Jön Türklerle başlayan ‘tek tipleştirme’ politikası Cumhuriyetin ilanıyla beraber ‘Kemalizm’ kimliği altında bütün Kürt coğrafyasını etkisi altına aldı.

Nimetullah ATAL

Mustafa Kemal Atatürk, Kürtlerle ilgili bütün tasarrufları İsmet İnönü’ye bırakmıştı. İsmet İnönü tarafından kurulan bir ekip Kürt şehirlerini ,köylerini, mezralarını tek tek gezerek raporlar hazırladılar. Kürtlerin nüfus, kültürel, sosyal ve yaşamlarına dair bilgiler topladılar. ‘Yeni Cumhuriyet’ asimilasyon politikası için önemli iki Kürt şehrini öncelikler arasına almıştı; Bunlardan biri Dersim diğeri ise Bitlis’tir.

1914-1930 yılları arasında gerçekleşen Kürt İsyanları, devleti iyice tedirgin etmiş,isyanlara karşı askeri tedbirle beraber insani tedbirlerde alınmaya başlanmıştı. Bunun en bariz örneği; Cumhuriyet dönemi başlatılan asimilasyon politikalarıdır. Bu politika bağlamında hedef olarak şehirli olan Kürtler seçilmişti. Şehirde yaşayan Kürtler üzerinden korkunç bir psikolojik savaş yürütüldü. Bu psikojik harp 1900’lerin başında başlayarak Cumhuriyet sonrası ise sistematik ve programlı bir şekilde icra edilmiştir. Şehirli-Köylü ayrımı üzerinden başlatılan ‘ayrıştıcı’ söylemler, şehirliler tarafından karşılık bulmuş ve kırsal da yaşayan Kürtler üzerinde ciddi bir tahakküm aracı olmuştur. Şehir de asimilasyon politikasının karşılık bulmasının başlıca sebebi; Kürt isyanlarının bastırılması,Kürt aydınlarının halk ile bağlantılarının kesilip sürgün edilmesi olarak görebiliriz. Kürtler 1920-1930 arasında büyük bir umutsuzluğa kapılıp savrulmalar yaşamıştır.

Kürtlere, Türkçe’nin ‘modern’ olduğu dayatılırken, kendi lisanlarının ‘kaba ve çağ dışı’ olduğu aşılanmıştır. Nitekim o dönem yaşayan ‘canlı hafızalardan’ dinlediğimiz ‘şehir hayatı’ günlükleri bu tezimizi de doğruluyor. Köyden şehire giden Kürt çocuğu, Türkçe’yi şehirde öğrendikten sonra köylülere ‘Siz geri kalmış cahillersiniz’ demekten çekinmezdi. İsmet İnönü’nün başında bulunduğu asimilasyon ekini, binlerce misyonerle Kürt şehirlerinden köylerine kadar gece gündüz faaliyet yürüttüler. Dersim ve Bitlis’te sık sık gördüğümüz ‘Horasan’dan geldik. Horasan Türkleriyiz.’ söylemi bu asimilasyon politikalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. İki şehir bağlamında ‘Horasan’ meselesini başka bir araştırma konumuzda ‘Kürt şehirlerine Göç ve Horasan Efsanesi’ başlıklı yazımda detaylıca tarihsel bakış ve belgeler ışığında değineceğim.

Dersim üzerinden Alevi-Kürtlüğü, Bitlis üzerinden Sunni-Kürtlüğü tahakküm altında tutmak ve Türkçülüğü yükseltmek için İsmet İnönü tarafından 1925 tarihinden itibaren raporlar tutulmuş, 1935’de ise bu raporlar kapsamında ‘Şark Raporu / 21 Ağustos 1935’ İsmet İnönü tarafından programlı,profesyonel bir asimilasyon politikasına dönüştürülmüştür. Özellikle, asimilasyon konusunda görevli kişiler gezdikleri bütün şehir ve köylerde ‘Türklüğe’ dair veriler toplamış ve bu minvalde buldukları verileri büyük bir heyecanla üstlerine bildirmişlerdir. Aşağıda vermiş olduğum raporda da yer aldığı gibi ‘Türkçülük için umut ışığı’ olan veriler yer almaktadır.

