Baleş [ya da Baleleş). Thomas Artsruni’nin Geschichte (tarih), 1887 Petersburg basımı, sf. 110]: Ermeniler Bitlis kentini böyle adlandırmışlar. Yunanlılar ve Bizanslılar ise «JLuaoûpo) BaJuıiıu», şeklinde adlandırmışlar. Etrafı çevrili yer anlamındadır. Ermenilerin Baleş diye söyleyişini, Araplar Badlis olarak değiştirdiler. Bidlis veya Bitlis adı ise müslümanlıktan bu yanadır.

BİTLİS

Wilhelm Köhler

Çev: Haydar Işık

42°4 doğu meridyeni ile, 38°23 kuzey paralelleri arasındadır. Van Gölü’nün 20 km. güney batısında, Seert (Siirt)’in 50 km kuzey do’ğusuna düşmektedir. Ahlat’ın ise 40 km. güneyine düşer.(2).

Bitlis Çayı’nın iki yakasındaki, vadi çukurundadır. Bitlis Çayı, gerek kentin içinde, gerekse dışında birkaç yan kol tarafından beslenir. Cuinet’in 1890 yılında yaptığı tahminlere bakılırsa, Bitlis kentinde 8300 evde 38.886 insan yaşıyordu. Bunların 20.000’i Müslüman Kürt, 16.086’sı gregorian Ermeni, 200’ü protestan Ermeni, 1800’ü Yakobit idi. Kentte 15 cami, 25 mescit, 4 tekke ve Gregorian Ermenilere ait olmak üzere de 4 kilise vardı.(3).

Kentin ne zaman kurulduğu kesin bir şekilde tam bilinmemekle beraber, önemli bir bölgede bulunması, stratejik değeri olması, yani Van Gölü ile Mezopotamyayı birleştiren yolun üzerinde olması, özellikle kuzeydeki dağlık bölge ile güneydeki ovalar arasında olması, onlan birbirine bağlayan yolların Bitlis’ten geçmesi, kentin çok eski tarihlerden beri kurulmuş olabileceğini gösteriyor.

– Mir İbrahim Akkoyunlulara karşı 8 kişi kaldığı Bitlis kalesinde savaşıyor.

Thureau-Dangin, l.Ö. 721-705 yıllan arasında hükmeden Sargon’un İ.Ö. 714 yılında Urartu sınınnda, bir casusluk merkezi olarak inşa ettirdiği ve olağanüstü sağlam yaptırdığı Uaiais kentinin bugünkü Bitlis’in yerinde olduğunu söylemektedir.(5) Bu iddiaya Lehmann-Haupt (6) karşı çıkıyor, onun söylediği yer Bitlis’in 7 km. güneyindeki ve Lynch’in resmini verdiği Delikli Taş Tünelidir.(7) Aynca Delikli Taş’ın (düzelten Yaşar Abdulselamoglu) dinamit kullanılarak yapıldığını, modern zamana ait olduğu görüşündedir.8 Evliya Çelebi de Delikli Taş’tan bahsetmektedir.(9) Balâdhorî, Araplann 20 Hicri 640 tarihinde Van Gölü’ne doğru ilk ilerlemelerinde, bu tünelden geçtiklerini anlatmaktadır.10 Bunun gibi Georgius Cyprius da (600’lü yıllarda) aynı tünelden bahseder.(11)

