Bitlis denince akla hemen ‘Bitlis’te Beş Minare’nin geldiğini söyler herkes ki buna Bitlislilerin çoğunun kendileri de dahildir. En azından 70 yaş ve altı için bu öyledir. Zira 70 yaş ve üzeri olanlar, Bitlis’te herhangi tarihi beş minarenin olmadığını ve üstelik bu söylemin de 1970’li yıllarda Kürdçe bir ağıtın Türkçe sözlerle yazılarak, dizelerindeki ‘Beş Minare’ye istinaden ünlenen türküden dolayı olduğunu bilirler. Herhangi bir merak, sorgulama ve araştırma da olmadığından, Bitlislilerin kendileri de kadim şehirlerinin o eşsiz tarihi zenginliklerini bu tür içi boş ve temelsiz söylemlere kurban ederek bilinmemesine hizmet etmekteler. Yani kısacası Bitlis’te öyle beş tarihi minare olmadığı gibi şehrin tarihteki sembolü de binlerce yıllık kalesidir. En az 7 000 yıllık kadim kalesi ki zaten Bitlis, üç ayrı surlardan oluşan kaleden ibaret bir yerleşim yeriydi tarih boyunca. Bitlis denince akla sadece kalesi gelmezdi. Özellikle 1200’lerde başlayıp ta 1700’lere kadar zirvede kalabilmeyi başarmış medreseleri ile de bilinirdi Bitlis. Sadece Müslüman Kürd alimleri ile değil vilayetin binlerce yıllık müthiş manastırlarında yetişen Ermeni ve Süryani din adamları ile de ünlüydü. Çevre şehirler ve hatta ülkelere namı yayılmış olan Bitlis medreseleri, zamanında Semerkant, Buhara, Bağdat ve Halep ile yarışırlardı. Bu medreseler ki Şark edebiyatına onlarca şair ve kalem tutan önemli şahsiyetleri yetiştirmiştir.

Baran Zeydanlıoğlu

Bitlis Salnameleri, yani yıllıkları incelenirken, I. Dünya Savaşı öncesi yayımlanmış olan baskılarındaki verilerde şehrin ve vilayetin demografik, dinsel ve mezhepsel verilerine sadık kalındığı ancak, 1925 sonrası basılan sayılarında bariz tahrifat olduğu göze çarpar. Öyle ki Şark Islahat Planı Kararları 1926 tarihli Bitlis salnamesine olduğu gibi yansımış bir şekilde çıkartılmıştır bu sayıları. Bu tekçi ve çarpıtma dolu içerikler 1970’li yıllarda çıkarılmış olan Bitlis Yıllıklarında da olduğu gibi yeralmışlar. Zira Bitlis medreselerinin yetiştirdiği tüm alim, mevlana ve şeyhleri ya Türkmen, Gürcü yapmışlar, ya da Acem veya Arap.

Mesela ünlü şair ve yazar Şükri Bitlisi’yi (ö. 1531) bile Türkmen yapmışlar. Öyle ki yıllığın 1971 basımında ’Latifi Tezkiresinde bu şair için Kürdistanlıdır denilmektedir. Bu onun Kürt olduğuna delalet etmez’ ek ibaresini dahi düşmek zorunda kendilerini hissetmişler. Çünkü Şükri’nin Türk şairler arasındaki lakabı Şükri Kürdistani’ydi. Osmanlı döneminden birçok kaynakta Şükri için aynı tanımlama kullanılırken, ünlü şairlerinden hem Kınalızade Hasan Çelebi hem de Aşık Çelebi Tezkirelerinde ’Kürd Şükri’ olarak şairimizden bahsederler. Mesela Aşık Çelebi şöyle yazar:

Kürd Şukri, altı dilde gazel söylemekle övünür. Sultan Selim’e takdim ettiği Fahriye’ si vardır’

Bunların dışında Şair Şükri birçok diyarı gezmiş ve birçok dil bilen Bitlisli bir Kürd olup, önceleri Türkmen beylerinin hizmetindeyken sonrası Bitlis Rojkan hükümdarı IV. Emir Şeref’in nedimi olmuştur. Altı dile hakim olduğu kendisi tarafından da dile getirilen Şükri, daha sonra İstanbul’a gitmiş ve sarayın itibarlı şairleri arasında yer alarak Sultan Selim üzerine manzum, yani şiiersel anlatım ile ’Selimname’ adlı bir eser yazmıştır. Eseri, Selîmînâme, Fütûhât-ı Selîmiye, Fütûhât-ı Selîm adlarıyla da bilinir.

