1655 yılında Bitlis, Van, Diyarbekir ve Mardin mıntıkaları da dahil olmak üzere, çok geniş bir coğrafyayı gezen Osmanlı’nın ünlü seyyahı Evliya Çelebi, görüp yaşadıklarını Seyahatname adlı eserinde toplamıştır. Bu çok kapsamlı eserinde Bitlis ve Hakkâri Kürd Hükümetlerinden de bahsetmiştir. Seyyah Kürdler için ‘Abbasioğulları soyundan’ tanımlamasını kullanmıştır. Oradaki o adlandırma ile kastedilenler Eyyubilerdir.  ‘Al-i Abbasiyan’, yani Abbasi soyundan derken Çelebi, aslında Eyyubi Kürdlerini ve Abbasi Halifesine tabi olduğunu söyleyen Kürdleri kastetmektedir.

Baran Zeydanlıoğlu

Evliya Çelebi’nin, Al-i Abbasi, Al-i Abbasiyan, Abbasiler veya Abbasioğulları diye atıfta bulunduğu bu tanımlama, 1171 – 1252 yılları arasında Selahaddin Eyyubi El-Kurdi’nin sultanı olduğu Eyyubi devleti dönemini, hükümdarlarını ve onların devamı olan temsilcilerini kapsamaktadır. Seyyah Çelebi’nin sürekli vurguladığı bu nokta, o dönemde Kürdler arasında olağan ve yaygın olan, meshepsel aidiyete ve idari temsiliyete atıfta bulunmasından kaynaklıdır. Yani Abbasi Halifeliği (768 – 1258) kabulü ve Eyyubi hükümdarlarının idari devamlılığını, bir tür temsiliyet görevi yaptıklarına ithafen kullanılmaktaydı. Abbasi – Arap etnisitesine mensupluk değil yani.

Şerefname adlı eserin yazarı ve Rojki Kürd Hükümeti hanı, ünlü devlet adamı Şerefxanê Bedlisi de 1597’de tamamladığı eserinin giriş bölümünde Abbasi halifesine değinerek başlar.

Şerefxan, Abbasi halifesi El – Kadir Bilah Ahmed Bin İshak bin El – Muktedir Billah Cafer döneminde, Mervani Kürdlerinden Ahmed Bin Mervan’ın Diyarbekir ve Cezire’de bağımsız olarak ilk hükümdarlık görevine getirildiğini belirtir.

Ayrıca Şerefname’nin Üçüncü Kısım- Birinci Bölümü olan ‘Bedlis Hükümdarlarının Eski Sultanlarında Gördükleri’ başlığı altında, Rojkili Melik Eşref’in adını zikr ederek ‘Mısır ve Şam Sultanları olan Eyyubiler adına burada hüküm sürüyordu ki, onların sultanı Melik Eşref’in de çağdaşıydı’ açıklamasını yapar.

Kendilerine Al-i Osmaniyan diyen Osmanlı’nın eyalet temsilcileri de Kürdler için ’kendilerinden Al-i Abbasi diye bahsederler’ demiştir.

Mesela Seyahatnamede Osmanlı’nın Van Beylerbeyi Melek Ahmed Paşa, Bitlis Rojkan Hükümeti hanı olan Abdal Han’a gönderdiği (Temmuz 1655) nasıhatnamede de aynı şekilde hitab etmektedir:

’… sen ki Abdal Han-ı olarak “Al-i Abbasiyan neslinden ve Sultan Evhadullah’ın ırk-ı tahirindenim” diye gurur edersin…’

Bu adlandırmayı Melek Ahmed Paşa’nın diğer bir yerde de kullandığını görmekteyiz. O tanımlama da Osmanlı birliklerinin Melek Ahmed Paşa komutasında Bitlis’e saldırısında, esirlerin azad edilmesi hususunu Evliya Çelebi ile konuşması sırasında geçer. Seyyah Çelebi esirlerden kırkının serbest bırakılmasını paşadan ister. Paşa da serbest bırakılacakların her biri için hatm-i şerif okumasını ister. Çelebi ise hepsi için bir Fatiha okur. Ardından Evliya ve Paşa arasındaki konuşma şu şekilde yer alır:

’Hakir (Ben) hizmetçilerimle ve bazı Paşa çaşnigirleriyle katlolunacak eli bağlı adamlardan 40 adet adam çıkarırken 53 adam çıkarıp getirdiler. Bunun üzerine Paşa:

’Bre Evliya, bir Fatiha sebebiyle cümlesini mi götürürsün’ dedi.