Osmanlı Padişahı II.Mahmud’un (1820-1830)  ‘Kürt Mirliklerini’ ortadan kaldırmasıyla Kürt şehirlerini merkezi Osmanlı Devleti sevk ve idare etmiştir. Şehirlere bu kapsamda bir çok devşirme yönetici-memur ataması yapılmıştır. Bu devşirme Osmanlı yöneticileri Kürt şehirlerine aileleriyle beraber gitmiş ve yaşamıştır. Özellikle 1900’lerin başında Kürt şehirlerine yerleşen memurların sosyal yaşamı etkiledikleri zayıf bir ihtimal değildir. Kürtler arasında ‘Türkçülüğe’ dair marş ve beyitlerin hem bu memurlar vasıtasıyla hemde Kürtlerin muhacirlik-savaş sırasında yaşadıkları göç sebebiyle öğrendiklerini o dönemlere tanık olmuş büyüklerimiz tarafından bizlere anlatılırdı. Rapor da yer alan marşa benzer bir marşı annemin, baba annesinden duyduğumu belirtmek isterim…Peki hiç ‘Türk’ varlığı Kurdistan coğrafyasında yok mu? Elbette var, fakat bunlar eski ve yerleşik ailelerdir. Yukarı da bahsetmiş olduğum bir diğer araştırma konumda detaylıca anlatacağım.

Şimdi İsmet İnönü’nün altını çizdiği bir kaç maddeye bakıp raporu okuyalım. Rapora dair bazı tespitlerimizi sona saklayalım…

1- Dersim’e müdahale edilmeli.

2- Kürtler asimile edilmelidir. Kürt çekim kuvvetine karşılık Türk merkezleri oluşturulmalıdır.

3- Kürtlerin etkisini azaltmak için Karadeniz’den buraya muhacirler getirilmelidir. Örneğin Van’a yerleştirilen Karadenizli Türklerden söz ederek onların memnun edilmelerinin sağlanmasını ister. Böylece diğer muhacirlerin Kürt bölgelerine gelmeleri kolaylaştırılmalıdır.

4- Bitlis, Hizan ve Mutki arasında suni olarak daima devlet kuvveti ile vücuda getirilmiş bir Türk Merkezidir. Bitlis olmasaydı bizim onu yaratmamız gerekecekti.

İsmet İnönü – Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı 1930-35

‘Türkocakları Müfettişi ve Muş Milletvekili Hasan Reşit ile 1. Umum Müfettişi’nin Dersim ve Ovacık seyahatleri sırasında bu bölgedeki Kürtlerin durumları ve Zazalar hakkında verilen rapor. ‘

TARİH: 27.12.1931
KAYIT NO: 30-10-0-0 / 115 – 797 – 16 – Cumhuriyet Arşivi

İsmet Paşa Hazretlerine;

”Dersim ve Ovacık’a kadar yaptığım teftiş seyahatımda beraberimde bulunan Türkocakları müfettişi ve halen Muş mebusu Hasan Reşit beyefendinin o ahali hakkında yaptığı tedkikat neticesi yazdığı rapordan Dersim’e ait kısmı leffen arz ve takdim olunur efendim.”

1. Umum Müfettişi

BİRİNCİ BÖLÜM;

