazalarda saltanat danışmanları, askeri muvazzaflar ve saltanatın harem kadınları bulunurdu. Ziyaeddin’in Osmanlı padişahı tarafından tanınması ve Bitlis’e döndüğünde Osmanlı kuvvetlerinin kendisine meydan okumaması dikkat çekicidir.

Öte yandan Bitlis’in ekonomik sorunlarının başarılı bir şekilde çözülmesi için fırsat kapılarının kapanmaya başlaması Bitlis’in ekonomik yeteneklerinin daha da gelişmesini durdurabilecek gibi görünüyordu. Ziyaeddin’in İstanbul’daki Osmanlı sarayının yetkilileriyle buluşup konuşma ve görünüşte Bitlis’in yoksulluğuna bir çözüm bulma girişimleri bile büyük dozda şüpheyle karşılandı.[49] Öte yandan, onun haslarının muazzam bir miktarı olan 487.000 akçeyi içeren bir liste var, bu da Şerefname’nin yazarı olan babasının sahip olduğu miktara son derece yakın.[50]

Ziyaeddin’in askeri ve diplomatik çabaları sayesinde padişah, Bitlis’in ekonomik haklarını resmen tanıdı. Ziyaeddin’in memurları Tatvan, Amurik ve özellikle Muş’ta bazı önemli tımarlara sahipti. Ayrıca Muş yöneticiliği mücadelesinde şehrin mülk varlığı ekonomik ve politik bir ödül haline geldi.[51] On altıncı yüzyıl Muş-Tatvan ekseni Bitlis’e ticari şehirciliği getirdi. On yedinci yüzyıl emirleri, Muş’un kaynaklarını Bitlis Emirliğinin tamamını yönetme özlemleri için finanse ettiler ve Osmanlı hücumuna kadar bu büyük mücadele Bitlis ekonomisinin ana motivasyon kaynağı oldu. Zaten Bitlis’in ana bölümleri1608’den çok önce Ziyaeddin’in yönetimi altına girmişti.[52]

Ziyaeddin’in hükümdarlığı hakkında belirtilmesi gereken son nokta, Bitlis’teki rakip siyasi eğilimlerin ve özellikle Safevilere sempatilerinin orada keskin bir düşüş yaşadığı bir dönemde çoğu zaman onun Osmanlı temsilcisi yerel bir figür olduğudur. Osmanlıları seçerken Ziyaeddin aslında siyasi bir tercih yaptı. Fakat aynı dönemde bazen Babıali’ye tamamen sadık da kalamadı, Safevilerle ittifak halinde Osmanlı çıkarlarına aykırı hareket etti. Birçok bakımdan Emirliğinin ilk yıllarında Ziyaeddin’in bir Safevi ajanı olduğunu söylemek gerçeğe aykırı olmaz. Peçevi’ye[53] ve [İskender Beg Münşi] Türkmanî’ye[54]  göre Osmanlı Kürt sınırlarındaki güvensizlik ve Osmanlı İmparatorluğu’nu savunan Kürt emirliklerinin oynadıkları rol Kasım 1605’te Sufiyan savaşı yenilgisine neden olmuş olabilir.[55] Mart 1605’te Osmanlı Padişahı Bitlis’e bir ferman göndererek Ziyaeddin’den Osmanlı’nın Safevilere karşı çatışmalarında daha önemli bir rol oynamasını istedi.[56] Şeref Han’ın Ziyaeddin için talep ettiği müteferrika pozisyonu, muhtemelen onun Safevilerle olan temaslarından dolayı Osmanlı Padişahı tarafından reddedildi. Ziyaeddin 1606’da Nahcivan ihtilaflarında rol oynadı ve I. Abbas’a biat etti.[57] Ayrıca şu soru da vardı: Bitlis ve Hakkari’deki kültürleşme sorunu vardı ve o kadar derindi ki ne tarih ne de dilbilim, hanedan çilesini çözmek için yeterli değildi. Biliyoruz ki Ziyaeddin ile Hakkarî Emiri Yahya Bey, Safevi çıkarlarını savunmak için bir ittifak kurdu.[58]

Ancak Osmanlı hakimiyeti altına girmiş olan Ziyaeddin yönetiminde Bitlis emirliği ‘süper güç’e dönüşmüştü ve Safeviler ile temas konusunda biraz ihtiyatlıydı. Ciğalazade [Sinan Paşa], 1605’te Van’da Kilis’in Kürt emiri Canpolatoğlu Hüseyin Bey’i idam etti; Hoşab ve Malazgirt’in Kürt emiri Allahvirdi Bey Osmanlı bölgesel birliklerinin elinde aynı kaderi paylaştı.[59]Her ne kadar Ziyaeddin ile Safeviler arasında bir miktar iş birliği olsa da Safevi İmparatorluğu’nun saldırganlığına karşı sınır emirliğini elinde tutmaya devam etti.[60] Örneğin, Osmanlı belgeleri, Eylül 1610’da Çaldıran ve Sökmenabad’da Kürt emirlerinin yerleşimine ve ardından Ziyaeddin’i de içeren Kürt emirlerinin Safevilere karşı bir birliğine işaret ediyor.[61]

Aynı yıl Murad Paşa, Safevi İran’ına karşı Ziyaeddin’in de dahil olduğu yeni bir sefer başlattı.

Ziyaeddin, Erzurum’daki Osmanlı ordusunun ana malzeme sağlayıcısıydı.[62]Akıbeti hakkında bildiklerimiz çok az ve belirsizdir. Kesin olan şu ki 1618’in sonlarında Osmanlılar tarafından idam edildi. Bunun nedeni açıkçası Safevilerle olan iş birliğiydi. Aynı sebepten 1617’de Van valisi tarafından idam edilen Hakkari emiri ile birlikte.[63] Ziyaeddin’in Safevi İran’ına olan sempatisi, özellikle de stratejik bir emirliğin sınır komutanı olarak affedilebilir bir suç değildi. 1617’nin başlarında Van Beylerbeyi Tekeli Mehmed Paşa’dan kaçtı ancak sonunda Padişah’ın bölge yetkilileri onu tutukladı ve idam etti.

Şeref Han b. Ziyaeddin (1619-1622)

Bitlis’teki Şerefiye Külliyesi’nin mezar taşlarına göre Ziyaeddin’in üç oğlu vardı: büyük oğlu Şeref (Şeref Han olarak bilinir), Şemseddin ve Abdal. On yedinci yüzyılda İstanbullu Osmanlı memurları, Bitlis Emirliği’nin meşruiyetinin tesis edilmesinde, Safevi ajanlarına karşı siyasi muhalefetin güçlendirilmesinde Şeref Han gibi önemli bir Osmanlı ajanının Bitlis’teki siyasi gelişimini teşvik çok önemli roller oynadılar.

Osmanlı padişahı ve bir zamanlar Şeref’i tanımış olan Van BeylerbeyiHüseyin Paşa’nın ondan ‘hükûmet-i mezbûra müstehakdır’ diye söz etmiş olması, babasının idamından aylar sonra, 1619 yazının başlarında onu emirliğin hükümdarı olarak atamıştı.[64]

Ziyaeddin’in idamından sonra Padişah, Bitlis’in (Muş, Tatvan ve Amurik) bütün haslarını Şeref Han’dan geri aldı. Bitlis’in ekonomik durumundan çok endişelenen Şeref Han, hasları geri almak için son bir çaba göstermek üzere kıdemli ağasını İstanbul’a gönderdi. Umutları boşunaydı; Padişah, Bitlis haslarının ve diğer varlıklarının asla emirliğe geri bahşedilmeyeceğini iletti.[65]

Şeref Han’ın zamanında göreceli bağımsızlığa sahip olan tek dini vakıflar Bitlis’inkilerdi. Geri kalanı için (Muş, Tatvan ve Amurik), oralardaki Kürt yetkililer, kendi ata topraklarındaki Osmanlı temsilcileri (makamları) üzerinde hakimiyet kurdular. Şeref Han’ın, iç disiplinin sorumluğunu üstlenmeye devam etmesi onun hala bazı önemli hasları denetlediği anlamına geliyordu[66] yeni Osmanlı temsilcilerinin atanmaları hariç. Dahası, Osmanlı otoriteleri, Haziran 1620’de bazı toprakların doğrudan mülkiyetini kendisine yasakladıkları halde, emirlik mülkünün yöneticisi olarak, kentsel ve kabile mülklerinin ekonomik yönetimini denetlemeyi sürdürdü.[67]

1622 yılındaki bir mezar kitabesinde Şeref’ten el-emîr el-kebîr el-şehîd Şeref b. Ziyaeddin diye bahsedilmektedir.[68] Başka bir güvenilir kayda göre Şeref Han’ın uzun yaşamadığını biliyoruz. 1622 yazının başlarında doğal sebeplerden öldü.[69] Dolayısıyla mezar kitabesinin neden el-şehîdterimini içerdiği bilinmiyor.

Abdal Han (1622-1664): Bir Alim-Asi

Şeref Han’ın ölümünden sonra, Abdal Han, 15 Haziran 1622’de[70] güçlü bir figür olarak ortaya çıktı ve babasının küçük bir oğlunun yeni doğmakta olan Bitlis emirliğinin yerel devlet yapısı içinde öne çıkma olasılığını kişileştirdi. Abdal Han üzerinde çalışan önceki araştırmacılar onu Bitlis’i yöneten yetişkin bir adam olarak görüyordu. Ancak belgeler, Abdal Han’ın yaklaşık sekiz ila on yaşlarında bir emir olarak taç giydiği hakkında farklı bir hikaye ortaya koymaktadır.[71] Abdal Han’dan sonra Bitlis’i yönetmek için sıradaki bir sonraki güçlü üye, Abdal’ın kethüdası Osman’dı. İlginçtir ki, merkezi sarayın bir çavuşuydu, padişah tarafından Bitlis hükümdarlarının etkisini azaltmak için atandı. Kethüda, Bitlis’in siyasi çizgisindeki ikinci kişiydi, ancak geleneksel olarak merkezi Osmanlı hükümetine bağlı olmayan bir Rojikili memurdu.[72] Osmanlı yetkilileri, Osman’ın aslında Bitlis’in asıl hükümdarı olduğuna inanıyorlardı.[73] Abdal Han bunu kendi başına yapacak yaşa gelene kadar Bitlis’in yönetilmesine yardım eden Osman’a döneceğiz. Peki o sırada Abdal Han’ın durumu ve pozisyonu neydi?

Geleneksel olarak, tahtın varisleri hocalar/müderrisler tarafından özel olarak eğitildi. Bitlis tahtının olası bir varisi olarak Abdal Han’ın, babası henüz hayattayken tüm İslami gelenekleri içeren iyi bir eğitim aldığı kesindir. Bununla birlikte, yöneticiliğinin ilk yıllarında eğitilirdi. Şurası kesin ki Bitlis tahtının olası varisi olan Abdal Han, her şeyi kapsayan iyi bir eğitim almıştı., Abdal Han, özellikle Bağdat kuşatmasından (1638) önceki yıllarda, emirliğin esas olarak Osman’ın yönetimi altında olduğu yeni bir eğitim aldı. Başka bir deyişle, bu siyasi meydan okuma, genç Abdal Han için eğitimi giderek daha önemli hale getirdi.[74]

Başta Kürt etnik kökeni,[75] Müslüman geçmişi ve Osmanlı sisteminin amaçlarına olan inancı[76] olmak üzere bir dizi etkiyi dengeledi. Bununla birlikte, Abdal Han’ın kültürlü bir emir olduğu konusunda Evliya Çelebi ile hemfikir olabiliriz, Naîma da 1635’te (23-25?) onu seçkin bir alim olarak görüyordu.[77] Bitlis’te eğitim ve kalkınma alanlarında yardım sunan bazı hayırsever kurumlar kurdu. Ataları tarafından kurulan medreselerin bir kısmına ödenen gelirler tespit edilerek Şerefiye Külliyesi’nde kayıt altına alınmıştır.[78]

Evliya, Abdal Han’ın Farsça, Kürtçe, Türkçe ve Arapçayı akıcı bir şekilde konuştuğunu ve Farsça eserlerin Osmanlı Türkçesine birkaç tercümesini yaptırdığını, bunların bir kısmının günümüze ulaştığını belirtmektedir.[79]Evliya’nın Bitlis ve Abdal Han’ın günlük hayatını anlatmasına ayrıca kütüphanesinden yağmalanan kitaplar arasında Şerefname‘den bahsetmesine dayanarak, Bitlis emirinin çok yüksek eğitimli bir emir olduğu kolayca tahmin edilebilir. Kütüphanenin rafları hadis, Kur’an, tefsir, edebiyat, mantık, doğa bilimleri üzerine klasik eserlerle doluydu.[80]Ampirik standartları, Kürdistan’daki ciddi metin eleştirilerinin ilk ve kesinlikle en güçlü mekanlarından birinde uygulandı.[81]

