İtalyan bir tüccarın 16. yüzyılda kaleme aldığı anlatımından, kendisinin 1507 yılında Şah İsmail’in ordusu ile birlikte Erzincan’a geldiğini öğreniyoruz. Kırk gün boyunca o mıntıkada kalan İtalyan tüccar daha sonra Çemişgezek’e geçiyor ve ardından Fırat nehri üzeri bir yolculuk ile Halep tarafına devam ediyor. Yaklaşık sekiz yıl boyunca şehir şehir gezen tüccar, Cizre ve Hasankeyf’deki Kürd hükümdarlar ve şehirlerin ahalilerine de değindikten sonra, Kara Amid olarak adlandırdığı Diyarbekir’den de çok detaylı izlenimler aktarıyor. Meyafarqin (Silvan) üzeri Bitlis, Tatvan, Van yapan seyyah, daha sonra Tebriz’e geçiyor.

Bitlis’ten geçişinin tam tarihini vermemiş olsa da değindiği kişiler ve hadiselerden yola çıkarak 1509-10 yılları arası bu tüccar seyyahın ziyareti gerçekleştirdiğini tahmin ediyorum. İtalyan tüccarın anlatımları bir kaç defa değişik dillerde yayımlanmış olsa da, 1873 tarihli İngilizce çevirisi baz alınmıştır. Bu çeviri tüccarın Bitlis – Van güzergahı anlatımını kapsamaktadır.

Derleyen ve çeviren: Baran Zeydanlıoğlu

1510’ların Bitlis’ini, Van Gölü çevresini ve Van’ı anlatan İtalyan tüccar

BEŞİNCİ BÖLÜM – Kefender Kalesi, Bitlis şehri, Kürd aşiretleri ve Şah İsmail’e az saygı duyan bu şehrin hükümdarı Kürd Şaraf Beg

Diyarbekir şehri ve durumu hakkında artık yeterince bahsettikten sonra, başlamış olduğum yolculuğuma devam etme zamanı tekrar geldi diye düşünüyorum. Buradaki iki aylık konaklamam ve beş günlük bir yolculuktan sonra, bir Kürd Beyi’nin ikamet ettiği Kefender adlı bir kaleye vardım. Buranın Kürd Beyi Bitlis hükümdarına bağlı bir konumda görevini yerine getirmekte. Bir dağın zirvesine yapılmış küçük bir kale burası. Zaten bu ülkenin heryeri dağlık ve çorak, ki Hasankeyf’den Bitlis’e kadar olan bölge de çok dağlık tepelik ve tehlikeli dar geçitlerle kaplı.

Okuyucularıma her ne kadar seyahatlerim hakkında bilgi verirken, anlatımlarımda güzergahlarımdan sapmayacağıma dair söz vermiş olsam da, bu seferlik sırf bir istisna yaparak Siirt adlı bir yerleşim yerinin adını da de zikr edeceğim. Zira bu mıntıkada inanılmaz miktarda kabuklu yemişler ve cevizler yetişmekte ve tabaklama için kullanılan mazı da aynı şekilde elde edilmekte. Bu civarda Hasankeyf krallığına bağlı olan üç adet güzel de kale mevcut. Bunlar Aixu (Hezo), Sason, Herzan (Garzan), ki Şah İsmail’in kölelerinden ismi Gambar Beg olan uzun iri yapılı, güçlü, kara bir Saracen (Müslüman) tarafından yönetilmekte. Şah İsmail bu kişiyi Sultan yaparak Ustaclu’nun*buyruğu altına koymuş.

* Çevirmenin notu: Ustaclu Muhammed Han, Safevilerin (İran) o dönem Diyarbekir valisidir. Ölümü 1514.