Gerek Cuinet, gerek Lynch, gerekse diğer araştırmacıların yerli halkla yaptıkları söyleşide, bu tünelin Semiramis’e ait olduğunu duymuşlardır.(12). O halde tünelin çok eskilerden kalma olduğunu söylemek olanaklıdır. Eski olmaya eski olan tünel ya eski Ermenilerden ya da Haldeyilerden kalmadır. Şayet Thureau-Dangin, Lehmann-Haupt’a karşı haklı ise, o takdirde Hommel’in(13) Balaleş adının sonralan Wajajis, daha sonraları da lehçe olarak Uaiais biçiminde söylenmeye başlandığı görüşü ilginç olsa gerek. Van Gölü’nün çevresinde oturup gelişen Haldeyilerin özellikle bu tünele ilgi duyduklan söylenebilir. Kuzey güney bölgesini en kısa zamanda başkent Van’a bağlayan ekonomik ve stratejik değerde yollar yapılmıştı. l.Ö. 800 yıllarında Menuas (14) ekonomik nedenlerle başkent Van’a en kestirme ve güvenli yolların yapılmasmı öngörmüştü. Çünkü bu yollara ihtiyaç duyuyordu. Bu kestirme yolları yaparken kayaları parçalamak eskiden olanak dahilindeydi. Layard bu durumu şu örneklerle ispatlamaya çalışıyor. Nemrud yakınlanndaki harabeler ile, Zap’ta gördüğü ve Arapların Negüb dedikleri tünelin İ.Ö. 900 yıllanndan önce yapıldığı kanısındadır.(15) Ksenefhon’un Bitlis’ten bahsetmemesi doğaldı.(16) Çünkü etrafı düşmanlarla çevrili bir alanda zor ve tehlikeli yollardan geçmesi gerekiyordu. Ksenepfon’un Onbinleri, Karadeniz’e ulaşmak için, yürüyüşlerinin engellenmeyeceği batıdaki daha rahat yollardan hareket ettiler. Araplar, bundan bin yıl sonra Ermenistan içlerine akınlarını Bitlis üzerinden yaparlarken, Mezopotamya’yı çoktan egemenlikleri altına almışlardı. Arkaları güvenlik içinde olan Arap ordusu, düşmanın iç karışıklıklar yüzünden zayıf olması nedeniyle, kayda değer bir dirençle karşılaşmadan, ilerlemesine devam edebilmişti. Balâdhorî’nin kaydettiğine göre, Van Gölü’nün batı ve kuzey bölgeleri bu surede savaşılmadan Arapların eline geçti. Tüm modern seyyahlar gibi, Evliya Çelebi de Bitlis’in Büyük İskender tarafından yapıldığı rivayetini anlatmaktadır. Oysa İskender hiçbir zaman orada olmamıştır. Fakat yaptıklarıyla, Doğu’da kendinden önce hükmedenleri gölgede bıraktığı için, yapmadığı bir çok şey ile ondan çok önce yapılanlar ona maledilmiştir. Geçen yüzyılın ortalarında Bitlis’e giden Layard, orada tarihi eserleri görememiştir.(17) Ne varki, Şerefeddin bir taşa kazınmış elinde yılan tutan insan resminden bahsetmektedir. 16. Yüzyılın ikinci yarısında yazdığı Şerefname’de, bu taşın kale duvarında olduğunu anlatmaktadır.18 Layard bunu çok aramasına karşın bulamamıştır. Müslüman tarihinde, Bitlis’ten ilk defa 20 Hicri 640 tarihinde bahsedilmektedir.

Cihad’a çıkan Arap orduları, Bitlis üzerinden Ahlat’a kadar ilerlerler. Sonra da Bitlis’e hükmeden Ermeni Beyini aynı zamanda Ahlat ve çevresinin vergisini de toplayıp vermeye zorlarlar. Yukarıda anlaşıldığı gibi, bu bölgeler II. Hosrev Parwez (591-628) tarafından 591 yılında Doğu Roma İmparatorluğuna bırakılmışlardı. Araplar, ilk gelişlerinde buralarda tutunamadılar. Çünkü İmparator II. Konstantin (641-668) bir sefer düzenleyerek, Rşümikh Beyi Theodoros’u cezalandırmak istedi. Bitlis’in sahibi olan bu bey ise, imparatora karşı Araplardan yardım istedi. Bunun üzerine Araplar 654 yılında bu bölgeleri tamamen işgal ettiler. Bu tarihten sonra, 850 yılında tekrar Bitlis’ten bahsedildiğini görüyoruz. Ermeni kralı I. Aschot (890 yılmda ölmüştür) 850 ydında Arapları Muş’ta bozguna uğratırken, Araplar Bitlis’e kaçmak zorunda kaldılar. Sonra da kralın annesi Rhiph’e sığınarak, geri çekilmeleri için izin istediler.