Hamdullah Mustavfi’nin çığır açan kitabı Nüzhatü’l-Qulub‘un[82] Abdal Han tarafından Farsçadan Osmanlı Türkçesine çevrilmiş olması da ilginçtir. Abdal Han’a göre, Farsça okuyamayan önemli bir Osmanlı okuyucusu için önemli bir metin sağlamakla ilgileniyordu.[83] Çeviri, Mustavfi’nin enerjisini, dokusunu ve sesini yakalar ve bunları Osmanlı Türkçesine dönüştürür. Sanayi’ al-Sunu’at (Sanatların Özeti) adlı eseri Osmanlı Türkçesine çevirdiği de kesindir, çünkü Evliya ondan üretken bir yazar olarak bahseder, simya, sihir ve birkaç yüz batıni/gizli felsefi ilimlerde ustadır.[84] El yazmasının müstensihi, ana metnin önünde kırmızı mürekkeple şöyle yazmış: Bu kitap, bir Türk [sic] Beyi olan Abdal Han tarafından yazılan Sanayi’ al-Sunu’at‘tır.[85]

Ayrıca 1622’den 1625’e kadar kariyerinin büyük bir bölümünde İstanbul ile yerel bir askeri rekabet sürdürdü. Temmuz 1625’te Bitlis’in hükümdarı olarak Osman, Osmanlı temsilcilerini (yani Yeniçerileri) Bitlis Kalesi’nden kovdu.[86] Osmanlıları şiddetle protesto etti, ancak ayaklanmaları Padişah’tan etkili bir ilgi görmedi; bu nedenle Osman, bölgesel güç sahipleri arasında daha fazla müttefik edinme yoluna gitti. Örneğin, Hizan Emiri’ne borç para verdi,[87] ancak Emir hem parayı hem de imparatorluk vergilerinden kendi payına düşeni geri ödemeyi reddetti. Osman’ın Padişah’a yazdığı şikayet mektubu, emirliğin geleceğiyle ilgili tüm soruyu açtı. Hizan Emiri tahttan indirildi ve görünüşe göre Osman, Hizan’ın vergilerini de ödeme sözü verdi.[88] Osman çatışmayı kazandıktan sonra bile, barışın gelmesi uzun zaman almıştı. Osman hiçbir zaman Bitlis’in emiri ve imparatorluğun sınır koruyucusu olarak siyasetini düzeltmeye çalışmadı. Nasıl olur yeniçerileri kovmayı ve Bitlis Kalesi’nin dizdarını öldürmeyi başardı? Osmanlı ve Safevi imparatorlukları arasındaki sınır çizgisinin ayrıntıları, ani yön kaymalarıyla birlikte, bazen belirli çıkarlara atfedilebilir: örneğin, Osman’ın Osmanlı bölgesel temsilcilerine saldırabilmesini sağlayan muhtemelen Safevilerin yardımı ve maddi imkanlarıydı.1625 yazında Osmanlı padişahı Osman’ı yakalamaya çalıştı ancak Bitlis’ten kaçtı.[89] IV. Murad’ın, Osman’ın mülklerine el koymak için Bitlis’e gönderdiği Ali adında bir müteferrikaya ne olduğu belli değil.[90]

Bu gelişmeler, Abdal Han ile kethüdasının başından beri hiçbir zaman dürüst Osmanlı takipçileri olmaya çalışmadıkları görüşünü desteklemektedir. Bitlis’in gelişip güçlenmesinin temel nedeni, Abdal Han’ın sosyal dinamiklerinin, meşruiyetinin, ayrıca siyasi sistemin iç ilişkileri ile Bitlis’teki içsel güç inancının ortaklaşması olarak düşünülebilir[91] 1635’te Abdal Han’ın askeri fetihleri, o zamana kadar resmen emirlikten Hizan’a kadar uzanan Bitlis Emirliği’nin sınırlarını genişletti, böylece Abdal Han’ın statüsü Hizan emirliğini de içerdi.[92]

Abdal Han, 1632’de Doğu Anadolu’da [Kürdistan’da ç.n.] uzun süredir stratejik bir yer olan Van’ı kuşatma sırasında Padişah’a katılmıştı. Bu seferde, IV. Murad ve serdarlarının maiyetindeki baskın şahsiyetler, imparatorluğun birliğini korumaya çalışan Abdal Han’ın bir destek operasyonu şeklinde Bitlis’ten[93] bir miktar yardım almışlardı.[94]

Abdal Han’ın prestiji Osmanlı ve taşra komşularının gözünde yüksek kalmaya devam etti. Arşiv kanıtları, Osmanlılara yiyecek tedariki sağlama ya da savaş çabalarına az da olsa katkıda bulunabilecek durumda olanlara verilen yiyecek miktarlarını arttırma sayesinde Yeniçerilerin ve savaşçıları destekleyenlerin verimli performans için gerekli sağlık ve enerjiye sahip olmaya devam ettiklerini gösteriyor. Abdal Han’ın Osmanlı seferberliğinin Van’daki hangi kısmından sorumlu olduğunu söylemek zor. Ancak Bitlis’in yiyecek stokunun o dönemde görünen ihtiyaçlara yetiyor olması muhtemeldir. Öte yandan, asıl çıkarı muhtemelen ya daha bağımsız bir emirlik ya da Safevi İmparatorluğu’nu toparlamak olan kışkırtıcı Abdal Han vardı. 1636’da Abdal Han birkaç kez Sultan’a itaatsizlik ederek Van Kalesi’ne buğday ve yulaf göndermeyi reddetti. Sultan, emirlerini reddettiği için son derece kızgındı. IV. Murad, Diyarbekir Beylerbeyi‘ne yazdığı mektupta, Abdal’in kendisine itaatsizlik sebebinin ne olduğunu düşünmesini istedi.[95]

1637’nin sonlarında Abdal Han, Hizan’daki Kürt emirlerinin de en güçlü düşmanı haline geldi. Hakkari emirinin yardımıyla, Hizan emiri ve ona bağlı emirler, Müks Emiri Seyyid Han ve Karni emiri Qurçi Bey, Hizan’a karşı askeri bir operasyon başlattılar ve geleneksel olarak bağımsız bir Kürt emirliği olan bölgeyi kuşattılar. Abdal Han’ın bir mektubuna cevaben Sultan, Şirvî, Ziriki, Girdikan ve Hazzo‘nun Kürt emirlerine ve Diyarbekir Beylerbeyi‘ne ona yardım etmelerini emretti. Bunlar, birlikte, Hizan[96]Kalesine ulaşmaya çalışan Kürt isyancıları bastırdılar.

Sultan IV. Murad, 1624’ten beri birçok sonuçsuz girişimden sonra 1638’de Bağdat’ı Safevilerden geri almaya karar verdi. Abdal Han’ın yönetimi ve daha uzun vadede genel olarak Bitlis emirliği 1638 olaylarından ne kadar etkilenmişti? Abdal Han’ın Bağdat’a karşı Osmanlı seferine katılmaması, İmparatorluğun dört bir yanındaki Osmanlı yetkilileri tarafından fark edildi, ayrıca Bitlis’te aynı yıl için herhangi bir verginin belirlenmemesi, imparatorluk otoritesinin kaybının bir göstergesi olarak kabul edildi. Bağdat’tan dönüşünde IV. Murad Diyarbekir’de kaldığı sırada Abdal Han, diğer Kürt emirlerinin yaptığı gibi gidip Sultan’a Bağdat’taki başarılarından memnun olduğunu söylemeyi de reddetti. IV. Murad bu davranışından dolayı çok üzüldü. Melek Ahmed Paşa’ya[97] Bitlis’in vefasız emirinden intikamını almasını emretti. Abdal Han’a göre, Bitlis’in kapılarına çok yakın olan Osmanlı ordusunun yağma ihtimalleri, Osmanlı serdarlarıyla yapılan görüşmelerde açıkça görünüyordu. Ordularını geri tutmaları karşılığında serdarlara büyük bir rüşvet verdi: Abdal Han Padişah’ın yanında savaşa katılmamasına, Bitlis’in Bağdat kuşatmasından ardından sultanın gelip kaldığı Diyarbekir’in değil, Van’ın bir parçası olmasını bahane gösterdi.[98]

Arşiv belgelerine göre Abdal Han, 1642’de hala Bitlis ve Hizan’ın emiriydi. Sadece Hizan’ı değil, aynı zamanda Karkar başta olmak üzere bazı bağlı bölgelerini de yönetmeye devam ediyordu. Aynı yıl küçük oğlu Mirza Muhammed Bey‘i Karkar‘a emir olarak atadı.[99]

İktidara karşı ve içeride büyük isyan

1655 baharının başlarında ve Abdal’in büyük isyanından önce, ünlü seyyah Jean-Baptiste Tavernier Bitlis’i ziyaret ederken Abdal’ın harcamaları ilgisini çekti. Orada kendini Abdal’ın bir dinleyici kitlesine anlattığı andaki niyetini buldu: “Abdal Han, Sultan’dan korkmuyor,” diyordu Tavernier, “[ona] direnebilir.”[100] Bu tasvir, bize hemen, Abdal Han’ın desteğiyle üretilen bir Şerefname el yazmasının katibinin kendisi hakkında “Allah onun hükümetinin ve sultanlığının ömrünü uzatsın.” diye yazmasını hatırlatıyor.[101]

Tavernier‘nin dikkat çektiklerine Abdal’ın diğer kışkırtıcı eylemlerinin yanı sıra, söz konusu (muhtemelen) bağımsızlaşma arzusu ve saltanatın bir başka itici dinamiği, komşu bir emirlikte meydana gelen bir olaydı. Kürt emirliklerinde var olan bağımsız yankıların zenginliği göz önüne alındığında, Abdal Han’ın, yardım arayışına yanıt verirken Hoşab Emiri’nin isyanını Kürt bağlamında da düşündüğü ihtimal dışı görünmüyor. Hoşab’ın Kürt emirine yönelik Osmanlı saldırılarına yanıt olarak Abdal Han, Van Beylerbeyi’ne karşı askeri bir kampanya düzenledi. Ancak birkaç mücadeleden sonra Osmanlı ordusu Bargiri’de Abdal’ı yendi ve Bitlis’e kaçmak zorunda bıraktı.[102]

Ancak Evliya Çelebi’nin ve Ermeni kroniklerinin ortaya koyduğu gibi, bu durum bazen istikrarsızdı. Evliya Çelebi kimi Kürt emirliklerini ziyaret etti, ancak Bitlis’in emirliklerin en gelişmişi olduğunu öne sürerek en çok Bitlis’te vakit geçirdi, en çok Bitlis hakkında yazdı. Ayrıca, Evliya’nın bir Kürt emirliğine ilişkin en ayrıntılı tasviri, Dankoff’un çevirisiyle iyi bilinen Bitlis’in tasviridir.[103] Üçüncü seyahatinde, 1655’te Evliya, Van valisi olarak atanan dayısı [daha açık söylemek gerekirse Evliya Çelebi’nin annesi ile Melek Ahmet gerçek kardeş değillerdi, aynı kadından süt emmişlerdi, sütkardeşiydiler çn.] Melek Ahmed Paşa’nın yanına gitti. Evliya, Bitlis’e ulaştığında çok övdüğü Abdal Han’ın misafiri oldu. Daha sonra Van’dan Abdal Han’a karşı bir cezalandırma seferine eşlik etti, Han’ın nasıl tahttan indirildiğini, zengin kütüphanesinin nasıl yağmalandığını ve oğlunun onun yerine nasıl seçildiğini gözlemledi. Bir yıl sonra Evliya, Bitlis’ten bir kez daha geçer, Abdal Han’ı tekrar emirliğin başında bulur ve bir süre Abdal Han’ın yanında rehin olarak zaman geçirir. Ancak Seyahatname‘de bahsedilmeyen şey, Tebrizli Arak’el’in ilginç ve önemli kaydıdır. Arak’el, 1655 yılına ait raporunda, o yıl Bağeş (Ermenice Bitlis anlamına gelir) emiri Abdal Han’ın isyan ettiğini ve Celalî olmak istediğini yazmaktadır.[104] Van Paşası büyük bir orduyla Bağeş’e gelmiş, Abdal Han’ı kaçırtmış ve yerine Abdal’ın oğlu Ziyaeddin’i[105] yerleştirmiştir. Tebrizli Arak’el’e göre, Abdal Han geri geldi, hile yoluyla oğlu Ziyaeddin’i öldürdü ve bir kez daha Bağeş’in hanı oldu.[106]

Ermenilerin Abdal Han’ın Celalî eğilimlerine yaptığı göndermeler, dışarıdan bakanlara uyumsuz ve bazen anlamsız ayrıntılardan oluşan geçici bir yamalı bohça olarak gelebilir. Celalî, anladığımız kadarıyla, başkentten uzak taşrada yaşayan geniş bir asi halk kitlesine yapıştırılan genel bir etikettir ve belirli bir dinî inanca atıfta bulunmaz. Bununla birlikte, bölgenin kaotik tarihi ve özellikle Abdal Han’ın dedesi Şeref Han’ın Celalî karşılaşmaları açısından analiz edilirse,[107] bu rivayetin on yedinci yüzyıl Bitlis’inin kaotik dini mirasının bir deposu olduğu kanıtlanmaktadır. Seyahatname, Abdal Han’ın isyanı sırasında Evliya Çelebi ve muhtemelen İmparatorluğun bazı dini otoriteleri tarafından nasıl görüldüğünü görmek için de iyi bir kaynaktır.