”Zazalar, ırken Turani olmak gerektir. Ve hiç şüphe yok ki uzun müddet Türkçe konuşmuşlardır. Çapakçur’da, Hozat’ta, Ovacık’ta,Çemişgezek’te hatta Palu’da karşınıza çıkan Şafii ve Alevi her fert, yuvarlak kafası,geniş alnı,basık yüzü ile gözlerinin daima uzaklarını arayan nazarları ile size sizden olduğunu pek kısa bir zamanda telkin eder.Hele Zaza kadını, çadırının direği dibinde yayın göğen Türkmen kadınından hiç farklı değildir. Zaza kadını ‘Kırmanç’ kadını gibi erkekleşmemiştir. Kaşları sahte bir vakar ile çatık değildir.Tıpkı seyyar Türkler’de olduğu gibi tecümmüle meclup, neş’eli ve şendir. Evine çok iyi bakar, bir dereceye kadar temizliği sever. Bu; iddiayı teyit için küfi bir delilidir. Zazaların İran’dan geldiğine müşahede tarikiyle hükmedilir. Kurunu vustada İran; Türk aşiretlerinin, Türkmenlerin olarak bütün yüce Asya’yı ihtiva ediyordu. Evelleri Roma’ya sonraları Selçuklulara karşı bir çok aşiretler yüce Asya’nın, Fırat ve Dicle nehirlerinin kolları ile delik delik yarılmış ovalarının ve yekdireğine arazi, vahşi geçitler ve boğazlar teşkil eden dağlıklarına yerlemiş idi. Tedafii ve askeri bir maksatla gönderilen bu aşiretler, her müstevli Türk kabilesi gibi evvelce yurt kurduğu yerin mahalli lisanına birlikte getirdiler. İlk dinleri elbetteki İslam dini idi. Sonraları istilanın tesiri ile evvel Şii Aliyullahı oldular. Yavuz Sultan Selim gazabı nerelere kadar vasıl oldu ise oralarda Sunnilik, Şafii Arap misyonerleri eline iade edildi. Fakat Dersim, Koçgiri gibi, irişmek kabil olmayan meni dağ kümelerinde Aliyyüllahilik baki kaldı. İşte kısmen Şafii Müslüman, kısmen Aliyullah olarak yaşayan Zazalar bu Türklerdir.”Lenon Kahun” Asya tarihine methal ismindeki kitabında Çinlileşmiş Türklerden bahsettiği gibi İranlılaşmış Türklerden de sık sık malumat verir. Hindistan ve Orta Asya’dan başlayarak yüce Asya’yı da ihtiva eden Havaris meşahiler bu cümledendir. Cengiz Han’ın tarumar ettiği bu Şii Türk Devletinin son kahraman hükümdarı bazı müverrihlerin rivayetlerine nazaran bir kaç defa atıldığı ‘Sent’ nehirinde boğulmaktan kurtulmuş ve son mukavemetlerini yapmak üzere garptaki dağlık araziye çekilmiş idi. Dersim’in geçilmez geçitlerinden birinde Bahtiyar uşakları denilen bir aşiret nezdinde Havarizmi Celalettin Şan’ın kendilerinden olduğunu ve mezarının Dersim mülnakatından Kermil nahiyesinin Ağuat köyü civarında bir tepe de bulunduğunu fahri gururla anlattılar. Şimdi bu mezar meftası ‘Sultan Baba’ namı altında ve aşiretlerin hatırasında yaşamaktadır.”

İKİNCİ BÖLÜM;

”Zazalar hakkındaki tafsilatı müfit kılabilmek için onların evvala ikiye ayırmak, sonra tahlil eylemek daha faidalı olur. Zazalar iki kısımdır; Şafii Zazalar, Aliyullah Zazalar.

Şafii Zazalar; Kırmançlardan tamamıyla ayrıdır. Farisçeyi andırır bir lisanla tekellim ederler. Zaza ismini Müslüman ve Şafi olanlarada tahsis ve teşmiş etmişlerdir. Ahlak ve kavaidine karşı laubali fakat din amelinde fevkalede mutaasıptırlar. Bir gusul, bir abdest ile epeyce korkunç günahlardan kurtulduklarını zannettikleri halde bila maazeret üç vakit namazını kazaya bırakanları kafir addederler. Bu itibarla din amelinde laubali olan Hanefi Türk, nazarlarında kafirdir. Bu noktaya bilhassa nazarı dikkati celt etmek isterim, Mürşitler, müfsit saileri, muhataplarının zihniyetlerini en dakik ve en gizli noktalarına kadar bilmek gerekir. Bilhassa köylü ve lunat(?) insanlar ile uğraşırken bu hususun ehemmiyeti fevkalede artar. Şeyh Said’i kar çığı gibi birden bire büyüten insanlar bunlardır.

Bugünkü hakiki Şafiilerin bir zamanlar Dersimliler gibi Şii olduğuna alttaki muhavere kafi bir delildir. Bu muhavere(konuşma) Palu ile Çapakçur arasında bir küçük köyün iki genç çobanı ile ve Zaza lisanı ile cereyan etmiştir. Çünkü köylü zazalar bir kelime bile Türkçe bilmezler.

