Kürtlerde Atasözleri adlı bu çalışma 1918-1919 tarihinde çıkan “Jîn” (“Hayat”) adlı Kürt Dergisinin 3, 4, 5, 7 ve 8’inci sayılarında Law Reşid tarafından yapılmıştır. Genellikle Bitlis bölgesinden toplanmış olan bu atasözler üzerine Law Reşid yorum da yapmıştır. Yazar, yorumunun sonunda, derlemiş olduğu atasözlerini sosyal, hamasî, edebî, tarihsel gibi konulara göre sınıflandırmştır. Burada çalışmanın 1. Bölümünü veriyoruz.       BİTLİSNAME

KÜRDLERDE ATASÖZLERİ

             Law Reşîd

13 Kasım 334(1918); Haydarpaşa

Atasözlerinin gerek dokularındaki seçkin ifade biçimi ve mükemmellik bakımından ait oldukları dilin olgunluk derecesini göstermeleri, gerekse gösterdikleri anlamlar yönünden onları söyleyen toplumların durumlarını dile getirmeleri bakımından, önemlerini izah etmeye gerek yoktur. Özellikle bu atasözleri, hakkıyle tanınmamış Kürdler gibi bir millete ait olurlarsa.

Bununla birlikte, atasözlerinin genel olarak mükemmel ve anlamlı olması şart değildir. Basit ve önemsiz olmakla birlikte sosyal bir topluluğun ufak bir meramını, duygusal bir eğilimini ifade ederse yine bir niteliğe sahip demektir.

Bu görüş açısından, aşağıda sayılan yüz bu kadar atasözü, iddia edilmez ki hiç görülmemiş ve duyulmamış sözlerdir. Böyle olmakla birlikte, toplanıp bir araya getirilmesinden maksat, bilim adamlarına ufak bir hizmette bulunmak ve toplumsal etmenlerden sayılan bu gibi sözlerin milletin hafızasından silinmemesine gayret etmektir.

Şurası da kayde ve dikkate değer ki Kürdçe atasözleri, çoğunlukla kafiyeli olmalarının yanı sıra, söz sırasında çokça kullanılagelmektedirler.

İncelemede kolaylığı sağlamak için atasözlerini sosyal, kahramanlık, edebî, yargısal, olaylarla ilgili, aile işlerine ilişkin,tarımsal konularüzerine, hava durumu ile ilgili, tarihsel konulara ilişkin, efsaneler üzerine, güldürü, kompozisyon diye sınıflandırdık. İşte bu sınıflandırmaya göre atasözlerini sıralamaya başlıyoruz:

İÇTİMAÎ

“Ne malê pirr, ne gerdena istûr”.

Gerek servet-ü sâmân, gerek sıhhat-ı can bu âlemde akıbet mahkûm-ı fenadır.

“Ewê ku dest kirîye, dê û bab nekirîye”.

Bizzat elin yaptığını ana ve baba yapmamıştır.

“Mirovê sebrê, melîkê Misrê”.

Sabreden, Mısır’a sultan olur.

“Çawan saq e, gore liyaq e”.

Tozluğuna göre çorap uymuştur.

“Dilê şivan hebî, ji nêrî golemast çêdike”.

Çobanın meramı olursa tekeden golemast, süt ile yoğurdun mahlutu çıkarır.

“Şam şekir e, wetan şîrîntir e”.

Şam şeker gibi ise de vatan daha tatlıdır.

“Rê dibî bost, neyar nabî dost”.

Yol kısalır, düşman dost olmaz.

“Lema dinya ava ye, her kes bi aqilê xwe şa ye”.

Alemin nizam ve mâmuriyeti, herkesin kendi aklını beğendiğindendir.

“Aqil taca zêrîn e, li serê her kesî nîne”.

Akıl bir altın tacıdır ki herkesin başında değildir.

‘Nan bide nanpêjan, bila nanek zêde bî”.

Ekmeği ekmek pişiriciye ver, bir ekmek de fazla ver.

“İnkar kela meran e”.

İnkâr yiğidin kalesidir.

“Jin kele ye, mêr fele ye”.

Kadın müstahkem bir kale, erkek muhacim gibidir.