Evliya’ya göre Abdal Han, ilk halifelerin meşruiyetini kabul etmeyi reddeden Şiileri ifade eden bir rafiziydi. Dolayısıyla Ermenilerin Abdal Han’ın dinî anlamda bir Celalî olduğu yönündeki iddiaları, eldeki delillerin yanlış yorumlanmasına dayanmamaktadır. Osmanlı arşivlerinden elde edilen bilgiler, Abdal Han’ın hayatının farklı noktalarında Osmanlı karşıtı bir Kürt ve muhtemelen bir Safevi takipçisi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dini bağlılığı, sınır bölgelerinin geçici Safevi temsilcisi olarak kariyerinde gizlice ona iyi hizmet etti.[108] Köhler’e göre, Abdal Han’ın “bağımsız zihniyeti nihayet pozisyonuna mal olmuş gibi görünüyor”, çünkü 1665’te statüsü elinden alınarak 1667’de IV. Mehmed’in emriyle idam edildiği İstanbul’a sürgün edildi.[109] Makamından düşürülmesinin nedeni bilinmemekle birlikte, “1076/1665’te Babıali tarafından yerine aday gösterilen Abdal Han’ın oğlu Bedreddin Han‘ın görevden alınması ve diğer oğlu III. Şeref Han‘ın muhtemelen Bedreddin Han’a karşı bir isyan sonucu iktidara gelmesiyle ilgili olabilir”.[110] Alsancakli’ye göre, Bedreddin Han’ın mezar taşında şehzadenin adının yanında el şehid (‘şehit’) kelimesinin yazılı olduğu yazıt bu varsayımı desteklemektedir.[111] Bununla birlikte, el-şehîd kelimesinin, bazen Bitlis’in mezar taşları söz konusu olduğunda, işe yaramaz bir anlamı olduğundan bahsetmiştik.[112]  Bu arada, Bitlis’in bazı önemli mezar taşı yazıtları, söz konusu şehzadenin önce doğal sebeplerden öldüğünü gösteren el-merhum al şehid’i gösterir. Burada ‘şehid’in, yakınlarının onu Peygamber’in takipçilerine ve İslam sünnetine bağlamaya çalışan basit bir ideolojik iyi kişilik olarak sunma anlamına geldiği açıktır.[113] İstisnalar açısından, aynı klasik anlamda, ‘şehit’sözcüğünün kullanıldığı birkaç durum vardır.

Abdal’in isyanından sonraki dönem dolambaçlıdır, ancak eski alimlerin iddialarını ele alarak gerçek tarihini geri getirmek mümkündür. Köhler, Abdal Han’ın nihai kaderini İstanbul’da idam edilmesiyle bulduğunu iddia ediyor. Raporunda, tıpkı diğer kışkırtıcı emirler gibi Abdal Han’a bir “son” sunabilmek için genel bir istek var. Padişahın tutuklanmasını ve İstanbul’a gönderilmesini emrettiği doğrudur, ancak İstanbul’da asla öldürülmemiştir. Osmanlı arşivlerinden isyanının nedeni ve süreci hakkında daha fazla ayrıntı ve ardından başına gelenleri öğreniyoruz.

Bitlis tarihinin tüm araştırmacıları tarafından iyi bilindiği gibi, yönetici ailesinin en karakteristik özelliği, Bitlis’in yönetim tarzında bağımsız eğilimlerin eşzamanlı olarak var olmasıdır. Bu, Abdal Han için de geçerlidir ya da en azından eskiden geçerliydi, çünkü onun faaliyetlerine ilişkin bazı Osmanlı imaları bunu doğrular, geçmişin gezginleri de bunu fark etmişlerdir. Abdal’in isyanının başlamasıyla yeni bir gelişme ortaya çıktı. Osmanlı kayıtları, Abdal Han’ın bağımsız eğilimlerini tek doğru ve sahih sebep olarak göstermeye başladı. Abdal Han, “Kürdistan beglerinin buzurgvarı” olarak bilinen güçlü bir Kürt emirinin doğasını ve itibarını kazanmıştı.[114]

Osmanlı yorumlarına göre, Abdal Han, emredilmesine rağmen Sultan’a itaat etmeyi reddettiğinde, yerel Osmanlı yetkililerine isyan etti ve damadı Murtaḍa Han’ın resmi emir olduğu Hazzo’ya gitti. İki ay boyunca, Kürt birlikleri nispeten izole edildi, düşmanı Osmanlı yetkilileriyle ancak sınırlı temasları oluyordu, aynı şekilde ilişkileri Hazzo dağlarının dışındaki dünyayla da kısıldı.

Hizan, Hoşab ve Hakkâri emirlerinin yardımıyla, Van Beylerbeyi Yusuf Paşa, Hazzo’ya karşı bir sefer yaptı ve Abdal Han’ı tutukladı. Murtaḍa Han ile kayınpederi iktidardan indirildi, ancak öldürülmelerinden söz edilmiyor. Abdal Han’ın Pertek’in (Çamişkezek’e bağlı bir bölge) emiri olduktan sonra Bitlis’e tekrar geri dönmesi çok ilginçtir. Üçüncü oğlu Ziyaeddin (Bedreddin ve Nureddin’den daha genç) öldürüldü[115] ve ikincisinin [Bedreddin’in] oğlu İzzeddin (şaşırtıcı bir şekilde Seyahatname’de adı geçmiyor) Bitlis emiri olarak atandı.[116]Birkaç ay sonra Abdal Han, atalarının emirliği olan Bitlis emirliğine tekrar atandı. Bu şekilde Osmanlılar, Abdal’ın isyanını ve tüm Sultan karşıtı faaliyetlerini unutmakla kalmadı, aynı zamanda onun emirlik hakkında daha geniş kitleler tarafından yeni yeni tanınmaya başlanan daha derin bir anlayışa sahip olduğunu da belirttiler. Hatta Osmanlılar onu Bağdat’ın fethine katılan bir Kürt emiri olarak sunarak yalan söylediler.[117]Abdal Han’ın meşruiyeti ve eylemleri hakkında bazı sorular olduğu açıktır, ancak Bitlis bölgesindeki yetenekleri açısından emirliği ikinci kez alan kişi oydu.[118]

Evliya Çelebi’nin metninde tamamen ihmal edilen, Abdal Han’ın isyanında dikkat çeken bir motif daha vardır. Bitlis’e saldırmaya karar verenin Sultan değil, Melek Ahmed Paşa olduğu bilinmeyen bir gerçektir. Osmanlı arşivleri, Abdal’ın Bitlis emirliği üzerindeki yasal otoritesinin, tam da Melek Ahmed Paşa ve ordusunun Temmuz ayı ortasında Rahva’da (Bitlis yakınlarında) bulunduğu sırada İstanbul tarafından kabul edildiğini anlatır. Van valisi, Abdal’ı mağlup edip Mudki’ye kaçmaya zorladıktan sonra bile (31 Temmuz), merkezi Osmanlı hükümeti Melek Ahmed Paşa’nın Abdal’a karşı kişisel eyleminden habersizdi. İlginçtir ki, aynı yılın 13 Ağustos’unda Sultan, Abdal’i tekrar Bitlis’in emiri olarak tayin etmişti.[119] Melek Ahmed Paşa ile Abdal arasında kişisel bir husumet olduğunu ve onun Abdal’ı şeriata ve İslam’a inanmayan biri olarak nitelendirerek kendisini uzak tutmaya çalıştığını söylemek mümkündür.[120]

Abdal Han’ın ikinci döneminin göze çarpan özelliklerinden biri de “Hizan’ın kaybedilmesidir.”[121]

Uzun yıllar boyunca Hizan, hatta oraya bağlı yerler üzerinde tam bir siyasi ve ekonomik kontrole sahipti. Sultan’ın Hizan hakkındaki kararı Bitlis’in ekonomisini etkiledi, ancak Abdal Han, isyanının bir sonucu olarak meydana gelen bu kötü şeyleri kabul etmek zorunda kaldı.

Ekonomik başarısızlık bir yana, Abdal’ın bölgesel gücünü güçlendirmeye yönelik siyasi girişimi başarılı oldu. Örneğin, Yûsuf Paşa (bilinmeyen nedenlerle) Bitlis’e ve özellikle dağlık Nemrud bölgesine saldırdığında, Abdal Han onu ve Osmanlı birliklerini yendi. Abdal Han’ın Osmanlılara karşı savaşta Hoşab’ın Kürt emirinin yardımını alması, Bitlis’in sınır/serhat Kürt emirlikleri arasındaki önemini ve hayati rolünü doğrulamaktadır.[122]

Abdal Han’a yapılan son atıf 1673’ten geliyor. Osmanlı kaynakları ona ne olduğuna dair kesin ayrıntılar vermemektedir, ancak doğal sebeplerden vefat etmiş olması muhtemeldir. Hayatının son iki yılında oğlu Şeref Han’la birlikte Bitlis’in eş emiri olduğunu biliyoruz.[123] Bu durum, Abdal Han’ın sağlığının iyi olmadığını gösteriyor olabilir.

Son Otuz Yıl: Bedir Han’dan Nuh Han’a

Abdal Han’ın yönetimi, muazzam toprak genişlemesiyle sonuçlanan ekonomik başarılarını ve askeri zaferlerini vurgulayan Osmanlı belgelerinde tasvir edilmiştir. Abdal’ın hakimiyeti, yaklaşık 1622’den 1664’e kadar olan zaman diliminde 42 yıl sürdü. Bu, on yedinci yüzyıl Bitlis’inde siyasi ve ekonomik istikrarı yaşamak için yeterince uzun bir döneme işaret ediyor.

Gerçekte, bu konudaki Osmanlı referansları ve bunların Ermeni kolofonlarıyla[124] uygun şekilde yan yana getirilmesi işi sonuçlandırıldığında, Abdal’ın egemenliğinin gerilemesinin, yalnızca son yıllarıyla sınırlı olduğu sonucuna varılabilir. Öte yandan soruşturma, Abdal’ın büyük gücünün ve nüfuzunun, ölümünü takip eden son otuz yıl boyunca bozulmadan kaldığını gösterir.

On yedinci yüzyıl Bitlis’inin son otuz yılında, her ne kadar çok belirgin olmasa da, dört ayrı ve bazen yarı bağımsız emirin: Bedreddin [Bedir Hanç.n.], Şeref HanMuhammed Said Han ve Muhammed Nuh Han, daha çok da Nuh Han olarak bilinir.[125] Hakkında çok az şey biliyoruz. Abdal Han’dan sonraki on yıllarda gerçekte neler olmuş olabileceğine dair de bildiklerimiz çok az, ancak siyasi istikrarsızlık ve merkezi yönetim eksikliği ile karakterize edilen bu çalkantılı dönemin, Bitlis’teki Osmanlı etkisinin ve gücünün kontrolsüz büyümesine elverişli olduğu kesin.[126]

1632, 1646 ve 1649’da Muş’un zeamet sahibi olan Bedir Han, henüz hayatta oldukları bir zamanda kardeşi Şeref Han ve babası Abdal Han’ın yerline geçti. Abdal Han, 1664’te[127] resmen iktidardan uzaklaştırıldı ve koltuğunu oğluna bıraktı. İstanbul, 1665’te, Bedir Han’a emirliği verdi, çünkü Abdal Han birkaç ayaklanma ve isyana öncülük ederek ‘nankörlük’ göstermişti.[128]

Bedir Han ile kardeşi Şeref Han arasındaki ilişki pek dostane değildi; sonunda Bitlis’i bir yıl birlikte yönettiler. Şeref Han ve babası Abdal [Han]’ın “eş” mirliğinde olduğu gibi, bu kısa dönemde de iki ayrı hükümdar vardı. Belki de padişah, yerel muhaliflerini Bitlis emirliğini bölmeye teşvik etmek istemişti, böylece her fraksiyonun bir emiri olmuştu: gerçekten de sonuç buydu.