– Sen hangi millettensin?
+ Müslüman
-Türkmüsün?
+Hayır, Kürdüm, Zazayım.
-Adın ne?
+Ağa
-Babanın adı?
+ okunamadı…
– Ananın adı?
+ Gül Sima

Bir diğeri de şöyle anlatıyordu; İsmim Abbas, babamınki Şah İsmail, anneminki Hatun.İnsanlar evcad isimlerine ehemmiyet verirler. Madem ki Şah İsmail ecdattan birinin ismidir, Kızılbaşlığı bile ifade etse zararı yoktur.

Ekseriyetle gayet vahşi ve meni arazi üzerlerinde ve çok dağınık olarak yaşadıklarından Türk ocaklarının mesaisi oralarda ahenk iktisadi kudretlerinin, hususi kanunlarının yardımı ile muvaffakiyet elde edeceklerdir.”

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM;

Bir kısmı ile Zazalık dahiline giren Palu kazasının merkezindeki çok zayıf ve sönük Türk ocağı, bu maksadın uzaklarından fark edilebilen biricik meşalidir. Bununla beraber Palu ve Çapakçur ve Genç üzerinden geçen Hasr işcilerinin faaliyetle gidip gelmesi hayati bir meseledir. Osmanlı Devleti’nin doğup öldüğü asırlar zarfında bu yoldan yüksek rütbeli bir hükümet müessilinin gelip geçtğini hiç zannetmiyorum. Ve yine kuvvetle zanediyorum ki, bu şeref ilk defa olarak medni Cumhuriyetin Türklüğünün ulularından birinci Umumi Müfettif İbrahim Tali beyefendiye nasip olmuştur. Biz müşarünileynin mahiyetinde olarak büyük otomobillerimizle ve temamıyla asrı ve medeni bir şeriati hayatiye içinde Palu,Çapakçur,Genç hattını yararak geçerken güzergahımız üzerinden bir tavşan korkaklığı ile kaçanlar, avdette bir kuzu ünsiyeti ile etrafımızı alıyor ve medeniyet, Cumhuriyet Müfettişi Umumisinin baba şefkat ve nevazişi ile uzanan ellerini sert göz yaşları ile ıslatıyorlardı. Bütün bu ümit verici haller dahi bizi ikaz ederek Şafii Zazalığın kendi başına terk edilmemesini emreylemektedir. Çünkü hali hazırda Zazalık Dersim Aleviliğinden ve Kırmançlıktan daha fazla ayrılmış, yabancılaşmıştır. Aliyyullah Zazalar; Aliyullahilikte din ve tekke lisanı Türkçe olduğu için niyaz ile mükelleş ve aynen iştirak selahiyetini haiz kadın ve erkek herkes gibi Türkçe konuşmaya mecburiyettir ki Aliyullahilik Zazalığı, Şafii Zazalar gibi tamamiyle Türklükten ayrılmamıştır. Aliyullahiliğin neresinde bulunursanız bulunun on yaşından yukarısı herkese, cevap vermemek şartıyla meramınızı anlatabilirsiniz. Ve yirmi yaşından yukarı her fertle mütekabilen konuşur anlaşabilirsiniz. Bu Türklüğün lehine büyük bir kazanç ve Türkçüler için bulunmaz fırsattır. Buna mükabil Aliyullahi Zazalığı Türklükten ayıran gayet derin ve tehlikeli bir uçurum vardır ki oda Kızılbaş Aliyyullahiliktir.

Aliyullahi, dinen Sunni müslümanlara ezeli bir nefret ve adavetle mütehassısdır. İlahinin vücutlarında tecellisine inandığı İmamların hepsi, ehli sünnetin elinde azap ve ızdırap ile terki hayat ettiğinden her Aliyullah, her sunni müslümana karşı zeval bulunmaz bir intikam besler. Aliyullahı, karşısında bazen zalimane fakat daima hakimane bir tavrıruhal ile dikilen müslüman Sunni, Türk olduğu için hem kendisinden hemde isminden nefret etmiştir. Bir vakitler Türklere Osmanlı denilmesi bu düşmanlığı alevlendirmiş ve sürmez bir hale getirmiştir. Ne Yavuz Selim’in kulağına küpe takması, nede mahiyetşinas ricalin ‘Al Osman’ ünvanını ‘Ali Osman’ şeklinde teldine ve Alevilikle aynı telekkiye telife çalışması faide vermemiştir. İşte bu sebepten yani Osmanlı’dan, Osmanlı ifade eden Türk isminden istikran ettiği için Aliyullahi Zaza kendisini Türklüğe vermemiştir.”