HAMASİ

‘Berxê nêr ji kêrê ra ye”.

Erkek kuzu bıçak içindir.(§)

“Av ku da ser serî, çi bostek kêm, çi zêde”. _

Su, başı aştıktan sonra bir karış artık, bir karış eksik olması haiz-i ehemmiyet değildir.

“Mêrê çê simbêl li dev da”.

Kahraman erkeğin bıyıkları ağzındadır.

“Ewil dibêjin şêrejin, paşê dibêjin şêremêr”.

Evvelâ dişi arslan, sonra erkek arslandan bahsedilir.

“Derba mêran yek e”.

Yiğidin hamlesi birdir.

“Rê bî bila dûr bî, bûr bî bila kûr bî”.

Yol olsun, varsın uzak olsun, geçid olsun, varsın derin olsun

‘Bêhna Şahbaz kete kepû”.

Şahbaz’ın kokusu geldi.(1)

Ker ku dê tesewir ke sira ku di dûrbînê da!”

Eşek dürbünden ne anlar!

Bu, ünlü “Mem û Zîn’in yaratıcısı Ehmedê Xanî hazretlerinin bir dizesidir. İstanbul’da bir gün bir ileri gelenler meclisinde hazır bulunanlardan bir kişinin Kürdçede edebî parçalar bulunmasına şaşması üzerine, bu dize, büyük Kürt bilginlerinden Bitlisli rahmetli Şeyh Emin Efendi hazretleri tarafından bir atasözü biçiminde söylenmiştir.

“Kuro, bibêhne?”

“Devîya ku parr min jê kir bibêhn bû”.

Oğlum, kokulu mudur?

—Geçen sene aynı gülistandan kopardığım kokuluydu.

Bir rivayete göre bu atasözü, rahmetli Bedirhan Paşa ile, kendisine bir destegül sunan Botanlı bir köylü arasında söylenmiş ve gülün bakirliğini belirtmek amacıyle söylenmiştir.

*

HÜKÜM

“Kevir li cihê xwe giran e”.

Taş yerinde ağırdır.

“Kesadî dike fesadî”.

Mahrumiyet menba-i fesaddır.

“Heqê bizina kol namîne li ser bizina istrûdar”.

Boynuzsuz keçinin hakkı boynuzlu keçiye kalmaz.

“Qedrê zêr, zêrker dizane”.

Altunun kadir ve kıymetini kuyumcu bilir.

“Herteyr bi refa xwe ra”.

Her kuş kafilesiyledir.

“Xiyalê birçî her nan e”.

Acın hülyası daima ekmektir

“Nefs-babet e, cil nöbet e”.

Nefis herkeste müsavidir, elbise mevkiye göredir.

“Bi xwekirin derman tune”.

İnsanın kendi yaptığına çare yoktur.

“Navê gur bi’gazî derketîye”.

Kurdun adı yaman çıkmıştır.

“Piranî biriye mêranî”.

Çokluk kahramanlığı yenmiştir

“Teyrê ku goşt dixwe nikula wî gêr e”.

Et yiyen kuşun gagası eğridir.

Gerçekte bu atasözü, görünüşte, doğa tarihince bilinen bir gerçeği dile getiriyorsa da, dolaylı olarak, “et yiyebilmek için gaganın eğri olması gerektiğini kastediyor.

“Fira mirîşkê heta ser sergoyê”.

Tavuğun pervazı çöplüğe kadardır.

“Serbirrîn nayê kirîn”.

Kesilen baş satın alınmaz.

“Serê bêecel naçe gorrê”.

Ecelsiz baş kabre girmez.

“Heta mirine çav li kirine”.

İnsanın gözü, ölünceye kadar endişe-i hayatla meşguldür.(136)

“Gerîyaye, dirîyaye”.

Gezen açılır.

“Lewra şikestîye ku xwar bicebire”

Kırıldığı için eğri kapanacaktır.

“Kund û bazî birayê hev in”.

Baykuş ve doğan birbirinin eşidir.

“Kew li ber kewê dixwîne”.

Keklik kekliğin karşısında öter.