Bitlis 1140 yılında merkezi Ahlat’ta olan Suqmani sülalesi tarafından alınır. Suqmani sülalesine Ermeni şahları da denirdi. Bunlar Selçuklulara vergi vermek zorundaydılar.(20)

Daha sonra, Bitlis, yeniden müslümanlann eline geçti. 1140 yılından sonra, ne Hiristiyanlar ne de Ermeniler Bitlis’te artık bir daha hükümet etmemek üzere siyasal arenadan çekildiler. 1140 tarihi gerek Bitlis tarihinde gerekse Kurdistan tarihinde yeni bir devrin başlamasına neden oldu. Suqmaniler, Bitlis’i 1180 yılına kadar ellerinde tuttular. Aynı yıl, bu hanedanın varlığı Eyyubiler tarafından ortadan kaldırıldı. Suriye ve Mısır Sultanı Sultan Selahaddin (1171-1193) (21) yeğeni Malik al Eşrefi Bitlis beyliğine atadı.(22) Sultan Selahaddin Kürt asıllıydı. Melik Eşrefi kardeşi Melik Awhad izledi. Malik Awhad 1207 yılında Ahlat’ı kendi topraklarına kattı. Bunun ölümünden sonra (1210-1237) yine bu bölgeler Melik Eşref’in yönetimi altına girdiler. Eyyubiler, 1245 yılına kadar bu bölgede hüküm sürdüler. Jakut (1178-1229), Bitlis’in ve bahçelerinin güzelliklerinden elmalarının nefis oluşundan bahsederken(23) Abulfida (1273-1331) ise, kent surlarının kısmen hasara uğradığından bahseder.(24) Bu arada Bitlis korkunç bir felakete uğrar. 1231 yılında Çormagun yönetimindeki Moğol orduları, Bitlis kentini tamamen yakarlar.(25) Moğollar, Hulagu’nun yönetiminde Bağdad’ı yaktıktan sonra tekrar bu bölgeye çullanbırlar. Ermeni tarihçilerine gore, 1260 yılına kadar Kürtler Bitlis’te daha henüz çoğunlukta değillerdi. Daha çok burada Ermeniler yaşamakta idiler. Bu durumu modern Ermeni tarihçisi Michael Tschamtschean (Çamçean) şöyle açıklamaktadır. Moğollar, Bağdat ve kuzeyine düşen ülkeleri, yani Dicle’nin kuzey bölgelerini işgal ettiklerinde, Kürt beyleri çevre dağlarda bağımsızlıklarını korudular. 1375 yılında Ermeni krallığının ortadan kaldırılmasından sonra da, krallığın topraklarını “Medler” işgal ettiler. (27).

Medler ya da diğer adıyla Kürtler, “Ermeni kenti Baleş’i (Bitlis) de işgal ettiler.” Bütün bu bölgeler 1392 yılında Timur’un (1369-1405) eline geçti. Timur, Muş ovasına geldiğinde, Bitlis Beyi Hacı Şeref, kalenin anahtarlarını teslim etti. Bunun üzerine Timur, Bey’e kendi topraklarının dışında Pasin, Avnik, Melazkerd bölgelerini de armağan etti. Timur’un ölümünden sonra oğulları arasında kargaşalık ve iç çekişmeler başladı. O zamana kadar Mısır’da hapiste tutulan Kara Yusuf (1420 yıhnda ölmüştür) tekrar Azerbaycan’ı kendi yönetimi altına aldı.

Kara Yusuf, 1417 yılında yakın dostu ve aynı zamanda damadı olan Bitlis Beyi Melik Şemseddin’e ve onun neslinden gelenlere Bitlis ile Bitlis’e ait bölgeleri bıraktı. Şemseddin çok bilgili ve ülkesini iyi yöneten bir hükümdardı. Ülkesinde bir çok kervansaraylar yaptırdı. Halkın refahına yönelik çok sayıda kuruluşlar inşa ettirdi. Kendi adına para bastırdı. Sonraki beylerin zamanında bu dostluk yerini düşmanlığa bıraktı.