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM;

”Türk milletinin yakın vakite kadar asla unmamış yaralarndan biri olan Dersim bu nevi insanlarla meskundur. Bunlarda tıpkı Sivas,Tokat ve Canik dağlarında ve ovalarında yaşayan Kızılbaşlar gibi; ”VARMA YEZİDİN YANINA, KOKUSU SİNE TENİNE”derler. Ve yezit onlarca Türktür; Bunları Bektaşilere benzetmek vahim bir hatadır. Bektaşilik, Selamilik hanefi birer tarikat olduğu halde Aliyullahlık bir dindir. Öyle bir dinki birbirlerine karşı aşk ve muhabbeti, hariçler için nefret ve adaveti telkin eder. Aliyyullahiliğin bildiği bir tek harici vardır oda Dün Osmanlı idi bugün Türklük…

Halbuki bu zavallılar evlerinde Zazaca konuşmalarına rağmen halis Türkltürler. Mesela; Bu havalinin Türklük ve Türk Cumhuriyeti hesabına ilk fatihi olan İbrahim Tali Beyefendinin maiyettinde olarak dolaştığım Dersim kısmında tesadüf ettiğim her sima, gördüğüm her köy, ismini sorduğum her dere, her tepe Türk ruhunu, Türk damgasını keskin ve bariz bir şekilde taşımakta idi.

Dersime, ilk önce Abbas uşaklarının arasına girdik. Bahtiyar uşaklarını geçtik, Arslan uşaklarını garzımızda bırakarak ‘Ovacık’ta’ da Koç uşaklarının yaylarına yakın bir yerde konakladık. Harput ovasındaki köylerinin çoğu Ermeni isimleri ile anılırken, Dersim cümlei cibalinde ‘Dağlar Kümesi’ Türkçe’den başka tek bir isme tesadüf etmedik. Dersim tümlerine kadar Türk olan aşiretlerle meskundur. yalnız nazarı dikkati calip cinet, Zaza lisanının günden güne terekki etmesiydi. Kadınlarının yavaş yavaş Türkçeyi unutmaya başladığını maalesef öğrendim. Mesela ‘Kara oğlan’ köyünde on yaşında Güllü kızla meaatecasüf bir kelime bile Türkçe konuşamadık.

Din ve lisanları pek az farkla bir olan bu Aliyullahi Zazaların bugün için tespit ettiğim hududu şudur; Merkeze doğru —okunamadı— peyda etmek şartıyla cenupta Elazığ’ın Pertek ve Çemişgezek kazalarından başlayarak bütün Dersim’i, Şakrta ve şimalde, Mazgirt ve Nazimiye kazalarını kamilen intiva etmek şartıyla — okunamadı— ve oradan garpta Koçgiri’ye kadar imtidat eyler ki Türk ocakları gözetiminde bu mıntıkayı kamilen bir an evvel idare etmek zaruriyeti vardır. Cumhuriyetin feyzi ile bunların vücdanına az çok milliyet heyecanı başladığına şüphe yoktur. Gençlerin bir az samimi, yaşlıları bir az sahtekar tavırla kendilerinin Horasanlı Türk olduklarını, Cumhuriyet idaresi sayesinde bu hakikate erdiklerini sık sık tekrar ederler. —– devamı okunamadı —–

BEŞİNCİ BÖLÜM;

”Dersim’in canlı hatta bir derece kadar candan ve sıcak tezahürlerine şahit olduk. İbrahim Tali beyefendinin istikbaline gelenler meyanında genç çocuklar el ele vererek deniz havasına uydurulmuş şarkılar okudular. Bir çok ihtiyar bir köylü kemali şeyk ile tekke edebiyatından bir parça telavet etti. Ve sonra baştan başa iyi düşünülmüş ve düşünelerek yazılmış bir tutuk icat ettiler. Bütün bunlar çok fesih, çok sahih bir Türkçe ile söylenmiş ve yazılmış idiler. ‘Kemah’ ve ‘Gümüşhane’ katırcıları ile Karadeniz yalılarından uçup gelen uynak Türk musikisi Ovacık Türklerinin vicdanına yabancı gelmediği için orada mahallileşmiş,yerleşmiş fakat ne kadar da canlaşmış idi…