Hakir de:’Sultanım, bu yiğit ’emirim’, dedi, bu ’Abdülkadir-i Geylani fukarasıyım’ dedi. Bu, ’Allah beni bu bağlardan kurtarırsa Hacc-ı Şerife giderim’ dedi. Bu yiğit ’Hazreti Halid Bin Velid evladındanım’ dedi. Bu yiğit Diyarbekir’de benim sultanımın çaşnigiri idi. Bu yiğit ise ’Kürdüm ve Abbasioğulları neslindenim’ dedi cevaplarını ben sıralayınca, Paşa:

’Zaten bütün Kürdler Abbasioğulları’ndanız diye geçinirler, ancak içlerinde Yezidi Kürdleri de vardır ki. Sen al onları da var git, yeter şimden gerü’

Evliya Çelebi’nin bu ’Abbasiler’ adlandırmasını fırsat bilen bir takım yazar ve araştırmacılar, seyahatnamede Kürdleri kapsayan ve özünde Kürdlerden ve Eyyubi Kürdlerinden bahseden bu kısımları, Araplara ve tarihteki Arap Abbasilere (Abbas Bin Abdulmuttalip) mal etmeyi yeğlemişlerdir.

Halbuki bu ibarelerin geçtiği tüm cümleler ve paragrafların içeriği, sadece ve sadece Kürdleri ve Eyyubi Kürdlerini alakadar ettiği okundukça anlaşılmaktadır.

Örnek olarak:

’Van Eyaleti’nde azil kabul etmez hükümetleri bildirir.

Hukumet-i Hakkari-i Al-i Abbasiyan

’Evvela hepsinden seçkin Hakkari Abbasioğulları Hükümeti:

Van’ın kıblesinde Vestan Kalesi, Şatak Kalesi ve Colemerg Kalesi’nde bulunan ulu hanlıktır ki, 47 bin askere sahiptir. Bütün kıyafetleri alaca şal u şapiktir ki paçaları dilim dilimdir. Başlıkları kazan kadardır. Arkalarında birer Kürd kalkanları ve ellerinde kupal adlı çevganları vardır….’

Hukumet-i Bitlis-i Al-i Abbasiyan han-ı Abdal Han-ı alişandır

Bunlara Rojki (Rojkan) kavmi derler. Hakkâri kadar askere sahip değildir ama ülkesi çoktur. Abdal Han’ın bağışı ve nimetleri Kürd halkına bol olduğundan bütün Kürd kavmi, yanmış, tutulmuş ve onun kulu kölesi olmuşlardır. Bu Han’ın savaş sırasında 50 bin nefer toplamaya gücü yeter’.

Bu adlandırmayı seyyah Bitlis ziyareti sırasında gördüğü kişileri ve mekanları anlatırken de yapmaktadır.

Evliya Çelebi, anlatımının Bitlis bölümünde Şerefname’nin yazarı Şerefxanê Bedlisi’nin adını Sultan Şerefeddin-i Abbasi diye zikr etmektedir:

‘Evvela Rum, Arap ve Acem tarihçileri, gerçek Tarihçi Mıkdisi İbn Beyhaki Yarmeni ve Sultan Şerefeddin Abbasi’ye göre ki, Şerefname sahibidir, Abbasioğulları’ndan şanlı hanın (Abdal Han) büyük atasıdır, onların güvenilir sözlerine göre…’

İlk başlarda Bitlis Rojkili Kürd Abbasolardan bahsedildiği sanılsa da hem Hakkarideki Kürdler için hem de özellikle Meyafarqin’deki (Silvan) Eyyubiler ile Moğol Hanı Hülago arasındaki savaş için de aynı tabiri kullanması, Abbasiler derken Kürdlerden bahsettiğinin ispatıdır. Ayrıca bu ibareyi de sadece Müslüman Kürdler için kullanmakta, zira Yezidi Kürdleri için o ibareyi kullanmadığı da görülmektedir. Yezidi Kürdleri için Ekrad-ı Yezidiyan veyahut kavm-i Yezidi-Ekrad, yani Yezidi Kürdleri tanımlamasını kullanmıştır.