Söz konusu kısa dönemden sonra, 1648’de Tatvan’ın eski bir zeamet sahibi olan Bedir Han ile Şeref Han,[129] iki kez Bitlis’i ayrı ayrı ve sırayla yönettiler.[130] Dönemleri, Bitlis’te belirgin bir ekonomik düşüş getirdi.1655’teki yıkıcı Osmanlı işgalinin getirdiği çalkantılı dönem, siyasi belirsizlik ve iktidar boşluğunun eşlik ettiği bir sona varıyordu.1666 ile 1677 yılları arasında Bitlis dramatik bir mali kriz yaşadı. Osmanlı vergilerini ödemeye yönelik bazı umutsuz girişimlerde Bedir Han ile Şeref Han, vergiyi ödeyebileceklerini iddia eden emirler olarak yer değiştirdiler. Her ikisi de bölgesel zengin yetkililerden birkaç kez borç aldılar, ayrıca Yahudi ve Ermeni tüccarlardan, hatta Safevi Şahı Süleyman‘ın (ş.1666-1694) tupçi(topçi)sinden büyük ek krediler talep ettiler, aldılar da.[131]

İlginçtir ki, büyük bir ekonomik karışıklık yaşanırken, Şubat 1674’te vefat eden Bedir Han’ın[132] ve Şeref Han’ın, özellikle ilkinin divanları, ancak son otuz yılda duyduğumuz birkaç resmi pozisyona sahipti. Çeşnigir, silahdar, mirahur, hazinedar ve mühürdar gibi mevkiler biraz dikkat çekicidir, çünkü önceki Bitlis emirleri bunları hiçbir zaman yaygın olarak kullanmamışlardır. Bununla birlikte, tam bir törensel idareyi Abdal [Han]’ın oğullarının anlayabileceği terimlerle tanımlamaları da kaçınılmazdır.

İktidar, ancak ekonominin gücüyle mümkündü; ekonominin gücü servetle, zenginlik tarımla, tarım barış ve güvenlik yoluyla, barış ve güvenlik ise Osmanlı hükümdarının adaleti ve dürüstlüğü ile… Bitlis’in bir emiri hükümdarlığını sürdürmek istiyorsa, müreffeh bir ekonomiyi sürdürmesi gerekiyordu. Bu dairesel karşılıklı bağımlılık zincirinde, tüm halkalar aynı düzeydeki önceki ve devam eden bağlantıların nedeni ve sonucuydu. Bu nedenle, yukarıda bahsedilen ekonomik gerileme, Bitlis’in çok büyük bir çöküşüne neden oldu.

Şeref Han’ın ikinci hükümdarlık dönemi 6 Mart 1676’da başladı.[133] Van’ın askerlerinin maaşını ödeyemeyince Van valisi Muslı Paşa 1680’de onu Van’a davet etti, ancak gitmeyi reddetti. Muslı Paşa, Şeref Han’ın kardeşi Şemseddin’e yazdığı mektupta, “biz sadece düşmanlıkların sona ermesini istiyoruz, endişeye gerek yok” dedi. Osmanlı’nın niyetini anlayan Şeref Han, Bitlis kalesini tahkim etti, ayrıca Osmanlı öncü gücünü Bitlis’e yönlendiren Mahmudi Kürt emirini yendi. Hem Osmanlı yenilgisinin bir sonucu olarak hem de Osmanlı Padişahı’nın emri gereği Şeref Han, Van Paşa’sını ziyarete geldi. Van’da birkaç seanstan sonra Şeref Han ile Muslı Paşa barıştan yoksun bir ortamın özlemini çektiler. Kısacası, Osmanlılar, Bitlis’in yıkılmasını, evlerinin ateşe verilmesini ve çok sayıda insanın Meydan-ı Kebûd veya Gök Meydan‘da (Aslında atlı polo/horse polo/ çogana hespan anlamındaki Gog Meydanı.  ç.n.) öldürülmesini ve Bitlis halkının mallarının yağmalanmasını üstlendiler.[134] 1666-1672 ve 1674-1686 yılları arasında hüküm süren Şeref Han, 1687’den birkaç ay önce öldü.[135]

Muhammed Said Han’ın Şeref Han’ın emirliğinin tümüne halef olması o kadar da tesadüfi değildi. Şeref Han’ın ölümünden sonra, Padişah’ın bir emriyle 1689’da Bitlis’in emiri oldu.[136]

Muhammed Said Han’ın Şirwan Kalesi’ne yönelik saldırısını doğrudan tahttan indirilmesine yol açan bir eylem olarak görmek caziptir. Onu Şirwan’ı yağmalamaya ikna eden, silah ve mühimmat sağlayan Van Beylerbeyi Hasan Paşa, emirliğini koruyamadı. Şirwan’daki katliamla ilgili birtakım şikayetlerle Sultan 1691’de onu tahttan indirdi.[137]

1691 yılında Nuh Han, Bitlis emirliğini devraldı. Bitlisi emirlerinin akrabası olan Hazzo emiri Murad Han‘a göre, Nuh Han meşru değildi ve bu ret Hazzo ile Bitlis arasında savaşa kapı açtı. Ne 1691’de ne de sonraki yıllarda, Murad Han, Nuh Han’ı yenmeyi başaramadı.[138] Fakat, Bitlis’in aşiret konfederasyonları Nuh Han’ın destekçisi olarak hareket etmediler. Kürt aşiret reisleri ve destekçileri (adı belirtilmeyen) ‘yeni bir han’ seçtiler ve Nuh Han’dan Bitlis Kalesi’ni teslim etmesini istediler. Nuh Han, mecburen kaleden vazgeçmeye razı oldu, ancak aynı anda Sultan’ın yardımını istedi. Padişah’ın fermanı doğrultusunda, Van ve Erzurum Beylerbeyleri ‘yeni han’a karşı geldiler. Bir savaştan sonra onu yendiler, böylece Bitlis emirliği tekrar Nuh Han’ın yetkisi altına girdi.[139]

Ayrıca onun döneminde Muhammed Halef Han‘ın (Muhammed Said Han’ın kardeşi) 1697’de Ziriqi (Ziriki) bölgesini yağmalamak için yola çıktığı söylenir. Ziriqi emiri Cihanşah ile savaştı, onu yendi ve üç yıl boyunca Ziriqi’yi yönetti. Sultan’ın Ziriqi’nin gerçek emiri olarak Cihanşah’ı tanıma kararını dinlemeyen Muhammed Halef Han, bölgede çok sayıda insanı öldürdü.[140] Nuh Han 1700’de saltanatının dokuzuncu yılında vefat etti.

Ölümünden sonra oğlu Muhammed Abid HanMuhammed Said Hanile emirlik konusunda tartıştı. Sultan’ın bir kararnamesiyle, Muhammed Abid Han, Bitlis’in emiri olarak biliniyordu, ancak Bitlis’in yönetimi, nihayet aşiret destekçileri daha etkili olan ve 1715 yılına kadar hüküm sürdükten sonra vefat eden Muhammed Said Han’a verildi.[141]

Sonuç

Önceki sayfalarda, Bitlis’in on yedinci yüzyıl hükümdarlarının, çok belirsiz ve karışık göründüğü için ilgi uyandırmayı başaramayan ‘sessiz’ tarihinin, on altıncı yüzyıl Osmanlı-Safevi sınır çatışmalarında görülen aynı siyasi meselelere kadar izlenebileceğini gösterdik. Bağlama oturtulduğunda, on yedinci yüzyıl Bitlis’in tarihi artık belirsiz ya da anlamsız ve kafa karıştırıcı görünmüyor, ancak tutarlı, geçerli bir sistem oluşturuyor ve Bitlis emirliğinin, tıpkı diğerleri gibi, Osmanlı sınır meseleleri üzerinde etkili olabilecek kendi iç gücüne sahip olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

On yedinci yüzyıl Bitlis’inin siyasi tarihi ve bölgedeki Kürtlerin ekonomik ve toplumsal yaşamı hakkında ne kadar az şey bilindiğini göz önünde bulundurursak, Bitlis tarihinin bu birkaç arşiv örneğinin bile (Şerefnameveya Seyahatname‘den alınmamış) çok önemli olduğu sonucuna varılmalıdır. On yedinci yüzyıl Bitlis tarihine yapılan Osmanlı idari referansları, genel olarak bölge nüfusunun durumunu temsil eden Ermeni kolofonları gibi diğer kaynaklardan erişilemeyen ihmal edilmiş bir dönem hakkında spekülasyon yapmamıza izin veriyor.

On yedinci yüzyıldaki gelişmeler, Kürtlerin yarı bağımsızlığı konusunda uzun süredir devam eden tartışmaları da yansıtıyor. Bunların başında, Osmanlı yönetimi ile Kürtlerin irade bağımsızlığı arasındaki merkezi gerilim geliyor.

Bir yandan, Diyarbekir ve Van beylerbeyleri gibi Osmanlı bölge yetkilileri, Kürtlerin iradi kararlarını gözden geçirme ve tersine çevirme yeteneklerinin sınırlı olduğunun farkında olarak, uzun süredir kendilerine tabi Kürt idarelerini önceden kontrol etmenin yollarını aradılar. Öte yandan, Bitlis Kürt emirleri sık sık daha fazla siyasi ve ekonomik avantaja sahip olma hakları konusunda ısrar ettiler. Osmanlı kontrolü altına alınan Bitlis, on yedinci yüzyıl boyunca en bağımsız sınır emirliklerinden birine dönüştü, bazen Azerbaycan üzerinden sınır bölgelerinde Safevilerle bağlantıları da oldu.

Son olarak en kötüsü, oldukça büyük sorunlardan biri de, on yedinci yüzyıl Bitlis emirlerinin, on altıncı yüzyıldaki atalarına nazaran aynı iş için daha az kazanç elde etmeleridir.

On altıncı yüzyıldaki birçok Osmanlı Safevi mücadelesiyle karşılaştırıldığında, on yedinci yüzyıl Bitlis’i oldukça barışçıldı. Bölgede Osmanlı ve Safevi kuvvetleri arasında çatışma olsaydı Bitlis daha değerli olacağı için [bunun göreceli olmadığı koşullarda] stratejik durumundan pek faydalanamadı.

REFERENSLER

Arşiv kaynakları

A.AMD ― Amedî Kalemi

A.DVN.MHM ― Bab-ı Asafî, Divan-ı Hümayûn Mühimme Kalemi

A.NŞT ― Bab-ı Asafî Nişan (Tahvil) Kalemi

A.RSK ― Ruus Defteri

BOA ― Başbakanlık Osmanlı Arşivi

DFE.RZ ― Timar Ruznamçe Defteri

KK ― Kamil Kepeci Tasnifi ,

MAD ― Maliyeden Müdevver Defterler

ŞKT ― Şikayet Defteri

TSMA ― Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi

Birincil kaynaklar

-Abdal Han. Sanayi‘ al-Sunu‘at. Cod.Mixt 211a-d, Library of the University of Vienna.

-Arak‘el of Tabriz. The History of Vardapet Arak‘el of Tabriz (Patmut‘iwn Arak‘el Vardapeti Dawrizhets‘woy), trans. G. A. Bournoutian.Costa Mesa, CA: Mazda Publishers, 2005-2006.

-Evliya Çelebi. Seyahatname, vols. I-VI, ed. A. Cevdet; vols. VII-VIII, ed. K. Rif’at; vols. IX-X, ed. Anonymous. İstanbul: Ikdam, 1896-1938.

-Hakobyan, V. A. (ed.) Manr Zhamanakagrut’yunner XIII-XVIII DD, 2 vols. Yerevan: Haykakan SSR Gitut’yunneri Akademiai Hratarakch’ut’yun, 1951-1956.

-ibn Majja. Sunan ibn Majja, ed. M. Fuad ‘Abd al-Baqi. Cairo: Turath, 1954.

-Muslim b. Hajjaj. al-Jami‘ al-Sahih. Beirut: Dar al-Fikr, n.d.

-Mustawfi Qazvini, Hamd Allah. The Geographical Part of the “Nuzhat al-Qulub”, ed. G. Le Strange. Leiden: Brill, 1915.

