Said-i Kurdi, Üniversite için Padişah’ın kapısını çalıyor. Said-i Kurdi’nin bu talebini ”ayrılık-bölücülük” olarak gören Zaptiye Nazırı ve Said-i Kurdi arasında son derece sert bir tartışma yaşanıyor. Nazır, Said-i Kurdi’ye ”Maaş al, Kürtler için Üniversite talebinden vazgeç ” çıkısı yapıyor. Said-i Kurdi’nin cevabı aşağıdaki gibidir.

Zaptiye Nâzın: “Pâdişâh sana selâm etmiş, bin kuruş da maaş bağla­mış. Sonra da yirmi-otuz lira yapacak” dedi.

Cevaben: “Ben maaş dilencisi değilim, bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istedi­ğiniz rüşvet ve hakk-ı sükûttur.”

Nazır: “İrade’yi reddediyorsun, trade reddolunmaz.”

Cevaben dedim: “Reddediyorum. Tâ ki Pâdişâh darılsın, beni çağırsın, ben de doğrusunu söyleyeyim.”

Nazır: “Neticesi vahimdir.”

Cevaben: “Neticesi deniz olsa geniş bir kabirdir. İdam olunsam bir mil­letin kalbinde yatacağım. Hem de İstanbul’a geldiğim vakit hayatımı rüşvet getirmişim, ne ederseniz ediniz.

Bunu da ciddî söylüyorum; Ben isterim ki, ebnâ-yı cinsimi bil-fiil ikaz edeyim ki, devlete intisâb hizmet etmek içindir, maaş kapmak için değildir. Hem de benim gibi bir adamın millete ve devlete hizmeti nasihatladır. O da hüsn-ü tesirledir. O da hasbîlikledir. Bu da garazsızlık, o da ivazsızlık, o da terk-i menâfi-i şahsiye iledir. Binâenaleyh, ben maaşın kabulünde mazurum.”

Nazır: “Senin, Kürdistan’da neşr-i maarif olan maksadın Meclis-i Vü-kelâ’da derdest-i tezekkürdür.”

Cevaben: “Acaba maârifi te’hir, maaşı ta’çil edersiniz, ne kaide iledir? Menfaat-ı şahsiyemi menfaat-ı umumiye-i millete tercih ediyorsunuz.”

Nazır hiddet etti. Ben dedim: “Ben hür yaşamışım. Hürriyet-i mutlakanın meydanı olan Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Bana hiddet fayda vermez, nafile yorulmayınız. Beni nefy edin, Fizan olsun, Yemen olsun ra­zıyım. Siz de pînedûzluktan ve yamacılıktan kurtulursunuz. Ben de yük­sekten düşmekle incinmekten kurtulurum.”

Nazır: “Ne demek istiyorsun?”

Cevaben dedim: “Sigara kâğıdı kadar ince ve nizam namıyla bir perde­yi bu kadar feverân-ı efkâr ve hissiyata karşı herkesin üstüne örtmüşsünüz. Herkes altında, sizin tazyikınızla meyyit-i müteharrik gibi inliyor. Ben ace­mi idim, altına girmedim, üstüne düştüm. Suret-i telebbüsüm gibi ahlâkım da sakîl idi. Bir kere Mâbeyn’de yırtıldı. Şişli’de bir ermeninin evine düş­tüm, orada yırtıldı. Şekerci Hanı’na düştüm, orada da yırtıldı. Tımarhane­ye düştüm, şimdi de tarassuthâneye düşmüşüm. Hâsılı, siz de o kadar ya­macılık yapamazsınız. Ben de incinirim.

Hem de Kürdistan’da iken sizi iyi bilirdim. Bu ahval sizin serâirinizi bana iyi öğretti. Bahusus, tımarhane bu metinleri bana iyi şerh etti. Hem de bu hallere teşekkür ederim. Zira su-i zan makamında hüsn-ü zan eder idim.”

Bedîüzzaman Molla Said-i Kurdî