Karakoyunluların üçüncü beyi olan Cihan Şah zamanında (ölümü 1467) 1460 yılında Bitlis zaptedildi. Cihan Şah’ın ölümünden sonra, yönetim Akkoyunlu Uzun Hasan’ın (1467- 1478) eline geçti. Bitlis 29 yıl Akkoyunluların zorba yönetimi altında kalır. Bu süre içinde Bitlis Beyi İbrahim, Akkoyunlular tarafından esir tutulur sonra da onu idam ederler. İbrahim Beyin oğlu Muhammed 1494 yılında Bitlis’i Akkoyunlulardan kurtarır. Fakat 1497 yılında vefat eder. Yerine henüz küçük olan oğlu İbrahim geçer Amcasının oğlu Emir Şeref buna karşı çıkar. Bunun üzerine İran Şahı İsmail’den (1499-1523) yardım ister.

Bitlis, İranlılar tarafından 1507 yılında zaptedilerek Iran’a bağlanır.’ Bu tarihten sonra, birbirine düşman iki imparatoriuk olan Osmanlılar ile Safeviler arasında Kürt bölgelerini kendi topraklarına katma yarışı başlar. Kendi imparatorlukları içinde eritmek istedikleri bu Kürt beyliklerine bazen çok, bazen de daha az bağımsızlık tanımışlardır. Olanakları elverdiği zaman Kürt sülalerine son vererek Kürt ulusunun bağımsızlık arzusunu ortadan kaldırmışlardır. Bitlis, 1507 yıhda İran’a bağlanmasından sonra, uzun süre Farslann elinde kalmadı. Şah İsmail, bu tarihlerde kendisini topluca ziyarete gelen Kürt beylerini tutuklayarak hapse attırır. Bu şekilde Kürt bölgelerinin elinde kalacağını zanneder.

Fakat ülkesi 1511 yılında ani bir Özbek tehlikesiyle karşı karşıya kalınca, bu kez iki Kürt beyi hariç diğerlerini serbest bırakmak zorunda kalır. Bu serbest bırakmadıklarından biri de Bitlisli Emir Şeref Han’dır. Emir Şeref, 1511 yılında kendi aşireti Ruzigi’ler tarafından hapishaneden kurtarılır. (29). Padişah 1. Sultan Selim (1512-1520), bu durumu oklukça iyi değeriendirir. 23 Ağustos 1514 yılında bugünkü kuzeybatı İran’a düşen Azarbaycan’da Çaldıran Meydan Muharebesinde Şah İsmail’i ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra, emrindeki eski Akkoyunlu beylerinden Yakup’un (1490 yılında ölmüştür) eski katiplerinden birini Bitlisli Kürt Mola İdris’e, Kürt beylerini kendi tarafına çekmesi için gönderir. Molla İdris, Kürdistanı iyi tanıdığından yaptığı çalışmalar sonucu 25 Kürt beyini Osmanlı padişahı tarafına çeker. Bu beyler, 1515 yılında Osmanlı padişahına bağlılığını ilan ederler. Kürtler, 1515 yılını izleyen yıllarda Osmanlılarla beraber savaşırlar. Örneğin, Mardin’in alınışında ve Diyarbekir çevresindeki savaşlarda büyük yararlılık gösterirler. Gerek gösterdikleri bu yararlıklar nedeniyle, gerekse boyun eğmez savaşkan aşiretler oluşları nedeniyle Kürtlere ayrıcalıklar tanındı. Bu suretle beş bölge Kürt beylerine ve onların soyundan geleceklere bırakıldı. Bunlardan biri de Bitlis Beyliği’dir(30).

Sultan Selim zamanında Bitlis’te Halit Bey hükmediyordu. Halit Bey öbür beylerin aksine İran şahının tarafını tutuyordu. Sonraları Selim’in eline düşen Halit Bey idam edildi. Halit Bey’in kardeşi Şeref Bey baştan beri Selim tarafını tuttuğundan, onun yerine geçti. Şeref Bey, Osmanlılardan yana büyük yararlıklar gösterdi. Cesurca İranlılara karşı savaştı. Özellikle, Nisibin (Nizip) yakınlarındaki Koçhisar savaşında (1516) Persleri ağır yenilgiye uğrattı.(31).