——————————–. Nuzhat al-Qulub, MS A 957, Milli Library, Ankara.

——————————–. Nuzhat al-Qulub, MS A 979, Milli Library, Ankara.

-Na‘îma. Tarih-i Naima, ed. M. İpşirli. Ankara: Turk Tarih Kurumu, 2007.

-ibn Nuh. Van Tarihi. MS 630, Ali Emiri Tarih Kitapları Koleksiyonu, Millet Yazma Eserler Kütüphanesi, İstanbul.

-Peçevi, İbrahim. Tarih. İstanbul: Amire, 1866. Scheref, Prince de Bitlis.

-Scheref-nameh ou Histoire des Kourdes, ed. V. Véliaminof-Zernof. St.-Pétersbourg: Commissionaires de l’Académie impériale des sciences, 1860-1862.

-Shirwani, Zayn al-‘Abidin. Bustan al-Siyaha. Tehran: Inṭiba‘at, 1891.

-Şükrî-i Bitlisî. Selîm-name, ed. M. Argunşah. Kayseri: Erciyes Üniversitesi, 1997.

1660-1664 Tarihli Ordu Mühimmesi. Sächsische Landesbibliothek‒Staats– und Universitätsbibliothek Dresden (SLUB).

-Tavernier, Jean-Baptiste. Les six voyages de Jean-Baptiste Tavernier. Charleston, SC: Nabu Press, 2010.

————————–. Tavernier Seyahatnamesi, ed. A. Berktay, trans. T. Tunçdoğan. İstanbul: Kitap Yayınları, 2010.

-Turkaman, Ibrahim Beg. Tarih-i ‘Alam-ara-yi ‘Abbasi, ed. I. Afshar. Tehran: Amir Kabir, 2008.

-Xač‘ikyan, L. S. (ed.) XV Dari Hayeren Jeřagreri Hišatakaranner 1401-1450. Yerevan: Haykakan SSH GA Hratarakch‘ut‘yun, 1955.

-Yaqut, Shihab al-Din Abi ‘Abd Allah Yaqut b. ‘Abd Allah al-Himawi. Mu‘jam al-Buldan, Jacut’s Geographisches Wörterbuch, ed. F. Wüstenfeld. Leipzig: In Commission bei F. A. BrocHaus, 1866-1873.

-Zulalyan, M. (ed.) Arevmtyan Hayastanë XVI-XVIII DD. Yerevan: Haykakan SSH GA Hratarakch‘ut‘yun, 1980.

İkincil kaynaklar

-Açıkyıldız, Birgül. “Sharafiyya Complex in Bitlis: Rethinking of Local History in Islamic Architecture”, e ? Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi 10/3 (2018): 1183-1196.

-Alsancakli, Sacha. “Matrimonial Alliances and the Transmission of Dynastic Power in Kurdistan: The Case of the Diyadinids of Bitlis in the Fifteenth to the Seventeenth Centuries”, Eurasian Studies 15/2 (2017): 222-249.

————————. “Historiography and Language in 17th-century Ottoman Kurdistan: A Study of Two Turkish Translations of the Sharafname”, Kurdish Studies 6/2 (2018): 171-196.

-Altunay, Emine. “1540 (H.947) Tarihli Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı.” MA dissertation, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 1994.

-Atmaca, Metin. “Negotiating Political Power in the Early Modern Middle East: Kurdish Emirates between the Ottoman Empire and Iranian Dynasties (Sixteenth to Nineteenth Centuries)”, Cambridge History of the Kurds içinde, eds. Hamit Bozarslan, Cengiz Gunes, Veli Yadirgi, 45-72. Cambridge: Cambridge University Press, 2021.

-Avcî, Ziya. “Evdal Xan (…-1657)”, Kovara Lêkolîn û Lêgerînê Bîr 9 (2008): 27-34.

-Bacqué-Grammont, Jean-Louis. “Un rapport de Fîl Ya‘ḳûb Paşa, beylerbey du Diyar Bekir en 1532”, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes 76 (Festschrift Andreas Tietze) (1986): 35-41.

—————————-. Les Ottomans, les Safavides et leurs voisins: contribution à l’histoire des relations internationals dans l’Orient Islamique de 1514 à 1524. Paris: Centre National de la Recherche Scientifique, 1987.

—————————–. “Cinq lettres de Hüsrev Paşa, beylerbey du Diyar Bekir (1522-1532)”, Journal Asiatique 289 (1991): 239-265.

—————————–. “Quinze lettres d’Uzun Süleyman Paşa, beylerbey du Diyar Bekir (1533-1534)”, Anatolia Moderna 1 (1991): 137-186.

——————————. “Quatre lettres de Bıyıḳlı Mehmed Paşa”, Belleten 56 (1992): 703-725.

-Baladouni, Vahe and Margaret Makepeace. Armenian Merchants of the Seventeenth and Early Eighteenth Centuries: English East India Company Sources. Philadelphia: American Philosophical Society, 1998.

-Baltacıoğlu-Brammer, Ayşe. ‘Those Heretics Gathering Secretly…’: Qizilbash Rituals and Practices in the Ottoman Empire according to Early Modern Sources”, Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association 6/1 (2019): 39-60.

-Beyazıt, Yasemin. “Evliya Çelebi’nin Sunduğu Önemili Bir Portre: Bitlis Hani Abdal Han”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 10 (2011): 67-82.

Bruinessen, Martin van. “Les Kurdes et leur langue au XVIIème siècle: Notes d’Evliya Çelebi sur les dialectes kurdes”, Studia Kurdica 5 (1998): 13-34.

————————-. “Kurdistan in the 16th and 17th Centuries, as Reflected in Evliya Çelebi’s Seyahatname”, The Journal of Kurdish Studies 3 (2000): 1-11.

-Bulut, Christiane. Evliya Çelebis Reise von Bitlis nach Van: ein Auszug aus dem Seyahatname; interpretierende Transliteration, kommentierte Übersetzung und sprachwissenschaftliche Bemerkungen. Wiesbaden: Harrassowitz, 1997.

-Dankoff, Robert. Evliya Çelebi in Bitlis. The Relevant Section of the Seyahatname. Leiden: Brill, 1990.

——————–. The Intimate Life of an Ottoman Statesman: Melek Ahmed Pasha (1588-1662) as Portrayed in Evliya Çelebi’s Book of Travels. Albany: State University of New York Press, 1991.

-Dehqan, Mustafa and Vural Genç. “Reflections on Şeref Han’s Autobiography”, Manuscripta Orientalia 21/1 (2015): 46-61.

—————————-. “Why Was Sharaf Khan Killed?”, Manuscripta Orientalia 21/2 (2015): 13-19.

—————————-. “Darwish Mahmud: An Unknown Sixteenth Century Kurdish Notable”, Journal Asiatique 306/1 (2018): 35-39.

—————————-. “Kurds as Spies: Information-Gathering on the 16th-Century Ottoman-Safavid Frontier”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae 71/2 (2018): 197-230.

—————————-. “Mirliva of Malaṭya: A Correction of Sharaf Khan’s Statement Concerning his Father”, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft 169/1 (2019): 235-238.

—————————-. Surveying an Ottoman Borderland: The Registers of Bitlis (forthcoming).

-Gencer, Fatih. Bitlis ve Muş’un Son Beyleri: Alaaddin Paşazadeler. İstanbul: Libra Kitap, 2019.

-Genç, Vural. “Idris-i Bitlisî’nin II. Bayezid ve I. Selim’e Mektupları”, Osmanlı Araştırmaları 47 (2016): 147- 208.

————–. Kim Bu Mülke Kondu Bundan Ezeli: Arabgir (Yerleşim, Vakfı, Toplumsal Hayat ve Ekonomi 1518- 1874). İstanbul: Kerem Aydınlar Vakfı, 2020.

-Hartmann, Richard. “Zu Ewlija Tschelebi’s Reisen im oberen Euphrat und Tigrisgebiet”, Der Islam 9 (1919): 184-224.

-Hübschmann, H. “Die altarmenische Ortsnamen”, Indogermanische Forschungen 16 (1904): 197-490.

-Imber, Colin. “The Battle of Sufiyan, 1605: A Symptom of Ottoman Military Decline?”Iran and the World in the Safavid Age içinde, eds. Wilhelm Floor and Edmund Herzig, 96-97. London: I. B. Tauris, 2012.

-Işık, Haydar. Bitlis Bey Abdal Han’a Gönderilen Kanlı Ekmek. İstanbul: Peri Yayınları, 2005.

-Kılıç, Orhan. “730 Numaralı Van, ‘Adilcevaz, Muş ve Bitlis Livaları Tımar İcmal Defteri.” MA dissertation, Elazığ Fırat Üniversitesi, 1989.

-Köhler, Wilhelm. Die Kurdenstadt Bitlîs nach der türkischen Reisewerk des Evliya Tschelebî. München: Roth, 1928.

——————. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Bitlis ve Halkı, trans. Haydar Işık. İstanbul: Alan, 1989.

-Pektaş, Kadir. Bitlis Tarihi Mezarlıkları ve Mezar Taşları. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2001.

-Pietro della Valle. Viaggi di Pietro della Valle, il pellegrino, descritti da lui medesimo in lettere familiari all’erudito suo amico Mario Schipano, divisi in tre parti cioè: la Turchia, la Persia, e l’India, colla vita e ritratto dell’autore, volume primo. Brighton: G. Gancia, 1843.

-Preiser-Kapeller, Johannes. “Liquid Frontiers. A Relational Analysis of Maritime Asia Minor as Religious Contact Zone in the 13th-15th Century”, in Islam and Christianity in Medieval Anatolia, eds. Andrew Peacock, Bruno De Nicola, Sara Nur Yildiz, 117-146. Aldershot: Ashgate, 2015.

-Saito, Kumiko. “16. ve 17. Yüzyıllar Doğu ve Güneydoğu Anadolusu’nda Timarların Çeşitli Biçimleri: Farklı Uygulamalara Tek İsim Koymak”, Osmanlı Araştırmaları 51 (2018): 63-113.

-Sakisian, Armenak. “Abdal Han, seigneur kurde de Bitlis au XVIIe siècle et ses trésors”, Journal Asiatique 229 (1937): 252-270.

-Sami, Şemseddîn. Kamusü’l-A‘lam. İstanbul: Mihran, 1889-98.

-Sarıcaoğlu, Fikret. “Melek Ahmed Paşa”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 29 (2004): 42-44.

-Tomaschek, W. “Sasun und das Quellengebiet des Tigris”, Sitzungsberichte AdW, Philosophisch-historische Klasse AdW 133 (1896): 1-44.

-Ulugana, Sedat. “Bitlis Mirliği Tarihinde Abdal Han Dönemi (1618-1664)”, Kürt Tarihi 20 (2015): 52-57.

-Yılmaz, Ahmet. “413 Numaralı Mufassal Tapu Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı (1555-1556).” MA dissertation, Konya: T. C. Selçuk Üniversitesi, 2010.


[1] Örneğin Evliya Çelebi, Van Beylerbeyi Melek Ahmet Paşa’nın, 1655’te Erzurum Beylerbeyi, yöredeki bazı Kürt mirleri ve aşiret reisleriyle bir araya getirdiği 80 bin askerlik bir orduyla Abdal Han üzerine yürürken Rojki aşiret konfederasyonunun neredeyse tümünün Yezidilerden meydana geldiği gibi bir iddiada bulunuyor. (Seyahatname 4. cilt). Kuşkusuz Rojkiler arasında büyük oranda bir Yezidi Kürt topluluğu vardı ama daha ilk başta, İstanbul’dan Diyarbekir üzeri Van’a gidilirken Bitlis’ten geçiş sırasında Han’ın yaptığı karşılamalar, gösterilen misafirperverlik hep övülürken, ikincisinde, Van’dan Han’ın üzerine sefere gidilirken dönemin değer yargılarına göre yerip karalamak için azami çaba sarfedilmiş, Şiilik, Rafızilik, Yezidilik de gerekçe gösterilmiştir. Beşinci cildin konuya ilişkin anlatımlarından, Han muhalifi Kürt ağalardan da Melek Ahmet Paşa’yı bir sefere ikna etmek için bu inançlar karalama mahiyetinde gerekçe yapılmışlardır.

[2] Orta Çağda günümüzdeki gibi keskin hatlarla çizilmiş sınırlar olmadığı ve egemenlik alanları farklı coğrafi alanlarda biri ya da ötekinin lehine geçişli olduğu için, keskin hatla çizilmiş sınırlardan ziyade bir serhad boyundan bahsetmeyi tercih ediyorum.

