’Evler kare şeklinde kesilmiş pastel kırmızımsı taşlardan ve genellikle de iki katlı olarak inşa edilmişlerdi.

Büyük bir taş ustalığı ve mimari inceliklere sahip yapıları ile şehir, bir Şark şehrinden ziyade bir Avrupa şehrine benziyordu. Yüksek duvarlarla çevrili, geniş avlu ve bahçeleri olan evlerin heybeti hemen dikkat çekiyordu. Her bahçe kapısı demirlerle güçlendirilmiş ve her pencere de demir parmaklıklarla donatılmıştı. Öyle ki pencerelerin yüksekliği ve evlerin büyüklüğü bir kuşatmaya karşı durabileceği havasını veriyordu. Her hane sahibinin özel kalesi gibi duruyordu’.

Bitlis’e uğrayan hemen hemen her bir seyyah, şehrin evlerini tasvir ederken, Shiel’in 1836’da ve Bird’ün 1890’da yazdıkları bu cümleleri gibi anlatmışlardır evleri. Çoğu seyyah bu mimariye hayran kalırken, taş evlerin kapı ve pencere girişlerinin beyaza boyanmış olmalarının da estetik bir dokunuş olduğunu var saymışlardır. Ancak işin aslı, derin ve bir o kadar da köklü bir şehir kültürüne sahip Bitlis’in, binlerce yıllık bir tecrübe ve inanışından kaynaklı idi.

Baran Zeydanlıoğlu

Her ne kadar  Bitlis, çok eski çağlardan kalma kalesi ile hep bilinen ve ün salmış kadim bir şehir olsa da, her biri mimari bir şaheser olan taş evleri ile de tanınmaktaydı.  Büyük tecrübe ve sanatsal detaylara hakim olan Bitlisli Ermeni taş ustalarının ellerinden çıkmıştır bu evlerin çoğu. Kiliseler ve bir çok köprünün yapımında imzaları da vardır bu zanaatkarların. Bin yıl boyunca Bitlis’i idare etmiş Kürd Beyleri’nin yaptırdığı cami, zaviye, medrese, han ve kervansarayların inşasında da bu Bitlisli sanatçı mimarların imzalarının olduğu şüphesizdir.

1920’ler Bitlis

Kale çevresinde konumlandırılmış evler de dahil olmak üzere, evlerin hemen hemen tamamı ortasından Bitlis Çayı’nın geçtiği derin bir vadi çevresindeki dağ yamaçlarına düzensiz bir şekilde inşa edilmişlerdir. Hepsi ‘küfeki’ diye adlandırılan tüf taşından yapılmış evler, camiler, mescitler, kiliseler, şapeller, manastır, tekke, medrese, han, hamam ve hatta saraylardan meydana gelen çok kültürlü zengin bir yerleşim yeriydi Bitlis. Bu kültürel birikimi ve zenginliği de, taş evlerinin hem dış cephesi hem de iç mimarisinin detayları ile fark ediliyordu. Kemerli girişler, duvar ve tavan süslemeli ve ahşap işlemeli odaları ile her biri bir konak havasında yapılırdı bu evler.

Hatta dış kapı üzerindeki tokmaklar dahi ayrı bir özenle yapılır seçilir ve erkek – kadın kullanımı için ayrı ayrı tokmaklar asılırdı. Zira ev ahalisi iki farklı tokmağın çıkaracağı değişik seslerden misafirin erkek mi veya kadın mı olduğunu bilmek isterdi. Bu da ayrı bir incelik ve nezaket kültür birikimiydi. Kışları sıcak yazları ise serin tutan özellikleri ile de ayrı bir ısıtma/serin tutma tekniğine sahiplerdi. Bu taş evlerin damları ‘loğ’ denilen silindir taşlarla sıklaştırılır ve sertleştirilirdi ki, dokuz ay boyunca yağan kar damlara/evlere zarar vermesin diye.

1650’lerde Bitlis’ten geçen seyyah Evliya Çelebi de şehrin taştan yapılma 5000 hanesinin olduğunu ve bu evlerin 600 tanesinin kendine ait hamamlarının olduğunu belirtir.

Evlerin kapı üstleri ve pencere çevreleri de bir çok işleme sembol ve desenlerle de süslenirdi. Kiminde bir güneş, kiminde bir hayvan figürü, kiminde de bir inançsal işaret yer alabiliyordu.

Çoğu iki katlı olan taş evlerin kapı ve pencere çevrelerinin beyaza boyanmış olması ise ayrı bir Bitlis evi özelliğidir. Aslında bu gelenek bir çok başka yerleşim yerindeki köy evlerinde de görülmektedir ki, oralardaki kapı ve pencereler maviye boyanırken Bitlis’te sadece çerçeve dışının beyaza boyandığıdır. Zira bunun iki temel nedeni vardır ki, bunlar da ta pagan inancının olduğu çok eski dönemlere kadar gider ve hem fiziki hem de mistik kaynaklıdır.

Özellikle bazı haşere ve zehirli sürüngenleri hanelerden uzak tutmak amaçlı olarak evlerin girişleri değişik renklere boyanırdı ki hayvanların bazı renkleri farklı algıladıklarından çekinip o yapılara girmedikleri zaten bilinmektedir. Bunun dışında özellikle beyaza boyanan kapı ve pencere çevreleri ise, kötülüğü, nazarı ve kötü ruhları hanelerin içine girmesinden uzak tuttuğuna inanıldığından yapılırdı. Çok eski çağlardan kalma bu inanış, hem köylerde hem de şehirlerdeki ev ve yapıların girişlerinde göze çarpmaktadır.

Son yüzyılda vuku bulan siyasi, ekonomik ve sosyolojik etkenlerden dolayı Bitlis’in şehir mimarisi de büyük bir deformasyona maruz kalmıştır. İlgisizlik, yetersizlik, bilinçsizlik, sahipsizlik ve talan, bu tarihi evlerin birer birer yok olmasına neden olmuştur. Kadim şehrin sarayları, konakları, han ve hamamlarının çoğunun yok olduğu gibi, o eşsiz taş evleri de sessizce harabe yığınlarına  dönerek şehrin tarihinden silinmekteler. Aslında tarihten silinen bir şehrin mimarisi değil, o şehrin kimliğidir. Yani yok olan Bitlis’in kendisidir.

Baran Zeydanlıoğlu – 18 Ekim 2019