Osmanlı’nın Van Beylerbeyi Melek Ahmed Paşa’nın, Bitlis Hanı Abdal Han’a hitabındaki o ‘Al-i Abbasiyan neslinden Sultan Evhadullah’ diye atıfta bulunduğu şahsın adını, Evliya Çelebi Bitlis’i ziyaretinde de defalarca zikr etmiştir. İşin aslı ise ne o kişiler Abbasi soyundandır ne de Sultan Evhadullah diye biri gerçekte vardır.

Hatuniye Camisi ve Köprüsü

‘Abbasiler’ dedikleri Eyyubi Kürdleri olup, ‘Sultan Evhadullah’ diye adını andığı şahıs da Sultan Selahaddin Eyyubi El-Kurdi’nin yeğeni Sultan Al-Awhad’dır ki, tam ismi Al – Malik Al-Ahwad Najm ad-Din Eyyub ibn al-Adil Abu Bakr ibn Najm ad-Din Eyyub’dur. Eyyubi Kürdleri, Ahlat – Bitlis – Diyarbekir ve Hasankeyf’e kadar olan büyük bir bölgeyi uzun bir süre (1200’ler) yönetmişlerdir.

Bu konuya dikkat çeken yazarlardan birisi de Alman akademisyen Wilhelm Köhler’dir. 1928 yılında yayımladığı ‘Kürd Şehri Bitlis. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Bitlis ve Halkı’ adlı çalışmasında Köhler şöyle yazmıştır:

‘Evliya Çelebi burada yanılıyor. Abbasi Hanedanı Evhadullah diye biri bilinmemekte ve tanınmamaktadır. Çelebi burada Eyyubiler ile Abbasileri karıştırdığı gibi, Sultan Evhadullah diye belirttiği kişi de Sultan Selahaddin’in yeğeni Malik Al Avhad’dır’.

Wilhelm Köhler’in 1928 yılında yayımladığı kitabının kapağı.

Ünlü seyyahın ‘Sultan Evhadullah ve Abbasiler’e atıfta bulunduğu başka bir bölüm de Bitlis – Siirt arasındaki Deliklitaş’tan bahsettiği ve birkaç tarihi yapıya değindiği paragraflardır.

Çelebi, şehirdeki camiler, hanlar, hamamlar, medrese ve köprülerin tarihçesine değinirken, Rojkili Kürd Emir Şeref Han’ı kastederek ‘Bunlar Al-i Abbasiyan olan Şerefeddin ve Sultan Evhadullah’ın kızı Huma Hatun tarafından yaptırılmışlardır’ ibarelerini kullanmıştır.

‘Bitlis şehrindeki dördüncü ibretlik eser: Bu büyük hanı ve önündeki eski köprüyü yapan Huma Hatun Sultan’dır. Abbasilerin temiz soyundan, Sultan Evhadullah’ın temiz kızıdır ki, Bitlis şehrinde yüzlerce hayır eserleri vardır. Adeviyye tabiatlı kadının bir ibret verici hayratı da odur ki, Bitlis şehrinden güney tarafa eğimli dere aşağı giderken Kefender Kalesi yakınında Deliklikaya adlı sert bir kayada kapı vardır. Bütün tüccarlar, ziyaretçiler ve seyyahlar bu kapıdan geçmeyince Bitlis şehrine gelemez ve Hazzo Kalesi’ne varamaz. O Deliklikaya mahalli gökyüzüne doğru baş çekmiş çakmak taşından nişan verir bir sert taştır. İşte bu hayırsever hatun, yüzlerce kese para harcayarak bu sert taşı usta dağ delicilere deldirip insanların geçit yeri ve herkesin gelip geçtiği yol ettirmiştir ki, görenin aklı perişan olur…’

Deliklitaş gravürü, 1854

Huma Hatun adlı kadından, Şerefxanê Bedlisi de (1597) bahseder.