[3] Sedemê Kuştina Şeref Xanî”https://muradciwan.com/2017/07/31/sedeme-kustina-seref-xani/

[4] Nasuh Paşa Diyarbekir Beylerbeyi iken Kürt han ve beyleriyle oldukça samimi bir dostluk içindeydi. Botan/Cizre hükümdarı Şeref Han’ın kızıyla evlenmişti. Bkz, Katip Çelebi, Fezleke, Aycibin, Zeynep, Katip Çelebi, Fezleke, Tahlil ve Metin, Doktora Tezi, yayınlanmamış metin, İstanbul 2007 içinde, Naima Mustafa Efendi,  Naima Tarihi, 6 cilt. Çeviren Zuhuri Danışman, Istanbul 1967, İbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi; Diyan İşleri İslam Ansiklopedisi, Nasuh Paşa maddesi. Kimileri Şeref Han adını duyunca Nasuh Paşa’nın Bitlis Emiri Şerefname’nin yazarı Şeref Han’ın kızıyla evlendiğini iddia etmişlerse bu doğru değil. Nasuh Paşa belirttiğimiz gibi Melayê Cizîrî’nin üzerine övgü kasideleri yazdığı, karşılıklı şiirsel atışmalara girdiği, Xanê Xanan dediği Şeref Han’dır. Bkz. Ciwan, Murad; ‘’MUHTEŞEM YUZYIL: KOSEM’ Û KEÇA MÎR ŞEREF XAN’’ ( https://muradciwan.com/2017/04/18/muhtesem-yuzyil-kosem-u-keca-mir-seref-xan/ )

[5] Bknz, Katip Çelebi , Fezleke, Aycibin Zeynep, Kêtib Çelebi, Fezleke Tahlil ve Metin, Doktora Tezi, yayınlanmamış metin, İstanbul 2007 içinde, Naima Mustafa Efendi,  Naima Tarihi, 6 cilt. Çeviren Zuhuri Danışman, Istanbul 1967, İbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, Darnault, Sezim Sezer-Ağır, Aygül; ‘’Pietro Della Valle’s Travel to İstanbul’’, Pierra Montserrat, Visions and Transitions of a Pilgrimage of Curiosity: Pietro Della Valle’s Travel to İstanbul (1614-1615), Project MUSE içinde.

[6] Ciwan, Murad; Çaldıran Savaşı’nda Osmanlılar Safeviler Kürtler İlk Kürt-Osmanlı İttifakı (1514), Avesta Yayınları, 2015, İstanbul. 296 s.

* Henry R. Shapiro, Metin Atmaca ve Mehmet Demirtaş’a hem el yazmaları hakkındaki yorumları hem de daha sonraki okuma önerileri için minnettarız. Ayrıca Victor Ostapchuk’a, Georgios C. Liakopoulos’a ve özellikle İngilizcemizi düzelten ve on yedinci yüzyıl Bitlis’ine daha geniş bir bakış açısı geliştirmemize yardımcı olan Sacha Alsancakli’ye özel bir teşekkür borçluyuz. Metni edite eden Janet Klein’a da özel teşekkürler. Kalan hatalar bizim sorumluluğumuzdadır.

[7] Bu bölgeler hakkında daha fazla coğrafi veri için bk. Shihab al-Din Abi ‘Abd Allah Yaqut b. ‘Abd Allah al-Ḥimawi, Mu’jam al-Buldan, Jacut’s Geographi Tsches Wörterbuch, ed. F. Wüstenfeld (Leipzig: In Commission bei F. A. BrocHaus, 1866-1873), I, 526; Zeyn el-Âbidîn Şîrvânî, Bustan al-Siyaḥa (Tahran: İnṭiba’at, 1891), 132; H. Hüb Shmann, “Die altarmeni She Ortsnamen”, Indogermani She For Şungen 16 (1904): 324; ve Orhan Kılıç, 730 Numaralı Van, ‘Âdilcevâz, Muş ve Bitlis Livalârı Tımar İcmal Defteri(Yüksek Lisans Tezi, Elazığ Fırat Üniversitesi, 1989).

[8] Bkz. Emine Altunay, 1540 (H.947) Tarihli Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı (yüksek lisans tezi, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 1994); ve Ahmet Yılmaz, 413 Numaralı Mufassal Tapu Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı (1555 1556) (Yüksek lisans tezi, Konya T. C. Selçuk Üniversitesi, 2010);Her ikisi de çok dikkatli kullanılmalıdır.

[9] Vahe Baladouni ve Margaret Makepeace, On Yedinci ve On Sekizinci Yüzyılların Başlarında Ermeni Tüccarlar: İngiliz Doğu Hindistan Şirketi Kaynakları (Philadelphia: American Philosophical Society, 1998), 246-247 ve Johannes Preiser Kapeller, “Liquid Frontiers. 13. -15. Yüzyılda Dini Temas Bölgesi Olarak Küçük Denizciliğin İlişkisel Bir Analizi”, Ortaçağ Anadolu’sunda İslam ve Hıristiyanlık içinde, ed. Andrew Peacock, Bruno De Nicola, Sara Nur Yıldız (Aldershot: Ashgate, 2015), 117-146 ile karşılaştırın.

[10] Ayrıntılı bilgi için bk. Jean-Louis Bacqué-Grammont, “Un rapport de Fîl Ya’ḳûb Paşa, beylerbey du Diyâr Bekir en 1532”Wiener Zeit Shrift für die Kunde des Morgenlandes 76 (Fest Shrift Andreas Tietze) (1986): 35-41; Ayrıntılı bilgi için bk. Jean-Louis Bacqué-Grammont, “Un rapport de Fîl Ya’ḳûb Pasha, beylerbey du Diyâr Bekir en 1532”, Wiener Zeit Shrift für die Kunde des Morgenlandes 76 (Fest Şrift Andreas Tietze) (1986): 35-41; idem, Les Ottomans, les Safavides et leurs voisins: contribution à l’histoire des relations internationals dans l’Orient islamique de 1514 à 1524 (Paris: Centre National de la Recherche Scientifique, 1987); İdem, “Cinq lettres de Hüsrev Pasha, beylerbey du Diyâr Bekir (1522-1532)”, Journal Asiatique 289 (1991): 239- 265; idem, “Quinze lettres d’Uzun Süleymân Pasha, beylerbey du Diyâr Bekir (1533-1534)”Anatolia Moderna 1 (1991): 137-186; idem., “Quatre lettres de Bıyıḳlı Meḥmed Pasha”, Belleten 56 (1992): 703-725.

[11] Kürt emirlikleri hakkında genel bir çalışma için bkz., Metin Atmaca, “Negotiating Political Power in the Early Modern Middle East: Kurdish Emirates between the Ottoman Empire and Iranian Dynasties (Sixteenth to Nineteenth Centuries)”, Cambridge History of the Kurds içinde, ed. Hamit Bozarslan, Cengiz Güneş, Veli Yadırgi (Cambridge: Cambridge University Press, 2021), 45-72. Özellikle Bitlis emirliği için bk. Sacha Alsancakli, “Matrimonial Alliances and the Transmission of Dynastic Power in Kurdistan: The Case of the Dadinids of the Bidlis in the Fifteenth to the Seventeenth Centuries”, Eurasian Studies 15/2 (2017): 222-249; a.g.e., “17. Yüzyıl Osmanlı Kürdistanı’nda Tarih Yazımı ve Dil: A Study of Two Turkish Translation of the Sharafnama”, Kurdish Studies 6/2 (2018): 171-196, özellikle Bitlis’te üretilen Sharaf-nama’nın Osmanlı Türkçesi çevirisi için. Tercüman, Şeref Han’ın büyük torunu olan Muḥammad Bayg b. Aḥmad Bayg’dı. Ayrıca, Mustafa Dehqan ve Vural Genç, “Darwish Maḥmud: An Unknown Sixteenth Century Kurdish Notable”, Journal Asiatique 306/1 (2018): 35-39; a.g.e., “Malaṭya’nın Mirliva’sı: Şeref Han’ın Babasına İlişkin İfadesinin Düzeltilmesi”, Zeit Shrift der Deut Shen Morgenländi Shen Gesell Shaft 169/1 (2019): 235-238. Sedat Ulugana’nın “Bitlis Mirliği Tarihinde Abdal Han Dönemi (1618 1664)”, Kürt Tarihi 20, 52-57 adlı eseri özellikle tarihlendirme ve bazı tarihî malzemelerin kullanımı açısından oldukça ihtiyatlı değerlendirilmelidir.

[12] Bkz. TSMA, E. 3165, TSMA E.5675, TSMA E.6627; TSMA E.8333; ve Vural Genç, “İdris-i Bitlisî’nin II. Bayezid ve I. Selim’e Mektupları”, Osmanlı Araştırmaları 47 (2016): 147-208.

[13] Bkz.  Şeref, Prens de Bitlis.  Şeref -name ou Histoire des Kourdes, ed. V. Véliaminof Zernof (Saint-Pétersbourg: Commissionaires de l’Académie impériale des sciences, 1860-1862).

[14] Bkz. Şükrî-i Bitlisî. Selîm-nâme, ed. M. Argunşah (Kayseri: Erciyes Üniversitesi, 1997).

[15] Bkz. Mustafa Dehqan ve Vural Genç, Surveying an Ottoman Borderland: The Registers of Bitlis (yakında çıkacak).

[16] Meselâ bk. Evliya Çelebi, Seyahatname, c. I-VI, ed. A. Cevdet; cilt VII-VIII, ed. K. Rif’at; cilt IX-X, ed. Anonim (İstanbul: İkdam, 1896-1938); Richard Hartmann, “Zu Ewlija T Chelebi’s Reisen im oberen Euphrat und Tigrisgebiet”, Der Islam 9 (1919): 184-224; Robert Dankoff, Evliya Çelebi Bitlis’te. Seyahatname’nin ilgili bölümü; Leiden: Brill, 1990), 53-54; and Christiane Bulut, Evliya Chelebis Reise von Bitlis nach Van: ein Auszug aus dem Seyahatname (interpretierende Transliteration, kommentierte Übersetzung und sprachwissen Shaftliche Bemerkungen (Wiesbaden: Harrassowitz, 1997)

[17] Bkz. A.DVN. 3/95

[18] Bitlis’in on altıncı yüzyıl fetret dönemini (43 yıl) ve Bitlis’in emirleri olarak Türk Osmanlı temsilcilerini karşılaştırın. Örneğin, KK 1764, 249, 253’e bakınız.

[19] Şemseddin Bey’in ikinci oğlu ve Şerefname’nin yazarı Şeref Han’ın kardeşidir. Şah Tahmâsp’ın hükümdarlığı sırasında bazı sınır bölgelerinin kûrcîsi ve emiriydi. Bu nedenle Osmanlı belgeleri onu “eski bir Acem beyi” (“sabıka Acem’de Bey olan”) olarak gösterir. Ağustos 1591’de Osmanlı’nın Malazgirt emiriydi ve aynı zamanda Ermenilerden cizye toplamaktan sorumluydu; bk. A.RSK.d.1473, 118, 150; MAD.D.7439, 16-17.

[20] Ayrıca Arapgir’e saldırmış ve yağmalamıştı; bk. Vural Genç, Kim Bu Mülke Kondu Bundan Ezeli: Arabgir (Yerleşim, Vakfı, Toplumsal Hayat ve Ekonomi 1518-1874) (İstanbul: Kerem Aydınlar Vakfı, 2020), 114.

[21] Bkz. Mustafa Dehqan ve Vural Genç, “Şeref Han Neden Öldürüldü?”, Manuscripta Orientalia, 21/2 (2015): 14-15, 19, n.15.

[22] Bkz. MAD 7439, 20.

[23] Bkz. Mayıs 1601 tarihli A.DVN.8/15.

[24] 1601 tarihli BOA A.AMD 1/4’te Bitlis’in düşüşünün anlatımına bakınız. Bitlis’in başlıca Kürt aşireti olan Ŗojiki hakkında ayrıntılı bilgi için bk.  Şeref,  Şeref nameh ou Histoire des Kourdes, I, 431-438; L. S. Xač’ikyan (ed.), XV Dari Hayeren Jeřagreri Hišatakaranner 1401-1450 (Erivan: Haykakan SSH GA Hratarakch’ut’yun, 1955), I, 329, 331-333.

[25] Meselâ, BOA A.DVN,12/54; A.DVN,12/85; ve A.NŞT, 9/26.

[26] Eylül 1601’de Halef Bey, Muş’ta emirliğine isyan eden bir Ahmed’i yendi: A.NŞT. 9/26. Halef Bey’in Bitlis’teki bazı iktisadi faaliyetleri, Muş ve Kefendür kaleleri, özellikle askerî yeteneklerinin geliştirilmesi hususları için bk. MAD.d.7316, 9.