Daha önce Diyarbekir bölgesi dahilinde altı büyük ve önemli şehrin olduğuna ve beş tane de kalenin bulunduğuna değinmiştim. Ancak onların isimlerine değinmediğimi hatırladığımdan, şimdi onların isimlerini de açıklayayım. Bahsini ettiğim şehirler; Urfa, Kara Amid (Diyarbekir), Mardin, Cizre, Hasankeyf ve Siirt. Kaleler ise Jemeleyn, Dedu, Garzan, Aixu ve Sason. Bu kalelerin her birinin kendi sorumlusu olup bunlar da Ustaclu Mahmud Bey’e tabidirler. Ancak  yukarıda bahsettiğim Kefender kalesine dönecek olursak, bu kalenin yakınlarında derin bir vadi içerisinden akan bir çay (Bitlis) bulunmakta ve ayrıca büyük bir han da yapılmış ki, çetin ve zorlu kış mevsimlerine sahip bu ülkenin karda kışda seyahat eden yolcuları orada konaklayabilsinler diye. Şahsım dahi yağan ve tüm bölgeyi ve yolları kapatan kardan dolayı, Bitlis’e geçemeyerek bu handa bir ay beklemek zorunda kaldım. Bu handa konaklayanlara ise çevre köylerde yaşayan bazı Kürd köylüler ekmek, erzak, arpa ve yolcuların hayvanları için yem veriyorlar. Bu diyar eşkiya ve soyguncuların olmadığı bir yer, öyle ki o handa konakladığım süre içerisinde ne kimse bir zorluk çıkardı ne de bir sıkıntı yaşadım. Bizim kervancıbaşının uşağı ile de anlaşmıştım ki,  onun Kervancıbaşının Hasankeyf’te indirdiği malların değeri olan on bin dukat ile, benim de üstümde taşıdığım üç bin dukata her hangi bir şey olmadı. Ayın ilk günleri olur olmaz hemen Bitlis’e geçip orada yaklaşık on beş gün boyunca tahsildarı bekledim, ki işverenlerim tarafımdan bu kişi ile birlikte Tebriz’deki alacaklarımızı (para) toplamak için görevlendirilmiştik.

Bitlis şehri ne büyük ne de çevresi surlarla çevrili olan bir yer. Ancak çok muhteşem bir kaleye sahip. Bu oldukça sağlam ve devasa olan kale bir tepenin zirvesinde konumlandırılmış. Rivayete göre Büyük İskender yaptırmışmış diye anlatıyorlar. Kalenin çevresi yüksek surlar çok sayıda kuleler ve büyük burçlar ile çevrili. Bu kale şehir ile birlikte Şaraf Beg*adındaki bir Kürd hükümdarın idaresinde bulunmakta, ki Sultan Şah İsmail’e kafa tutan ve biad etmeyen birisi olarak, İran’da bu dillere destan kalenin de efendisi olmakla ünlüdür Şaraf Beg.

*Çevirmenin notu: IV. Şeref olarak da bilinen bu Kürd hükümdar, Şerefxanlar soyundan olup Şerefname’nin yazarıŞerefxane Bedlisi’nin de dedesi Emir Şeref Xan’dır. Şaraf Beg daha sonra 1511 yılında Şah tarafından kandırılıp İran’da zindana atılmışsa da sonrasında aşireti olan Bitlisli Kürd Rojkiler tarafından kurtarılmıştır.

Fars ülkesindeki Müslümanlar’a nazaran, bütün Kürdler esaslı ve sahi Müslümanlar. Zira Farslar Safevi inancını benimsemişken, Kürdler o meshebe geçmemişler. Her ne kadar bazı Kürdler kırmızı kaftan giyiyor olsalar da, bu onların o inanca tabi oldukları anlamına gelmemekte, çünkü Safevilere karşı kalplerinde ölümüne bir nefret taşırlar.