Bundan sonraki zamanda da Şeref Bey, İran’a karşı sınırları koruyordu. Bu durum Selim’in yerine geçen Sultan Süleyman (1520-1566) (Kanuni Sultan Süleyman) zamanında da devam etti. Sultan Süleyman, Perslere karşı bir savaş çıkarmak için bahane arıyordu. Azerbaycan’ın İranlı valisi Ulama Sultan Süleyman’a bağlılığını bildirmiş ve Bitlisli Şeref Bey’e karşı düşmanca entrikalar çeviriyordu. Süleyman, Bitlis Beyliğini kendi tarafına geçen Ulamâ’ya verdi. Bunun üzerine Ulama bir ordu ile Bitlis üzerine yürüdü. Bunu haber alan Şeref İran’a sığındı. (1533) Ulama, bir İran ordusu tarafından kovuldu. Şeref Bey yeniden Şah Tahmâsp (1523-1576) tarafından Bitlis hükümdarlığına Şeref Han unvanıyla getirildi. İran ordusunun geri çekilmesi üzerine Ulama tekrar harekete geçti. Yapılan savaşta Şeref Bey yenildi. Ulama Şeref Beyin kafasını keserek Sultan Süleyman’a İstanbul’a gönderdi. Kendisi de Van’a doğru harakete geçti.

Şeref Bey’in ölümü üzerine Rûzigi aşireti onun oğlu olan Şemseddin’i Bitlis Beyi olarak ilan eder. Bu sırada Diyarbekir’da bulunan büyük vezir İbrahim, Sultan Süleyman adına bu atamayı onaylar. Şemseddin Osmanlı ordusu ile Bağdat’a girdikten sonra kendisine Bitlis’e dönme izni verilir. Bu olaydan da gayet açık görüldüğü gibi, Sultan Süleyman bile bu büyük beyliğin çıkarlarına karşı önlem almaya cesaret gösterememiştir. Buna karşın, Sultan Süleyman, Rûzigi aşiretini beysiz bırakmak için başka bir yola başvurmuştur. 1535 yılında Şemseddin’i Bitlis beyliğinden alıp Malatya’ya gönderir. Rûzigi aşireti ileri gelenleri Süleyman’ın amacını anlarlar. Bey’in bu öneriyi kabul etmesini istemezler. Malatya’ya gitmekten vazgeçmesini isterler. Bunların içinden Sasun Beyi durumu en iyi değerlendirir. Sasun Beyi Şemseddin’e:

”Türklere güvenme” der. “Sen ailenin son ferdisin. Eğer sen de öldürülürsen, böylece Bitlis beylerinin soyu ortadan kalkar.”(32).

Bunun üzerine Şemseddin İran’a kaçar. İran sarayı tarafından şerefine yaraşır şekilde karşılanır. 1576 yılında 67 yaşında Qazvin’de ölür. Geride Şeref ve Halef adında iki oğul bırakır’ İran’daki iç karışıklıklar ve savaşlar esnasında Osmanlı Sultanı III. Murad, Halefe Melazkerd sancağının yönetimini verir. Şerefeddin ise önceleri İran’da Nahcivan Valiliği yaparken, 1578 yılında yine Sultan III. Murad tarafından Bitlis beyliğine getirilir.(33).

Bu yıllarda sürüp giden Osmanlı-İran savaşlarında, Şeref’in Osmanlılara büyük hizmetleri dokunur. Şeref 1597 yılında oğlu Abul Maani Şemseddin lehine Bitlis beyliğinden feragat eder. Bundan sonrası için O’nun hakkında herhangi bir bilgimiz yoktur. Şerefeddin Kürt tarihini yazan meşhur tarihçidir. Ancak onun oğlu Abul Maani Şemseddin hakkında da herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Evliya Çelebi’nin anlattığı Abdal Han Maani’nin oğlu olsa gerek. Ne var ki Abul Maani’den sonra beyliğin başına kimin geçtiği bilinmemektedir. Elimizdeki verilere gore, 1638 yılında Abdal Han’dan bahsedilmektedir Abdal Han, Sultan IV. Murad’a (1623-1640) bağlılığını bildirmek istemediğinden, Van Valisi Melek Ahmed Paşa tarafından 1655 yılmda Bitlis’ten sürülür ve yerine oğlu Ziyaeddin getirilir. Abdal Han zamanında Bitlis’te yaşamın nasıl olduğunu Evliya Çelebi gayet güzel anlatmaktadır.(34).