[27] Bkz. Mustafa Dehqan ve Vural Genç, “Reflections on Sharaf Han’s Autobiography”, Manuscripta Orientalia 21/1 (2015): 46-61.

[28] Bkz. A.DVN.MHM.d. 32/168

[29] Bkz.  Scheref,  Scheref-nameh ou Histoire des Kourdes, i, 456: ḥukumat-i muruthi dar taṣarruf-i faqir ast agar chi bi al-ṭab‘ az in amr-i Haṭir ijtinab nimuda ishtighal-i an ra dar ‘uhda-yi walad-i arshad wa farzand-i amjad muwaffaq bi aHlaq-i nik Abu al-Ma‘ali Shams al-Din Bayg ṭawwala Allah ta‘ala umruhu wa da‘afa jalala qadruhu karda.

[30] Bkz. Kâmil Kepeci Tasnifi 262, 186.

[31] Bkz. Dehqan & Genç, “Reflections on Sharaf Han’s Autobiography”;Kılıç, 730 Numaralı Van, ‘Âdilcevâz, Muş ve Bitlis Livalârı.

[32] Bkz. Dehqan & Genç, “Reflections on Sharaf Han’s Autobiography”;Kılıç, 730 Numaralı Van, ‘Âdilcevâz, Muş ve Bitlis Livalârı. اللهم اغفر و ارحم الساکن هذا المقبر ]کذا [ المرحوم المغفور احمد بک ابن الحاکم االعدل االشرف االکمل شرف خان عمدة االمرا خلف ٩٩٦ لسنه الحجه ذی ٢٨ شهر فی الکرام الحکام العظام. Kasım 2020’de Bitlis’teki Şerefiye Kompleksi’ndeki saha çalışmasına dayanmaktadır. Bitlis’in diğer mezar taşları için Kadir Pektaş’ın Bitlis Tarihi Mezarlıkları ve Mezar Taşları (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2001); Bununla birlikte, oldukça hatalı ve kusurlu olduğu belirtilmelidir.

[33] 7 Bkz. MAD.d.7316, 9.

[34] Bkz. MAD.d.7319, 11; MAD.d.9825, 53; A.DVN.15/81.

[35] Bkz. MAD.d.7439, 16-17; A.NŞT.d.1171, 71; A.NŞT.d.1172, 6; A.DVN.3/95.

[36] Bkz. A.DVN.14/70; A.DVN.14/72.

[37] Bkz. A.DVN.MHM.d.79, hkm.1228.

[38] Bkz. Dehqan and Genç, “Reflections on Sharaf Han’s Autobiography”, 52-53.

[39] Bkz. A.DVN.14/72.

[40] Batman nehrini geçtikten sonra kuzeyden Muş, güneyden ve doğudan Bitlis’in baktığı Sasun olarak da bilinen Ḥazzo hakkında bk. Wilhelm Tomaschek, “Sasun und das Quellengebiet des Tigris”, Sitzungsberichte AdW, Philosophis historiche Klasse AdW 133 (1896): 1-4.

[41] Bkz. A.DVN.MHM.d.79, hkm.1228

[42] Şâref Hân’ın elde ettiği bazı maddî menfaatler hakkında bk.  Sheref, Sheref-name ou Histoire des Kourdes, I, 445vd.; Dehqan ve Genç, “Şeref Han’ın Otobiyografisi Üzerine Düşünceler”, 52ff.

[43] 7 Bkz. MAD.d.3781, 8.

[44] 8 Bkz. A.DVN.MHM.d.79, hkm.1195

[45] 9 Bkz. A.DVN.MHM.d.80, hkm.1028

[46] Bkz. MAD.d.9825, 40.

[47] Muş’un ekonomik önemi hakkında bk. Fatih Gencer, Bitlis ve Muş’un Son Beyleri: Alaaddin Paşazadeler (İstanbul: Libra Kitap, 2019).

[48] Bkz. KK.d.71, 471.

[49] Bkz. A.DVN.14/72, burada Ziyaeddin, Sülayman ve diğer Bitlisi yetkililerinin kethüdaları ekonomik avantajlar için lobi faaliyetlerinde bulundular.

[50] 4 Bkz. MAD.d.7439, 20; MAD.d.3781, 8.

[51] Bkz. MAD.d.32, 326-327; KK.d.71, 595.

[52] Bkz. MAD.d.7439, 20: “Mukata‘a-yı hassha der kaza-i Bitlis der ‘uhde Ziyaeddin hakim-i liya-yi Bitlis, ber vech-i maktu‘ 487.000”. Mart 1611’de Ziyaeddin bu mukata’adan yararlandı.. Bkz. MAD.d.3781, 8.

[53] Bkz. İbrahim Peçevi, Tarih (İstanbul: Amire, 1866), ii, 258.

[54] Bkz. Iskandar Bayg Turkaman, Tarih-i ‘Alam-ara-yi ‘Abbasi, ed. I. Afshar (Tehran: Amir Kabir, 2008), ii, 860.

[55] Bkz. Colin Imber, “The Battle of Sufiyan, 1605: A Symptom of Ottoman Military Decline?”, Iran and the World in the Safavid Age içinde, eds. Wilhelm Floor and Edmund Herzig, 96-97 (London: I. B. Tauris, 2012).

[56] 0 Bkz. A.DVN.MHM.d.77, hkm.85. Pietro della Valle, Viaggi di Pietro della Valle, il pellegrino, descritti da lui medesimo in lettere familiari all’erudito suo amico Mario  Shipano, divisi in tre parti cioè: la Turchia, la Persia, e l’India, colla vita e ritratto dell’autore, volume primo (Brighton: G. Gancia, 1843), 125 ile karşılaştır.

[57] Bkz. Turkaman, Tarikh-i ‘Alam-ara-yi ‘Abbasi, ii, 721; Dehqan and Genç, “Reflections on Sharaf Han’s Autobiography”, 49.

[58] Bkz. ibn Nuḥ, Van Tarihi, MS 630, Ali Emiri Tarih Kitapları Koleksiyonu, Millet Yazma Eserler Kütüphanesi, İstanbul, flos.88r.- 90v.

[59] Bkz. A.RSK.d.1478, 66, 70.

[60] Şah Abbas’ın birlikleri Bitlis ve Muş bölgelerinde çok daha aktif olduklarında (1607 ve 1609’da), Osmanlı Padişahı Ziyaeddin’e bir hil’atgönderdi. Bkz. A.DVN.MHM.d.78, hkm.1247: “Ekrad-ı sadakat nihadın eban ceddin Devlet-i Aliyye’sine sadakatta sabit kadem üzere sarf-ı iktidarların gelmiş ocak ihtiyârı”.

[61] Bkz. A.DVN.21-41;  A.DVN.MHM.d.79, hkm.1194 ile de karşılaştır.

[62] Bkz. A.DVN.MHM.d.79, hkm.1061.

[63] Bkz. ibn Nuḥ, Van Tarihi, fol.91r.-v.

[64] Bkz. DFE. RZ.d.381, 681.

[65] Bkz. DFE.RZ.d.381, 680. Gencer, Bitlis ve Muş’un Son Beyleri, 23-26 ile de karşılaştır.

[66] Bkz. DFE.RZ. d. 381, 678, 683, 693.

[67] Bkz. MAD.d.9825, 40. Ziyaeddin’in egemenliği döneminden beri, Şeref Han’ın küçük kardeşi Abdal Han, Ahlat’ta ve Muş’ta bir zeamet sahibiydi. Bkz. DFE. RZ’yi seçin. d. 381, 691-692, Ze’amet be-nâm-ı Abdal ‘an tahvil-i Şeref b. Ziyaeddin başlıklıdır.

[68] Kişisel saha çalışmasına dayanmaktadır, Bitlis, Şerefiye Kompleksi, Aralık 2020.

[69] Bkz. DFE.RZ.d.412, 376.

[70] Bkz. KK.d.257, 105, burada … Diyarbekir muhafazasında olan Vezir Aḥmed Paşa’nın ‘arzı mühcebince emekdarlardan olan Abdal Beg’e Bitlis hükümeti verildi….

[71] Bkz. A. DVN. MHM. d. 941.4, hkm.74, hangi okur … Bitlis hâkimi sağirolmağla….

[72] Vân’ın Beylerbeyi’nin Bitlis’in kethüdası olarak Osman Çavuş’a siyasî destek verdiğini belirtmek gerekir. O aynı zamanda Muş’ta eski bir zeamet sahibiydi. Bkz. DFE. RZ’yi seçin. d. 412, 383-384; DURMAZ. RZ.d.412, 413; DURMAZ. RZ’yi seçin. d. 437, 554, 561, 579.

[73] Bkz. DFE. RZ.d. 412, 375-377.

[74] Bkz. A.DVN.MHM. d. 941.4, hkm.74.

[75] Evliya Çelebi’nin Kürtçeye olan ilgisi hakkında söylediklerine bakınız: Marin van Bruinessen, “Les Kurdes et leur langue au XVIIème siècle: Notes d’Evliya Chelebi sur les dialectes kurdes”, Studia Kurdica 5 (1998): 13-34.

[76] Abdal Han, Osmanlı Padişahı II. Selim’in torununun torunu olan Hanım Sultan ünvanını taşıyan bir kadınla evlenmişti, bu da Osmanlı sarayıyla iyi bir ilişkinin öneminin farkında olduğunu gösteriyordu. Bkz. Dankoff, Evliya Çelebi Bitlis, 76-77, 154-155, 262-263, 303-313, 318-319, 326-327, 336-339, 342-354 ve 352-355.

[77] Bkz. Naima, Tarih-i Naima, ed. M. İpşirli (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2007), iii, 822.

[78] Şerefiye kompleksine yapılan kişisel bir ziyarete dayanmaktadır. Ayrıca bk. Birgül Açıkyıldız, “Sharafiyya Complex in Bitlis: Rethinking of Local History in Islamic Architecture”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi 10/3 (2018): 1183-1196, ancak yazar oradaki on yedinci yüzyıl mezar taşları ve diğer yazıtlar hakkında bilgi vermemektedir.

[79] Bkz. Dankoff, Evliya Çelebi in Bitlis, 96-97.

[80] Bkz. Wilhelm Köhler, Die Kurdenstadt Bitlis nach der türkischen Reisewerk des Evliyâ Tchelebî (Münih: Roth, 1928); Armenak Sakisyan, “Abdal Han, seigneur kurde de Bitlis au XVIIe siècle et ses trésors”, Journal Asiatique 229 (1937): 252-270; Martin van Bruinessen, “Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sine Yansıyan 16. ve 17. Yüzyıllarda Kürdistan”, Kürt Araştırmaları Dergisi 3 (2000): 1-11;ve Haydar Işık, Bitlis Bey’i Abdal Han’a Gönderilen Kanlı Ekmek (İstanbul: Peri Yayınları, 2005).

[81] Abdal Han’ın kütüphanesinde toplanan kitapların listesi ve daha fazla ayrıntı için bk. Ziya Avcî, “Evdal Xan (…-1657)“, Kovara Lêkolîn û Lêgerînê Bîr 9 (2008): 27-34; Yasemin Beyazıt, “Evliya Çelebi’nin Sunduğu Önemili Bir Portre: Bitlis Hani Abdal Han”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 10 (2011): 67-82.

[82] Bunun için bk. Ḥamd Allah Mustawfi Qazvini, The Geographical Part of the “Nuzhat al-Qulub”ün coğrafik bilgiler bölümü, ed. G. Le Strange (Leiden: Brill, 1915).

[83] Bkz. Ḥamd Allah Mustawfi Qazwini, Nuzhat al-Qulub, MS A 957, Milli Kütüphane, Ankara, fol.1v., 7-8); a.mlf., Nuzhat al Qulub, MS A 979, Milli Kütüphane, Ankara, f.1r., 12-13.

[84] Bkz. Dankoff, Evliya Çelebi in Bitlis, 92-105.

[85] Bkz. Abdülhân (fol.1v., 1-3). Alsancaklı’nın “Historiography and Language in 17th-century Ottoman Kurdistan”, 177, n.25’e göre, kitabın ön kenarında خان البدال الصنوعات صنایع ifadesini de okuyoruz.

[86] Bkz. A.RSK.d.1492, 32.

[87] Hâlî Hizan şehrinin birkaç mil kuzeydoğusunda (Bitlis’in güneyinde ve Müks’ün batısında) bulunan Hizan veya Eski Hizan için bk. Şemseddîn Sâmi, Kamusü’l A’lâm (İstanbul: Mihran, 1889, 98), II, 1240.