Bitlis şehri öyle bir şekilde yüksek dağlarla çevrili bir vadinin içinde kurulu ki, sanki gizlenmiş yapısını anlayabilmek için iyice bu şehrin yanına yaklaşmak gerek. Ayrıca bir kar haznesi durumunda olan bu yere yağan karların yerde kalma süresi o kadar uzun ve o kadar çok yağıyor ki, sadece 3-4 ay karsız bir yıl geçirebiliyor ve mısır tohumu ekimini de ancak Nisan ayının 15’i 20’si gibi gerçekleştirebiliyorlar. Bu şehirde satın alacak pek bir şey bulamadıkları için, şehrin tüccarları bu şehiri bırakıp ticaret yapmaya Halep, Tebriz ve Bursa’ya gidiyorlar. Zira bu şehrin ahalisinin tümü inatçı ve zor bir millet olan Kürdler’den ibaret. Yalnız şehirde büyük oranda Ermeni Hristiyanlar da yaşamakta ve bunlar ise buranın Müslümanlarından da beterler, ki sadece burada değil tüm İran coğrafyasında dahi nerede bir tanesine denk gelseniz aynılar.

Bitlis, 1914

Şehrin ortasından bir çay akmakta ve şehirde su konusunda bolluk mevcut. Pek güçlü olmasa da bir su kaynağı da kalenin içinde var. Buradan kalenin ahalisinin yeterli su ihtiyaçları karşılanmakta. Şehrin ahalisi kış boyu topladıkları karları mahsenlerde ve buzhanelerde muhafaza ediyor ve yazın da ihtiyaçlarına göre bunu kullanıyorlar.

Şehrin hükümdarı olan Kürd Şaraf Beg, Sultan Şah İsmail’i kaale almamakta ve saygı da duymamaktadır. Öyle ki ben Tebriz’de iken hatırlıyorum Şah İsmail Bitlis’in bu hükümdarına sarayına teşrif etmesi için defalarca davet göndermiş ancak Şaraf Beg Şah’a zerre güvenmediği için kabul etmemişti. Bir defasında da Şah İsmail komutanlarından Suphi Zimmamit Beg’i 6 000 süvarisi ile birlikte Bitlis’in Kürd hükümdarı olan Şeref Beg’e göndermişti, ancak bunun haberini alan Şeref beg süvariler daha Bitlis’e iki günlük mesafede iken bir elçisini göndermiş ve Suphi ve askerlerinin hemen Tebriz’e geri dönmelerini emir etmişti. Ülkesi İran’a dönen komutan, Şah İsmail’e ulaştığında Şah’ın büyük bir tedirginlik içinde olduğunu görmüştü. Çünkü Casilbaş (Yeşilbaş) adı ile bilinen Özbek hükümdar Şeybani Han, Şah’ın ülkesini işgal etmiş ve Jesel (Yezd) bölgesini yağmalamaya başlamıştı. Bunun üzerine intikam almak için harekete geçmeye karar veren Şah, tüm süvari ve piyadelerini toplayarak bu Özbek hükümdarın üzerine yürür. Bu hükümdar ayrıca Tatar hükümdar Timurlenk’in soyundandı, ki onların hüküm sürdükleri toprakların sınırları da ta Semerkanta’a kadardı. Ondan sonra ne olduğunu başka uygun bir zamanda tüm detayları ile anlatırım. Ancak şimdi tekrar ana anlatımın başına döneceğim.

ALTINCI BÖLÜM – Deniz veya Tuz Gölü ve o gölün çevresindeki kaleler, bir ada üzerinde kurulu ve sırf Ermeni Hristiyanlardan oluşan Arminig şehri, hükümdarının adı Zidi Beg olan ve Şah İsmail’e kafa tutan Vastan (Gevaş) kalesi ve Van, ki bu hükümdarın üzerine Bairdun Beg’in gönderilmesi ve Kürd Zidi Beg’in üç ay direndikten sonra kalenin teslimi ve  Zidi beg’in gece kaçması