Burada gördüğüm Türkçülük tezahürlerinin içinde en çok ehemmiyet verdiğim bu kısımdır. Ege(?) Kızılbaşlarının sahte Türkçülükleri arkasında, kudurmuş bir Kızılbaşlık vardır. Mamafi bu kıymesizde olsa tekerrür ede ede bir gün samimi olacaktır. Buna şüphe yoktur. Genç ruhlarının fışkırdığı Türkçe şarkılar içine muhtelif noktai nazaran mühim gördüğüm bir kaç beyiti buraya ilaveten meni nefsedemedim. Eğer bu şarkılar havaları ve makamları gibi Karadeniz yalılarından gelmemişte Ovacık’ta nazmedilmiş ise Türkçülük için bir muzaferriyettir.

Mesela;

”Vardım odasına kahve pişirir. Kenalı parmaklar fincan devşirir…”

Beyiti ne kadar berrak bir nazımdır. Sonra Kızılbaşlığın kadın Hürriyetini verdiği ehemmiyeti dereceyi gösterir; Bir beyitti adeta hırsızlayarak aldım. O beyitte gündüzlü veya gündüzlük dosttan bahsedilmektedir ki beyitin tamamıyla mahalli olduğuna şüphe kalmaz Aliyullahı aşık sevdiğini uzun niyazlarla davet ettikten sonra;

”Gel beri, gel beri gündüzlü dostum. Uydun el sözüne selamı kestin.”

Diyor ki, aşığın bu beyit ile hitap ettiği kadın oynaşıdır. Oynaş tutmak; Haftanın bir gündünüzü ”Gece olmaz” sevdiği bir erkekle geçirmek Kızılbaş kadının hakkıdır. Kadın bu hakkını istimal ederken erkekle günah addedilen fili irtikap etmez. Çünkü ziya güneş hayır işlemeyi emreder. Raporun bu vadide tafsili kelama müsait olmadığından bu bahsi kesiyorum.

Sonra genç çocuklar Kürtlük telekkilerini gösterir. Bir şarkı da okudular. Genç bir Kızılbaş kızı ağzından böylenen bu şarkının beyti şöyledir;

”Ben o Kürdü almanam ‘Almam’
ayağı çarıklıdır.”

ALTINCI BÖLÜM;

”Kürtlük terekkisindeki esbabınıda bir az sonra arz ve izaha çalışacağım. Sonra yaşlıca bir kızılbaş dedesi ki Seyyit idi, Gazi Hazretlerinin methinde altaki menzumeyi saz ile aşık makamı ile okudu.”

‘Bir sardı dünyayı
bütün arz ve semayı
Türk halaskarı
yadet Gazi Paşayı’

‘Alkışla Türkiyayı
titretti Avrupayı
muhakkak kurtaracak
bütün bu asyayı.’

‘Padişahlar bir zaman
zulmederdi bi aman
istilaya uğrarken
yetişti çok kahraman’

‘Açtı isiklal harbi
düşmana vurdu darbi
hak müyesser eyledi
kurtardı şarkı garbi.’

‘Cumhuriyet kurdular
tekemmülü hak gördüler
kudretini görünce
düşmanlar hep durdular
ne zannettin…’

‘Kahramanlık haliniz
medeniyet yolunuz
birlikte feyzalırız
Türkçe söyler diliriz… Alkışla’

‘Kurdular yeni devlet
mezhepler idi hep illet
taassubu attılar
vahdet buldu bu millet. Alkışla’

”Bu tekinin duası
Bu idi aslı esası
affu adalet oldu
Sildi gönüllerde pası..
Ne zannettin…”

Alişer ismindeki bu kızılbaş Türk şairi bu methiyesini bir kefaret olarak yazmamış olsa idi ne iyi olacaktı. Mamafi velev ki Koçgiri isyanındaki günahlarının verdiği vicdan azabı ile olsun bu rücü mukaddes bir cücudur. Vaziyeti tamamıyla anladıklarının bir delilidir.