Bu atasözü, yaralayıcı etkiler sonucunda kırılıp da sonradan kırık olarak yapışıp kaynaşan kemikler hakkında söylenmişse de, aynı sonuçları doğuracak olaylar için kullanılır.

*

“Tevdan ji helîsê ra baş e”.

Karıştırmak yalnız keşkek içindir.(1)

“Xeynê serşikestinê tev ji hev digire”.

Baş kırığından başka bütün hastalıklar bulaşıcıdır.

Tıbbî bir nitelik taşıyan bu atasözünün tıbbın bugünkü gelişmişliğiyle ne ölçüde bağdaştığı kestirilemezse de, bakteriyolojinin son verimli keşifleri üzerine, her hastalık durumu için hastalığı doğuran bir neden arayan ve bu nedenle de hastalıkların bulaşmasını genel bir niteliğe bağlayıp dayandıran bilim adamlarının öne sürdükleri tez, bu atasözünün değerini artırmaktadır.

Bu vesile ile, Kürdler arasında eski yöntemlerle hekimlik eden ve halk arasında olağanüstü ün kazananlardan olup bugün hayatta olmayan ve bir rivayete göre cüzam hastalığını ısıtma ve masajla tedavi eden Botan’ın Sînano köyünden Melek ve Hevêdan(2) aşiretine bağlı, cerrahlığıyla tanınmış olan Xişman adlı diplomasız hekimleri anımsatmayı uygun bulduk.

“Av diçe avayîyê”.

Suyun gittiği yer bayındırdır.

Bu atasözü, iyi bir yemekten sonra istekle içilen su için söylenir. Aynı zamanda, suyun yaşamda ve evrende belirgin olan büyük rolünü de belirtmektedir.

*

Biçizî neçizî, qincilîz î.

Ne kadar bağırsan çağırsan da qincilîzsin

Qincilîz, tadı güzel köklü bir ottur. Birgün, uzun süre bu otu arayıp da bulamayan bir köylü, sonunda, bir deliğe sinmiş olan bir fareyi ot sanarak kuyruğundan tutar. Fare, kendine özgü sesiyle bağırırsa da, köylü aldırış etmez ve atasözü haline gelen bu sözü söyler.

“Eva aş, eva çirika aş!”

İşte değirmen, işte değirmenin oluğu!

Bu atasözü, Şirvan(3)lı iki kişi arasında geçmiş olan bir öyküden doğmuştur. Şöyle ki: Buğdayını değirmende öğütüp dönen birisine rastlayan bir köylüsü şöyle çıkışır:

—Ben değirmende olsaydım senden önce buğdayımı öğütürdüm.

Bunun üzerine öbürü de kendini savunarak bunu yapamayacağını söyler ve “Halep orada ise arşın burada” gibisinden, karşısındakini deneme yapmaya çağırır ve elindeki değneği göstererek, “işte değirmen, işte değirmenin oluğu” der ve değneğini yere saplar saplamaz, her ikisi de sırtlarındaki çuvalların içindekini değneğin üzerine dökerler.

“Werîs bûya çi deng dida!’

İp olsaydı ne ses verirdi!

Musa Bey’in(4) babası Mirze Bey Mutki ilçesine(5) kaymakam olarak atandığında, kendisi müzikten anladığı için kemanını da birlikte götürür. Kendisini ziyarete gelen köylüler, Mirze Bey uykuda iken kabul odasına girerler ve duvara asılı bulunan kemanı dikkatle seyrederler. O sırada içlerinden biri kemanın teline dokunu verir ve kemanın, hacmiyle bağdaşmayan bir ses çıkarması üzerine şaşıp kalır ve atasözü durumuna gelen bu sözü söyler.

“Kuse-pis mala Rojkan xirab dike”.

Fiskos Rojkanlıların evini yıkar.