Bitlis’ten ayrıldıktan iki gün sonra denizin içine doğru uzanan bir tepenin üzerinde küçük bir kale olan Tatvan’a vardım. Bu ülkede deniz veya göl dedikleri bir yer burası ve suyu Adriyatik denizi kadar tuzlu olmasa da tuzlu. 300 mil uzunluğunda ve 150 mil genişliğinde, çevresinde bolca koy ve bakir bölgelerin bulunduğu ve köylerinin çoğunun Ermenilerden oluştuğu bir yer. Bu denizin çevresinde içlerinde Kürdler ve Ermenilerin yaşadığı ve şahsımında içlerinde ticaret yaptığı, yedi adet muazzam kaleler mevcut. Tebriz’e yapmış olduğum yolculuklar sırasında bu denizin bir tarafından gidip diğer tarafından dönüşümü gerçekleştirmişimdir, zira bu deniz güzergahımın tam ortasında bulunmaktaydı. Bu kalelerin dördü doğu tarafında bulunmakta ki adları da Tatvan, Vastan, Van ve Belgari (Muradiye). Batı tarafında ise Argis (Erciş), Abalgiris (Adilcevaz) ve Calata (Ahlat). Bu bahsini ettiğim Calata sahip olduğu yapılardan da anlaşılacağı üzere eskiden çok büyük bir şehir iken, şimdi sadece küçük bir kalesi kalmış. Tatvan ve Vastan arasında anakaradan iki mil uzaklıkta Akhtamar adında mağrur bir ada bulunmakta. Anakara da ise adanın büyüklüğünde yaklaşık iki mil çapında küşük bir şehir bulunmakta. Hiç bir Müslümanın bulunmadığı ve sadece Ermenilerin yaşadığı bu kalabalık bir nüfusa sahip olan şehrin ismi ise Arminig. Hristiyan Ermenilere hizmet veren epeyi kilise de bulunmakta burada. En büyük kilisenin ismi ise bir kule şeklinde olan çan kulesiyle St. John. Bu kule o kadar yüksek ki bütün şehri oradan görebilirsiniz. Ayrıca çanlardan bir tanesi o kadar devasa ki her çaldığında bütün anakarada yankılanmakta. Şehrin veya adanın karşısında ise çok büyük bir körfez yer almakta. Bu körfez boyunca var olan köylerde Hristiyan Ermeniler ikamet etmekte olup, çok verimli topraklara ve onlarca çeşit meyve ağaşlarının olduğu güzel mi güzel bahçelere sahipler. Bu bölge inanılmaz ferah ve içaçıcı bir havaya sahip. Çevredeki dağlar da o kadar yüksekler ki zirveleri sanki gökyüzüne çarpıyorlar. Sadece bu körfez bçevresindeki dağlar değil, bu denizin çevresindeki tüm yüksek dağların tepeleri karla örtülü.

Bu şehirden iki günlük yolculuk sonunda Vastan kalesine varıyorsunuz. Kale Şah İsmail tarafından yıktırıldığından, sadece şehri ve bir burcu ayakta kalmış. Burası denizin en geniş körfez vadilerinden birisinde yer alırken, hepsinin içinde sadece Kürdlerden oluşan çok sayıda köy de bulunmakta. Bu bölgede hiç bir başka yerde olmayan çok derin bir bereket ve bolluk hakim. Yetiştirilen ve çok büyük miktarlarda elde edilen beyaz bal, üretilen peynirler ve bir çeşit reçine ile birlikte satılmaları için kervanlarla Tebriz’e gönderiliyor.

Eski Van Şehri ve Kalesi, 1890’lar

Bir günlük seyahattan sonra ise Van kalesine ulaşıyorsunuz. Bu kale bir devasa kayanın üzerinde inşa edilmiş ve her tarafından temiz su kaynakları fışkırmakta. Bir milden fazla bir çap büyüklüğünde olan bu kale dar ve uzun bir yapıya sahip. Kalede ikamet edenler, kaleden çıkan ve bir çeşme şeklinde olan sudan ihtiyaşlarını gidermekteler. Bu kale ve yerleşkesi Zidi Beg adında bir Kürd hükümdar tarafından yönetilmektedir. Bu güçlü asil ve namlı Kürd hükümdar aynı zamanda hem bu güzel kaleye hem de civar dağlardaki diğer kalelere hükm ettiği için çok gururludur. Bu Zidi Beg kendi adına altın, gümüş ve bakırdan olmak üzere para da bastırmakta. Kalenin altında ise büyük bir şehir var. Bu şehrin nüfusunun büyük çoğunluğu Ermenilerden oluşmakta. Ancak kale içinde yaşayanların hepsi Kürdler. Burası denizden bir kaç mil uzaklıkda yer almakta. Bolca yiyecek içecek ve erzağa sahip bir yer burası. Buranın hükümdarı olan Zidi Beg bir çok erkek çocuğa sahip ve oğullarıyla birlikte bölgedeki bir çok kaleyi yönetmekteler. Daha da önce de dediğim gibi bu hükümdar sahip olduğu güç ve konum itibariyle hem gururlu hem de bir o kadar da kibirliydi. Öyle ki Şah İsmail’e kafa tutan biriydi.