Kürtlük nereden çıkmış ve nasıl terekki etmiştir. Şimdi de bunu arz ve izaha hayret edeceğim;

Kürtlük amiyane bir teşbin olmakla beraber tamamıyla ”Kortluk”luktur. Medeniyetin kovaladığı, cemaatlerin hariç ez kanun itibar ettiği bedbaht mahlukatın vahşet ve abat içinde dağılması; Hiç durmadan hiç bir yerde dikiş tutturamadan dağdan dağa, dereden dereye mütemediyen gidip gelmesi ile teşekkül veya tevekkün etmiş bir cemaattir. Kürtlük içinde; İrani,Süryani,Asuri,Ermeni,Arap her cinsten insan vardır. Ve bu insanların beşer onar kelime karıştırmasıyla Kürtçe vücuda gelmiştir. Doktor ”okumamadı” Kürtler ismindeki kitabın Türkçe’ye tercümesinde ”Kürtler Zengenelerdi” diyor. O zengeneler ki Hindistan şarkinden Avrupayi garbiye kadar daima kanun harici addedilir.

Bu denli, bu hukuksuz, bu iptidai kalabalığın isim ve lisanı nasıl olmuşta bu rütbe yükselmiş ve tarihte devlet kurmuş, mühim roller oynamış, Kara ve Akkoyunlular gibi cesim Türk aşiretlerini, Zazalar gibi İran Türklerini temsile muvafakkak olmuştur.

Bunun birinci sebebi; İlk Kürtlerin hukuksuz,binaenaleyh ser azat ve gayri mükelleş olmasıdır. Tevaifi melik ve yahut Osmanlı Devleti’nin gayri Türk eyalet beyleri zamanında ezilen kahirane aşiretlerin efradı mütemadi ve müteakip zulümlerden, intikamlardan kurtulmak için Kürt hayatına intikal eder ve Kürtler gibi yaşamaya mecbur idi. Bu mecburiyet seciyeyi harapedecek kadar uzun devam edince bu kimselerin Kürtlüğe temessülleri gayet tabi idi. Bunun tarihimizde pek çok misalleri vardır.

İkinci sebep; Derebeylerinin ecirlerini ikinci derece insan addeylemesi ve binaenaleyh kendilerine sığınan yurtsuzlara Kürt muamelesi yapmaları ve onlarla yalnızca Kürtçe konuşmaları olmuştur.

Üçüncü sebep; Bu zümre içine kesif aşiretler haline İranileşmiş Türklerin gelip yerleşmemesi

Dördüncü sebep; Yukarıda arz ettiğim gibi Türklüğün Sünnilik ifade etmesi.

Beşinçi sebep; Türk olan mütesellimlerden, Celalilerden hatta jandarmalardan gizli konuşa bilmek, mahrem hususatı —okunamadı– kaygısı.

Altıncı ve en müessir sebepte; Osmanlı hükümetinin son iki asır zarfında gayri Türklere mümaşaat ederek vasi imtiyazlar vermesi. Kürtçe konuşanlar içinde bilhassa şehirli ve görgülü olanlarda Kürtlüğü gurur ve iftihar ile kabul edenler varsada bir çok köylüler kendisinin Kürt olduğunu içini çekerek, boynunu bükerek itiraf eder. Ve hemen hepsi gözdeliğin iptidailik, köylülük, yarıcılık ve –okunamadı– vahşilik ve zavallılık olduğuna kanıdır.

Çemişgezek ile Elazığ arasındaki yolda rastladığımız beş on köylü içinde bir kaçı giydikleri pamuk bezi, cepken ve şarvarlarını, sardıkları hafif kuşakları ve açık, mütebessim çehreleri ile cerubi Toros yörüklerini andırıyorlardı. Söz arasında saf ve günahsız varlıklarını tenzih için kendilerinin Türk ve yanındakilerin Kürt olduğuna izahata mahal bırakmadan söyleyeverirler. Fakat ötekiler Kürtlük —Okunamadı— dolayı tessür izhar ettiler. Filhakika biz Kürtçe konuşuruz ama ‘Ehli —-‘ itaat ederiz. Asi değiliz demek istediler. Hem yakında görürsünüz biz de medeni oluruz demeyi unutmadılar. Bu muhavere Kürtlük telekkisine oldukça vazin bir delildir.

Hülasa, Kürt lisanı dağ lisanıdır. Kürtlük küçük küçük köyler halinde ve hatta dağlar içinde yaşadıkça Türk olamayacaktır.