Rojkan, tanınmış tarihî aşirettir. Bitlis büyük hükümetinin kalıcı orduları niteliğinde olan Rojkan aşireti, Kürd tarihinde, fertlerinin yiğitlik ve kahramanlığı ile, liderlerinin de “Han” ailesine bağlılıkları, yöneticilikteki zekâ ve ustalıkları ile ün bırakmıştır.(186) Bitlis kasabasında ve ona bağlı yerlerden olan Çukur bucağı dolaylarında, adı geçen liderler adına yapılmış türbelere, medreselere, köprülere ve daha başka ulusal ve dinsel müesseselere rastlanılır. Bu eserler, yüzyılların tahrip ve ihmal darbelerine rağmen varlıklarını hâlâ korumaktadırlar. Adı geçen atasözü, genellikle gizli söyleşiler için kullanılır. Buna göre, bu atasözünün, ilk kez, Rojkanlıların tarihsel yaşamlarında önemli bir yer tutmuş olması gereken gizli bir danışma sırasında söylenmiş olduğu en büyük olasılıklardandır.

“Ferek cizmeya Rojkan, berdaye pênc hezar siwarên Silîvan”.

Rojkanlıların çizmesinin bir teki, Silvanlıların beş bin atlısına bedeldir.

Bu atasözü derebeylik yaşamına aittir. Buradaki “Silvan”, bugün Diyarbakır iline bağlı olan ve merkezi “Meyyafarqîn” adlı tarihsel kent olan ilçe değil, eski Kürd coğrafyasına göre Erzurum’un Palandöken sıradağlarının kuzey ve doğutaraflarınadüşen yörelerde yaşayan aşiretlereverilmiş olan addır. Güney tarafında da Rojkanlılar egemen idiler.

“Osta necar, raze wekî her car, Xwedê yeke derî hezar”.

Marangoz kalfası, her zamanki gibi yat, Allah birdir ama ihtiyaçları gidermenin bin kapısı vardır.

Bu atasözü, bir kralın, bir marangoz kalfasına, birtabak üzerinde birbirini kovalayan bir fare, bir kedi ve bir de tazı yapmasını emretmesi üzerine söylenmiştir.Kral marangoz kalfasına 24 saat süre tanımış ve bu süre içinde isteneni yapmadığı takdirde idam edileceğini bildirmiştir

Bunun üzerine güç durumda kalan marangoz, uzun süre düşündükten sonra bu sözü söyleyip yatmaya karar vermiştir. Ertesi gün kralın ölmesiyle bu söz yayılmış ve atasözü durumunagelmiştir. Sanatın günümüzdeki gelişmişliği karşısında, istenen iş bir çocuk oyuncağı niteliğinde ise de, bu atasözü, marangozun Tanrı’ya güvenerek yatması gibi bir değer ve önem taşımaktadır.

‘Pira Batmanê, Medresa Gomeydanê, Mizgefta Hîzanê, xirab nabî heta axirzemanê”.

Batman Köprüsü, Gökmeydan Medresesi, Hizan Camii kıyamete kadar yıkılmaz.

Gerçekte, bunlardan Hizan Camii yıkılmışsada, ötekiler halen sağlam olarak duruyorlar. Şöyle ki:

Batman Köprüsü, Dicle’nin ayaklarından biri olanBatman çayı üzerinde Acem orduları tarafından yapılmış büyük bir köprüdür.

Gökmeydan Medresesi ise, bir çok tarihsel olaya sahne olan Bitlis kasabasında küçük bir meydanlık olan “Gökmeydan” adlı yerde bulunan, yöresel mimarlık tarzı üzerine Bitlis hanları tarafından kurulmuş, gözalıcı ve büyük bir medresedir. (Burada anlatılan medrese “İhlasiye Medresesi’dir – Yaşar Abdülselamoğlu).

Tarihsel bir rivayete göre, medresenin yapımı tamamlanır tamamlanmaz, önemine layık bir müderrisin aranmasına başlanmıştır. Sonunda, Hizan ilçesine bağlı Kawnas adlı köyde Mela Ehmedê Kawnasî adlı, derya gibi bilgisi olan erdemli bir zatın bulunduğu bildirilmiştir. Bunun üzerine Bitlis Hanı, Hizan Beyinden, adı anılan hocanın gönderilmesini istemişse de, böyle bir bilgin ve erdemli kişinin ülkesinden çıkmasını istemeyen Hizan Beyi, bu isteği reddetmiştir. Sonunda, parmakla gösterilen bu hocayı kazanabilmek için iki tarafın kuvvetleri karşı karşıya gelmişlerdir. Durumu öğrenen Mela Ehmed hazretleri, kan dökülmesine neden olmamak için çubuğunu alarak gelmiş ve Han’ın askerleriyle birlikte rahatlık içinde Bitlis’e ulaştırılmıştır.