Evliya Çelebi’nin anlattıklarına tanık olup aynı dönemde yaşayan Fransız seyyah Tavernier 1655 yılında Bitlis’e yaptığı seyehatte gördüklerini şöyle dile getiriyor. “Kürtlerin ülkesine seyahat yapmak gerçekten çok güzel bir olay” der. Özellikle Bitlis Beyinin konukseverliğinin anılmaya değer olduğuna dikkati çeker. Han’ın en özgür Kürt beylerinin başında geldiğini anlatır. 20-25.000 süvari de yine çok sayıda piyadeyi bir araya toplama olanağına sahip olduğunu yazar.

Tavernier’den önceki Seyyah Jakut ve daha sonraki seyyahlar, Bitlis’in meyva bahçelerinden özellikle elma bahçelerinden övgüyle bahsetmektedirler.

1685 yılında Bitlis’e gelen Jesuit Misyonu, Han tarafından dostça karşılanır. Bundan sora da 18. yüzyülın ikinci yarısında Kürtler arasında yaşayan papaz Garzoni’ Bitlis üzerine bilgiler veriyor. Kürtler arasında 18 yıl yaşayan Garzoni Kürdistan’ı aralarında bölüşen bu 5 Kürt beyliğinin en önemlilerinden birinin Bitlis beyliği olduğunu anlatıyor.(35)

19. yüzyıhn otuzlu yıllarında bile Bitlis beylerinin bastırdığı bakır paraların daha piyasada olduklarını görüyoruz. 1840 yılında Bitlis’te bulunan Ainsvwort Kürt beyinin Avrupalılara karşı iyi davranışını övmektedir.

1849 yılında Reşid Paşa son Bitlis beyi Şerif’i ağır savaşlardan sonra esir alarak İstanbul’a sürgüne gönderiyor. Bu tarihten sonra Bitlis, bir paşa tarafından yönetilmeye başlar. Yukarıda da anlattığımız gibi, Osmanlılann merkezi yönetimi daha 1515’li yıllardan itibaren Kürt ulusunun kendi kendini yönetme istemini kırmak için çaba sarf ediyordu. Kürdistan’ın sınırlarında oluşturulan valiliklere, usulen Kürt beylikleri bağlanmıştı. Savaş hallerinde Kürt beyleri ya bizzat ordularının başlarında ya da belli sayıda askeri birliği Osmanlı ordusuna katılmaya gönderiyorlardı. Kürdistan’ın sınırlarındaki Osmanlı eyalet valileri, Kürt beylerinin üstünde gösterilmelerine karşılık, beylerin güçlü iktidarları nedeniyle ya onların iç işlerine hiç karışmamışlar ya da çok ender olarak ve belli bazı hallerde onlara müdahale etmişlerdir. Evliya Çelebi zamanında Bitlis Kürt Beyliği Van eyaletine bağlıydı; sonraları tahminen 1830 yılında ise, Erzurum’a bağlandı. 1875 yılında Bitlis, üçüncü dereceden Vilayet yapıldı. 1889 yılında ise ikinci sınıf haline getirildi. Önceleri Bitlis vilayeti 4 sancaktan meydana geliyordu.

Bunlar: Bitlis, Siirt, Muş, Genç sancaklanydı. Bu sancaklar da 19 kazaya bölünüyordu. 1890 yılında burada 398.625 insan yaşıyordu. Bunların 40.000’i Kürtlerdi. Yukarıda bahsedilen bilginlerin dışında, Osmanlı tarihini yazan ilk insan kişi olan İdris ile Kürtlerin tarihini yazan Şerefeddin ve şair Şükrü Bitlislidirler. Şükrü’nün 1521 yılında yazdığı Selimname, l. Selim üzerine şiirlerini içeriyor. Bir el yazması “Selimi’in Zaptettikleri Yerler” adı altında Viyana’da bulunmaktadır. Bitlis, bugün bile Kuzey Kürdistan’ın ticaret ve politik merkezi durumundadır.

(Düzelten: Yaşar Abdülselmaoğlu)