Türkocakları Müfettişi ve Muş Milletvekili Hasan Reşit TARİH: 27.12.1931

Rapor’a dönecek olursak, Hasan Reşit Tankut tarafından hazırlanan bu rapor bilimsel olmamakla beraber yapmış olduğu gözlemler vermiş olduğu rapor içerisinde çelişen noktalar oldukça fazladır. Tankut, Zazaları Kürt kimliğinden koparmak isteyen düşüncenin ana akımcıları arasındadır. Kendisine ait ”Zazalar Üzerinden Sosyolojik Tetkitler” kitabı bulunmaktadır. Bilimsel verilere dayanmadan insanların yüzlerine bakarak ırklarını belirlemiştir. Bilinen en ‘ünlü’ çalışması Güneş Dil Teorisi’ne Göre Dil Tetkikleri kitabıdır.

Raporun hem çarpıtılarak hemde abartılarak sunulduğu apaçık ortadadır. Örneğin ‘ALTINCI BÖLÜMDE’ yer alan şiir Alişer Koçgiri’ye ait bir şiir olmamakla beraber muhtemeldir ki dönemin şartlarıyla beraber İsmet İnönü’ye ”Alişer’i de yola getirdik.” mesajını vermektir. Raporun yayımlandığı yıllarda Alişer’in faaliyetler yürüttüğünü Alişer adına daha önce açıkladığımız belgelerde görmekteyiz. Bu marş şeklindeki şiirin Bitlis ve bir çok şehir de benzerleri olan propaganda amaçlı halk arasında dolaştırılan marşlardan başka bir şey değildir.

‘BEŞİNCİ BÖLÜMDE‘ yer alan beyitlerle ilgili ‘Türkçülüğe’ dair derin umutlar taşıdığını görmekteyiz. ‘Temenni’ ettiği gibi bu beyitler Dersim’e gelenler tarafından öğretilmiş,beyitlerin çıkış yeri Dersim değildir. Nitekim son cümlesinde ”Eğer bu şarkılar havaları ve makamları gibi Karadeniz yalılarından gelmemişte Ovacık’ta nazmedilmiş ise Türkçülük için bir muzaferriyettir.” demektedir. Yine aynı bölümde (Rapor genelinde) kadın tipolojisi üzerinden Kürtlerle-Zazaların ayrı olduğunu ”Ayağı çarıklı Kürd’ü almam” beyitine bağlıyor. Fakat aynı rapor içerisinde Şafii Kürtlerle – Alevi Kürtler arasında ufak bir soruna da denk gelmiyor. Ufak bir kıvılcımdan büyük bir ateş yaratma derdinde olan Tankut, buradan ”Türkçülük” için bir umut ışığı yakalayamıyor. Kendi ifadesiyle, Alevilerin Türklere ‘kafir’ dediğini de ekliyor.

Raporun son bölümünde ‘Kürtlerle’ ilgili kısımda hem hakarete varan yorumlar yapmış hemde kendisiyle büyük çelişkiler yaşamıştır. Köylü Kürtleri ”zavallı” olarak nitelendirirken yine aynı Kürtlerin tarihte nasıl ‘devletler’ kurduğuna şaşırıp kalmıştır. Muhtemelen Kürtleri tarif ederken ”Kortluk” diye ifade etmesi, ”Kart-Kurt” tezlerinin Türk Tarih Kurumunda kendisine ait olduğunu gösteriyor. Zengan derken İran’da yaşamış Zend Kürd Hanedanlığını kastetmemekle beraber Kürtlerin Hindistan’dan gelen çingeneler olduğunu ifade etmiştir. Kürtlerle alakalı ‘Altıncı sebep’in izahını giriş bölümünde yapmıştım..

Dersim bölgesi için yürütülen asimilasyon politikaları toplumsal karşılık bulmayınca 1937 yılında ‘tunç el’ büyük bir soykırım gerçekleştirerek tarihte eşine az rastlanılan bir katliama imza atmıştır.

Palu ve Çapakçur arasında karşılaştığı çocuğun sözleriyle bitirelim;

-Türkmüsün?

+Hayır Kürdüm,Zazayım.

Raporun bir kaç bölümü…

Bitlisname.com kaynak gösterilmeden yayımlanamaz…

KAYNAK;

Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyet Arşivleri