‘’Bu Delilklitaş aynı zamanda bir pınardır. Suları fışkırdıktan ve yeryüzüne çıktıktan sonra, günlerin geçmesiyle suları donar. Böylece taş, gelip geçenlerin önünde güçlü bir set meydana getirdiğinden, artık onlar o seddi büyük güçlükle geçebilirler. Fakat, Bedlis şehrinde ’Hatun Camii ve Köprüsü’ adlarıyla bilinen bir cami ve büyük bir köprü yaptıran çağının hayırsever bir kadını, kayadan meydana gelmiş bu seddi deldirmiş ve kervanların, yolcuların bu delikli taştan gelip geçmelerine elverişli olması için de taşın deliğini genişlettirmiştir’.

Deliklitaş geçidinin iki ayrı tüneli olduğu ve birinin Huma Hatun tarafından diğerinin de Asur kraliçesi Semiramis tarafından açtırıldığını birçok seyyah da dile getirmiştir.

1913 yılında Bitlis’ten geçen seyyah ve yazar William Waffield şöyle yazar:

‘Bu daha yeni olan büyük tünelin hemen üstünde, ‘Semiramis Geçiti (kapısı)’ olarak adlandırılan ve Asurlular zamanından olan başka bir tünel de mevcut. Rivayete göre bu tüneli, Van’daki yazlık sarayına gitmek için kraliçe Semiramis açtırmış’.

Tam olarak hangi yüzyılda yaşadığı bilinmeyen bu asilzade Kürd kadını Huma Hatun’un, 1000 – 1100 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir.

Sözlü edebiyata ait, halk arasındaki anlatımlarda da kendisinden bahsedilen Huma Hatun’un, zamanının en güçlü ve otorite olan kadınların başında geldiği ve hayırseverliğiyle ünlü bir Rojki prensesi olduğu aktarılır. Büyük bir hükümdarın kızı olduğu söylenen Huma Hatun, babasına idari işlerde de yardım da edermiş. Özellikle çevre düzenlemeleri, yol, köprü, cami, han, çeşme ve diğer mimari konulara ilgi gösterirmiş.

Tüccar, kervancı ve gezginlerin Bitlis’ten rahat geçmeleri ve şehirde iyi konaklayabilmeleri için hanlar, çeşmeler ve güzergahları yaptırmış. Aynı şekilde ibadet yerleri, camiler, medreseler ve köprülerin yapılması için de ayrı bir itina gösterdiği, günümüze kadar gelen eserleri ile bellidir.

Hazo (Hatuniye) Hanı, Bitlis

Günümüz Bitlis şehri içerisinde de halen aynı isimlerle anılan Hatuniye Camii, Hatuniye Köprüsü ve Hatuniye (Hazo) Hanı yapıları bulunmaktadır. Hazo Hanı adıyla başka 1-2 han daha Bitlis’te var olmuş ve birinin de Abdal Han tarafından yaptırıldığı belirtilir.

Kendisinin Hazzo Kürd Beyleri’nden birinin kızı olarak Bitlis Rojkan beylerine gelin gelmiş biri olabileceği de anlatılanlar arasındadır ki, zaten Hazzo Beyleri de Bitlis Rojkan hükümdarlarının amca çocuklarıdırlar. Ayrıca birçok Bitlis beyi ve hükümdarının aile fertlerinin mezarları da Hazzo’dadır.

Günümüz Bitlis şehir merkezindeki eski hanlardan biri olan Hatuniye Hanı’nın diğer bir ismi de Hazo Hanı’dır.

Huma Hatun’un adının geçtiği tarihi eser künyeleri ve tanıtım amaçlı hazırlanmış Bitlis tarihi konulu metinlerde de değişiklik ve güncelleme yapılması elzemdir.

Zira bahsi geçen ’Abbasiler’ ve ’Sultan Evhadullah’ tanımları yanlış olup, gerçek tarihi adlandırmalar Eyyubi Kürdleri ve Kürdler olmalıdır.

Baran Zeydanlıoğlu – 13 Nisan 2020

Kaynaklar

Şerefname Şerefxanê Bedlisi, 1597, çeviri: M.E. Bozarslan, 1971

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 4. Kitap, I. Cilt, Yapı Kredi Yayınları, 2012

Bitlis ve Halkı, W. Köhler, 1928, çeviri. H. Işık, Alan Yayıncılık, 1989

Gate of Asia, W. Waffield, 1916

Bitlis Salnameleri 1972 & 1973

Eyyubiler – TDV İslam Ansiklopedisi