Hoca, uzun süre bilimsel araştırmalar yaptığı için gözlerinde âmâlık meydana gelmiş ve âmâ olarak uzun yıllar ders okutmaya devam etmiş ve durumunu öğrencilerine hissettirmemeyi başarmıştır.

Bitlis’in en soylu, en köklü bir ailesini oluşturan torunları, son zamanlara kadar kuşaktan kuşağa kadılık ve hakimlik yapmışlardır. Yukarıda sözü geçmiş olan rahmetli Hacı Necmeddin Efendi, adı geçen hocanın torunlarından olup, kendisini ziyaret eden birçok yöneticinin ve bir çok Avrupalı gezginin anlattıklarının ve yazdıklarının tanıklık ettiği gibi, gerçekten erdemde ve zekâda benzeri az bulunan bir zattı.

Ev-barklan yakıp yıkan geçen savaşta yıkılan ve yapılması için hâlâ hiçbir haklı istek belirmeyen eserlerden birisi de, ünlü Melayê Kawnasî’nin  torunlarının binlerce lira değerindeki mal ve mülkleridir.

Medresenin yüzlerce öğrencisi, çepeçevre medresenin çevresinde kol kola tutunarak, millî nakıslardan olan “bêrîte” oynarlardı.

Bitlis hanlarının çökmelerinden ve ortadan kalkmalarından sonra, medrese askerî depo yapılmıştır. Bu yüzden, geçen savaşta bir bölümü yıkümıştır.

*

AİLEVÎ:

“Xal xwarzan radike, mam birazan winda dike”.

Dayılar yeğenleri kaldırır, amca kardeş oğullarını kaybeder.

“Cewrê dêla tirek gurîx nabe”.

Fena köpeğin yavrusu “kurt boğan” olmaz.

“Bila jina meran bî, li ber stêrk û bîyûran bî”.

Mert adamın karısı olsun da, varsın yıldız altında ve tipide olsun.

“Bila mêrê min law bî, bila kirasê min caw bî”.

Kocam yiğit olsun da, varsın elbisem adi bezden olsun.

“Gotin birayê te bû axa, got jina wî bû xatûn”.

Biraderin ağa oldu dediler, karısı hanım oldu dedi.

(Görümce-kardeş karısı münaferetini ifade ediyor).

“Kur bî, bila kurr bî”.

Erkek evlâd olsun da, varsın yaramaz olsun.

“Dê ku bû dêmarî, bab dibî kavarî”.

Valide üvey olursa, baba “kavar”lı olur.

“Yek ban e, du zozan e?”

Bir damda iki yaylağın havası mı var?

“Sibê rûvî, êvarê kûvî”.

Sabahları tilki, akşamları yabanî hayvan. (. . . görmek hayra alâmettir.)

“Dê ku bû dêmarî, bab dibî kavarî”.

Ana üvey olursa, baba da “kavar”lı olur.

“Kavar”ın sözlük anlamı, “sarp ve taşlık arazi” demektir ve bu adı taşıyan köyler de vardır. Burada “kavar”dan maksat yabancı bir yerdir.

‘Yek ban e, du zozan e?”

Bir damda iki yaylağın havası mı var?

Damda, açıkta oğlu ve gelini, kızı ve damadı ile birlikte yatan yaşlı bir kadın, geceleyin bir ara ortalığı yoklayınca oğlu ile gelininin güzelce sarılıp örtündüklerini, kızı ile damadının ise dargın gibi bir durumda yattıklarını ve üzerlerinin de açılmış olduğunu görür. Hemen kalkıp kızını damadının koynuna sıkı-fıkı sokar ve üzerlerini örter, gelinini ise oğlundan ayırmaya ve yorganlarını atmayaçalışır.Bu sırada gelin uyanır ve durumu anlayınca, sonradan atasözü haline gelen bu sözü söyler.

Bu araştırma kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Bitlisname.com