Şah İsmail bir keresinde komutanlarından Bayram Beg’i on bin seçilmiş askeriyle Zidi Beg’in üzerine göndermiş. Olanları Tebriz’de bulunduğum zaman orada görev almış ve dönmüş askerlerden dinledim. Özellikle birinci ağızdan ki bu kişi hem o saldırıda topcubaşılığı yapmış hem de benim yakın dostum olan Trabzonlu Camusa Beg’di. Duyduğum kadarıyla Bayram Beg kalenin dibine askerleri ile varıca, ihanet dolu olan Zidi Beg, adamlarından birisini Bayram Beg’e göndererek kendisinin güvenliği sağlandığı takdirde aşağı gelip onun elini öpmek istediğini bildirmiş. İsteği kabul olan Zidi Beg silahsız olarak kendisine yakın bir kaç adamı ile Bayram Beg’in huzuruna çıkmış ve Farsların veya Safavilerin geleneklerine göra onu ve ordusunu selamlamış. Ardından komutan hazretlerinin o kadar büyük bir ordu ile onun şehrine gelmelerine gerek olmadığı, üstelik daha öncesinden bir takım uygunsuzluklar olmuş olabileceği ancak kendisinin büyük Sultan Şah İsmail’e gelecekte bağlılığını göstermek ve onun bir temsilcisi olmak istediğini söylemiş. Tabi bunları dile getirirken de Şah’a ve onun adına olan saygı hürmet ve verdiği değeri yansıtmak için de boynunu bükerek vücut dilini de çok iyi sergilemiş. Bunları dedikten sonra da Bayram Beg’in döndüğünde tüm bunları şahsının özürlerini sunarak Şah’a iletmesini istediğini ve Şah için savaşıp onu yücelteceğini de bilmesini istediğini de eklemiş. Bayram Beg de tüm bunları Şah’a ulaştıracağı konusunda söz vermiş. Bu sözün ardından şehrin düzlüğünde krallara layık büyük bir de ziyafet hazırlanıp birlikte zaman geçirildikten sonra, Zidi Beg orduları ile birlikte ta buralara kadar gelmek zorunda olan Bayram Beg’den özür dilemeye başlamış, aksilikler ve istenmedik durumlardan dolayı afedilmesini umarak kalkmak için bahane uydurarak izin istemiş. Komutanın ayaklarına kapanarak: ‘Efendım, benimle birlikte kimi isterseniz kaleye gönderebilirsiniz, ki ben kendisine kaleyi teslim edeceğim. Sizden ricam bana iki gün mühlet vermeniz ve bu süre sonrasında sizinle birlikyte yüca Sultan Şah İsmail’in huzuruna geleceğim’.

Zidi Beg’in bu çıkışını makul bulup kabul eden Bayram Beg, kendisine bağlı asilzade adamlarından Mansur Beg’i  Şah İsmail’in bir sonraki emrine kadar kale sorumlusu olarak görevlendirerek Zidi Beg ile kaleye gitmesini emir etmiş. Ayrıca Zidi beg’e de onun kale ve güzide bölgede yetkili olarak kalması için Şah İsmail’i de ikna etmek üzere kendi yetkisini de kullanacağını eklemiş.