[88] Bkz. A.DVN.MHM.d.941.4, hkm.38.

[89] Abdal Han’ın Ziyaeddin’inkine benzer büyüklükteki devasa hası, aynı zamanda geniş bölgesel gücünün bir kanıtıdır. Bkz. MAD.d.3458, 50; MAD.D.3458, 77;ve DFE. RZ.d.675, 197.

[90] Bkz. A.DVN.MHM.d.941.4, hkm.43, 74-75.

[91] Padişah’ın Bitlis’in kabile ağalarına cenâb-ı emâret-meâb Abdal Han’a itaat etmelerini emrettiği ferman A. DVN.MHM.d.941.4, hkm.36’yı karşılaştırın (1625 tarihli).

[92] Bkz. C.DH.122/6095, 5, şöyledir: … Hükûmet-i Bitlis der tasarruf-ı Abdal b. ZiyaeddinHükûmet-i Hizân der tasarruf-ı Abdal elmezbûr….

[93] Bu, Sultan’ın Abdal Han’ı Van’ın önemi konusunda uyaran bir fermandan sonra oldu. Bkz. A.DVN.MHM.d.942.1, hkm.10: …Van serhaddinin hıfz u hıraseti ehemm-i mühimmât-ı din ü devletten… (1634 tarihli).

[94] Özellikle Van Kalesi’nin restorasyonu sırasında bk. A.DVN.MHM.d.942.1, hkm.102-103 (Nisan 1634 tarihli).

[95] Bkz. A.DVN.MHM.d.86, hkm.38-39, 94.

[96] Bkz. DFE. RZ.d.206, 284-285; A.DVN. MHM. d. 86, hkm.136 139; A.DVN.MHM.d.87, hkm.344.

[97] Hakkında daha fazla bilgi için bk. Robert Dankoff, The Intimate Life of an Ottoman Statesman: Melek Aḥmed Pasha (1588-1662) as Portgateed in Evliya Çelebi’s Book of Travels (Albany: State University of New York Press, 1991);Fikret Sarıcaoğlu, “Melek Aḥmed Paşa”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 29 (2004): 42-44.

[98] Bkz. A.DVN.MHM.d.87, hkm.343, 406-422.

[99] Bkz. KK.d.266, 97.

[100] Bkz. Jean-Baptiste Tavernier, Les six voyages de Jean Baptiste Tavernier (Charleston, SC: Nabu Press, 2010), 246; a.g.e., Tavernier Seyahatnamesi, ed. A. Berktay, çev. T. Tunçdoğan (İstanbul: Kitap Yayınları, 2010), 289.

[101] Bkz. Alsancaklı, “17. yüzyıl Osmanlı Kürdistan’ında Tarih Yazımı ve Dil”, 176. Çağdaş bir Ermeni tarihçisi olan ve yine 1650’lerde yazan Davit Bališets’i’nin Abdal Han’ın “son kırk üç yıldır” yağmalarından şikayet ettiğini de belirtmek gerekir. Bkz. M. Zulalyan (ed.), Arevmtyan Hayastanë XVI-XVIII DD (Erivan: Haykakan SSH GA Hratarakch’ut’yun, 1980), 213-214.

[102] 6 Bkz. ibn Nuḥ, Van Tarihi, fl.r.104.

[103] Bkz. Dankoff, Evliya Çelebi in Bitlis.

[104] İsyanından önce Abdal Han’a karşı birçok bölgesel şikayetin olması, onun kışkırtıcı karakterini gösterebilir, ayrıca bir Celalî olarak tanımlanmıştır. Bkz. A. RSK. ö. 1529, 39; A.DVN.MHM.d.90, hkm.246; A.DVN.ŞKT.d. 2, hkm.1555.

[105] 11 Ocak 1656’da Bitlis emiri olarak atandı. Bkz. A.RSK.d.1529, 166.

[106] Bkz. Tebrizli Aŗak’el, Tebrizli Vardapet Aŗak’el’in Tarihi (Patmut’iwn Aŗak’el Vardapeti Dawrizhets’woy), çev. G. A. Bournoutian (Costa Mesa, CA: Mazda Publishers, 2005-2006), ii, 531. On yedinci yüzyıl Ermeni tarihçileri David Baghishets’i ve Vardan Baghgishet’si de aynı bilgilere sahiptir, ancak hikayeyi sırasıyla 1657 ve 1654 yıllarına koymuşlardır. Bkz. V. A. Hakobyan (ed.), Manr Zhamanakagrut’yunner XIII XVIII DD., 2 cilt. (Yerevan: Haykakan SSR Gitut’yunneri Akademiai Hratarakch’ut’yun, 1951), i, 395-396; ii, 361.

[107] Bkz. Dehqan ve Genç, “Sharaf Han Why Was Killed?”, 18.

[108] Osmanlı tebaasının Safevi müritlerinin veya halifelerinin etkisi altında alternatif kimlikler oluşturdukları ve sonunda sadakatlerini Safevi şahına bağladıkları potansiyel yerler olarak Osmanlı-Safevi sınırları için bkz., Dehqan ve Genç, “Kurds as Spies: Information Gathering on the 16th-Century Ottoman-Safavid Frontier”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae 71/2 (2018): 197-230, özellikle 202 ve oradaki referanslar; Ayşe Baltacıoğlu Brammer, “Gizlice Toplanan Sapkınlar…’: Erken Modern Kaynaklara Göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Kızılbaş Ritüelleri ve Uygulamaları”, Osmanlı ve Türk Araştırmaları Derneği Dergisi 6/1 (2019): 39-60.

[109] Bkz. Alsancaklı, “17. yüzyıl Osmanlı Kürdistan’ında Tarih Yazımı ve Dil”, 173; Köhler, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Bitlis ve Halkı, 39-40; Dankoff, Evliya Çelebi, Bitlis, 11, n.2.

[110] Bkz. Alsancaklı, “17. yüzyıl Osmanlı Kürdistan’ında Tarih Yazımı ve Dil”, 173. Seyahatname’de verilen versiyon budur. Osmanlı arşivlerinde sadece Bedir Han olarak bilinir.

[111] Bkz. Alsancaklı, “17. yüzyıl Osmanlı Kürdistanı’nda Tarih Yazımı ve Dil”, 173, n.8.Ulugana, “Bitlis Mirliği Tarihinde Abdal Han Dönemi”, 53-54.

[112] Bitlis Kalesi, Şerefiye, Gökmeydan [Gog Meydan], Ihlasiye Medresesi ve diğer tarihi mekanlarda yapılan saha çalışmasına dayanmaktadır. Pektaş, Bitlis Tarihi Mezarlıkları ve Mezar Taşları‘nı da karşılaştırın.

[113] Kur’ân ve onun el-şehîd terimine farklı anlamlarda yaptığı çeşitli imalar bir yana, bk. b. Majja, Sünen ibn Majja, ed. M. Fuad ‘Abd al-Baqi (Kahire, Turâth, 1954), I, 68; Müslim b. Ḥajjaj, el-Câmi’ el-Ṣaḥiḥ (Beyrut: Dar al-Fikr, t.y.), VI, 33-34.

[114] Bkz. A.RSK.d.1529, 320.

[115] Ziyaeddin’in kethüdası Ḥaydar Ağa’dır. Abdal Han’la aynı olan hassıiçin bk. Kumiko Saito, “16. ve 17. Yüzyıllar Doğu ve Güneydoğu Anadolusu’nda Timarların Çeşitli Biçimleri: Farklı Uygulamalara Tek İsim Koymak”, Osmanlı Araştırmaları 51 (2018): 63-113, esp.95.

[116] Bkz. A.RSK.d.1526, 320.

[117] Bkz. A.RSK.d.1529, 320.

[118] İkinci valilik döneminde 1660’tan 1667’ye kadar cenâb-ı emâret meâb olarak anılır. Bkz. DFE. RZ.d.737, 260-261; A. DVN.ŞKT.d.5, hkm.406-408.

[119] Bkz. A.RSK.d.1529, 67.

[120] Bkz. A.RSK.d.1529, 166. Bu da bize Evliya Çelebi’nin bahsettiği Abdâl’in Celalî eğilimlerini hatırlatıyor.

[121] Bkz. A. DVN. ŞKT. d. 5, hkm.406-408 (Ekim 1666 tarihli).

[122] Bkz. ibn Nuḥ (fols.106r.-107v.); 1660-1664 Tarihli Ordu Mühimmesi, Sächsi Tsche Landesbibliothek‒Staats– und Universitätsbibliothek Dresden (SLUB) Eb. 387, fol.152r.

[123] Bkz. A.DVN.ŞKT.d.7, hkm.222.

[124] Kolofon, yazmaların veya ilk basmaların sonunda yer alan ve yazarın, kitap adının, kitap yazarının veya basım yeri gibi bilgilerin verildiği bölümdür. Bu terim, kitaplık alanında kullanılır ve teknik bir terimdir. Özetle, bir eserin sonundaki bu bölüm, kitapla ilgili önemli bilgileri içerir.

[125] Abdal’ın torunu ve Seref Han’ın oğlu olan Muḥammad Said Han dışında hepsi Abdal’ın oğullarıydı: Badir Han, Şeref Han, İzeddin, Nurüldehr/Seyfeddin, Şemseddin, Ismaiil, Ḥasan, Ḥuseyin, Arslan, Emin ve Nuḥ dahil olmak üzere Abdal’in oğullarının tam listesi için bk. C. ML. 307/12539. Arslan sadece Şerefiye Külliyesi’nin bir mezar taşında geçmektedir: Arslan Bey b. emîrü’l-ümerâi’l-‘izâm Abdal Han (ö. Haziran 1708).

[126] Bkz. DFE. RZ’yi seçin. d. 619, 346; ayrıca Saito (2018, 109), ze’ametinin “Bitlis Bedir veled-i Abdâl Bey (1) Bitlis (Muş) 50.000 1632; Bitlis Bedir (2), Bitlis (Muş), 49.300, 1646; Bitlis Bedir (3), Bitlis (Muş) 49.400 1649″.

[127] Bkz. 1660-1664 Tarihli Ordu Mühimmesi, Sächsi Tsche Landesbibliothek‒Staats– und Universitätsbibliothek Dresden (SLUB) Eb. 387, fol.152r.; MAD.d.9848, 97.

[128] Bkz. 1660-1664 Tarihli Ordu Mühimmesi, fol. 152r.; MAD. d. 9848, 97.

[129] 2 Bkz. DFE.RZ.d. 631, 668.

[130] Bkz. A.DVN.ŞKT.d.5, hkm.406-408; MAD.d.9848, 97; İE.TCT.1/85.

[131] Kemal adında Yahudi bir tüccar ve Ohan, Andreya, İskender, Dunabed adında Ermeni tüccarlar. Bkz. A. DVN.ŞKT.d.8, hkm.115;MAD.9855, 72; A.DVN.ŞKT.d.8, hkm.271; A.DVN.ŞKT.d.7, hkm.222, 342; A.DVN.MHM.d.104, hkm.111-113, 118-119.

[132] İhlasiye Medresesi’ndeki mezar taşında “Bedreddin Han b. Abdal Han b. Ziyaeddin Han b. Şeref Han, vefatı evâil-i Zilkadde 1084/Şubat 1674 başı” yazılıdır.

[133] Bkz. A.DVN.76/30. Aynı yıl tanımlanan has için bkz. RZ.d.852, 220.

[134] Detaylar A.DVN.117/38’de; A.DVN.145/1, 11, 43-44; A.DVN. 157/7.

[135] Bkz. A.DVN.193/42, dated Evâil-i R. 1100, where his name is mentioned as müteveffa Şeref Han.

[136] Bkz. A.DVN.MHM. d.98, hkm.784; A.DVN.193/42.

[137] Bkz. A.DVN.254/95; A.DVN.MHM.d.100, hkm.540-541.

[138] Bkz. A.DVN.252/76; A.DVN.NHM (Nâme-i Hümâyûn Defteri), d.5, 5-6; A.DVN.MHM.d.98, hkm.308; A.DVN.ŞKT.d.12, hkm.933.

[139] 2 Bkz. A.DVN.MHM.d.102, hkm.199, 807.

[140] Bkz. A.DVN.MHM. d.110, hkm.1362, 1439, 1519; A.DVN.MHM.d. 111, hkm.697.

[141] Bkz. C.DH. 29/1430; A.DVN. MHM. d.112, hkm.210; A.DVN.MHM.d. 112, hkm.36; A.DVN.MHM.d.114-1, hkm.1455.