Bu anlaşma üzerine, Mansur Beg ve yaklaşık yüz adamı Zidi Beg ve adamları ile kaleyi Şah İsmail adına teslim almak için yukarı çıkmışlar. Kalenin ana girişine geldikleri vakit önce Zidi Beg içeri girmiş ve ardından Mansur Beg ve adamları içeri girer girmez kalenin kapıları kapatılmış. Ne olduğunu anlamalarına fırsatları dahi olmayan Mansur Beg ve adamlarını, Zidi Beg’in önceden hazırlıklı 1500 kişilik silahlı askerleri paramparça etmişler. Akabinde ise beraberindeki bu silahlı askerleri ile birlikte Zidi beg ovaya inerek, Bayram Beg’in yanına gelmiş. Zidi beg’in kendisinden şeref ve itimat sözü almış olduğundan silahsız ve bir şeyden habersizce Zidi beg’i kabul etmiş Bayram Beg. Birden bire saldırıya geçen Zidi beg’in askerleri Bayram Beg’in ordusunu hazırlıksız yakalamışlar. Bu çetin çarpışma sırasında çok kişi hayatını kaybederken Zidi Beg de cesurca savaşmış. Karşı taraftan yüzlerce askeri öldüren Zidi Beg ve adamları da üç yüzün üzerinde kayıp vermişler. Bayram Beg’in de üç ayrı yerden yaralandığı bu saldırı sonrası Zidi Beg ve adamları tekrardan kaleye çekilmişler. Kale kapılarını kapatıp kendilerini her hangi bir olası saldırıya karşı, en yüksek seviyede korumaya almışlar.

Zidi Beg ve adamlarının bu başarılı taarruzları sonucu, Bayram Beg ordusunun sahip olduğu iki adet orta boy top ile kaleyi dövmeye başlamış. Ancak kalenin o devasa ve kalın duvarlarına bu topların hiç bir etkisi olmamış. Üç aylık bir kuşatma sonrası nihayetinde Bayram Beg’in topçuları kalenin su ihtiyacını karşılayan kaynağının merkezini tespit etmiş. Her iki topu da o su kaynağına doğrultarak topa tutmuşlar. Kaynağın ve su sisteminin tahrib olması sonucu taşan ve yükselen su kaleden aşağı doğru akmaya başlamış. Şimdiye kadar kendini koruyabilmiş ve güvende hissetmiş olan Zidi beg, hiç kimseye bir şey demeden, yanına eşi, iki kızı, hazinesi ve sarayının halkından elli de kişiyi alarak, gizlice kalenin burçlarından aşağıya bir gece yarısı inerek dağlardaki kendine bağlı kalelere doğru kaybolmuş.

Ertesi gün artık Zidi Beg’in kaçtığı havadisi yayılmıştır ve bunun üzerine de kaledeki ahali Bayram Beg’e kendilerinin canlarına ve mallarına bir şey olmayacak garantisi verdiği taktirde, teslim olacakları haberini göndermişler.  Üç ay süren kuşatmadan ve bütün olanlardan artık usanmış olan Bayram Beg de, hükümdarı adına söz vererek kaledekilerin taleplerini kabul etmiş. Kaledekiler kalenin kapılarını Bayram Beg ve adamlarına açtıktan sonra, Zidi Beg’in sarayından elli adamı ile birlikte kaleyi gece terk ettiğini söylemişler. Bayram Beg’in verilen bu bilgi üzerine, Zidi Beg’i ele geçirememiş olmasından dolayı duyduğu öfke ve kederi herkes hissetmiş.

Kaleye yeterli sayıda kendi askerlerini bırakan Bayram Beg, bir de kale sorumlusu atayarak Tebriz’e geri dönmüş. Kendisine ulaşan bu kutlu haberlerden dolayı Şah İsmail büyük kutlama ve ziyafetler ile karşılamış Bayram Beg’i. Daha sonra da kendisine bağlı bir çok lideri de yanına alarak Tebriz’den uzun süre yerleşik kalacağı Coi (Khoi,Xoy) şehrine geçmiş Bayram Beg.

Derleyen ve çeviren: Baran Zeydanlıoğlu

Kaynak

The Travels of a merchant in Persia. C. Grey, 1873

Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.