Selimname

Aşağıdaki cümleler Şair Şükri’ye aittir:

“Şairem üşte ortalıkta sözüm

Altı dilde gazel dirdim men özüm

Türkî dirmen revân Nevâyî gibi

Farisî’de hemân Nebâyî gibi

Arabî söylerem velî Kürd’üm

Ayıb söz Tangrider budur hordum

İrmenî dilini kemâlince 

Bilürem Hindî dahi hâlince”

Ne yazık ki sadece Türkçe kaleme aldığı Selimname adlı eseri ve tarihe ait manzumeleri bilinmektedir. Eserinin sonunda verdiği biyografisinde aklî ve naklî ilimlerden anladığını, mûsikiyle ilgilendiğini, tambur çaldığını belirtir. Çağatay Türkçesi ile Farsça, Ermenice, Arapça, Kürdçe ve Hintçe bildiğini yüzme, binicilik ve okçuluk sporlarıyla uğraştığını kendisi ifade eder. Büyük ihtimalle Kürdçe Farsça ve Arapça eserleri de vardır zira bunlar Bitlis medreselerdeki yazı diliydiler. Ancak günümüze kadar gelen herhangi somut bir eser ne yazık ki mevcut değildir.

Şair Şükri’nin oğlu da babasının izinden gitmiş bir şairdi. Bitlis medreselerinden yetişmiş olan oğlu Mela Şahabi olarak kaynaklarda geçer ki ‘Yemen Tarihi’ adlı bir eserinin de var olduğu belirtilir.

Bu arada Şükri Bitlisi’nin eseri Selimname’de onlarca münyatür bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi kendisini tasvir eden bir minyatürdür. Ortada bağdaş kurarak oturan kişi o olup, kendisinin kaleme aldığı Selimname adlı eserinde çizdirtmiştir.

Şair Şükri gibi birçok Bitlisli yazar, şair ve devlet adamı, dönemlerindeki hakim edebi ve siyasi dil odaklı eserler arkalarında bırakmışlardır. Bu eserler ağırlıkla Farsça, Türk(men)çe ve Arapça olarak kaleme alınmışlardır. 

Bitlis’in medreselerini ünü civar diyarlardaki divan şairleri, alimler ve şeyhleri Bitlis’e çekmiştir. Bu kıymetli şahsiyetlerden biri de alim şair Şems-i Bitlisi’dir. 

Şems-i Bitlisi ismi onun lakabı olup Bitlis Güneşi anlamına gelir. Asıl adı Mahmud olan alim 1700’lü yıllarda yaşamıştır. Soyunun Kadiri tarikatı lideri Kürd Şeyhi Abdulkadir Geylani’den geldiği rivayet olunur. Bu arada Geylani isminin İran’ın kuzeyindeki Gilan bölgesi isminden geldiği ve Şeyh Abdulkadir’in 18 yaşındayken 1090’larda Bağdat’a gidip oraya yerleşmesi ile kendisine Gilanlı Abdulkadir anlamına gelen Abdulkadir Gilani denilmesinden ötürü olduğunu belirteyim. 

Şems-i Bitlisi’nin büyük büyük dedeleri 1600’lü yıllarda Bağdat’tan Hakkari’ye gelirler. Orada bir mühlet ikamet ettikten sonra önce Van yakınlarına sonrasında da Bitlis’e gelip yerleşirler. Büyük dedelerinin üç kardeş oldukları yıllıklarda da geçer. Bu kardeşler Seyit Hacı Mahmut, Seyit Hacı Süleyman ve Seyit Hacı Hasan’dır. Her üç kardeş de Bitlis’te vefat etmiş ve Bitlis’te (Tıqılban, Avêh ve Kızılmecid mıntıkalarında) defnedilmişlerdir. Bitlis’in bilinen ailelerinden olan ve daha sonra Okumuşlar ve Gündoğdular soyadlarını almış aileler Şems-i Bitlisiler olarak bilinirler.

1788 yılında vefat eden Şems-i Bitlis’i, İhlasiye Medresesi bitişiğindeki türbeye defnedilmiştir.

İhlasiye Medresesi, Bitlis, 1890’lar

Şems-i Bitlis’inin soyundan olan ve 1900’lerin başında İstanbul’da Kürdçe – Türkçe yayımlanan Jîn Dergisinde yazıları çıkan Kurdîyê Bidlîsî’den de bahsedelim burada. Konuyla ilgili araştırmacı yazar Malmîsanij’ın açıklamasını olduğu gibi paylaşıyorum:

“Kurdîyê Bidlîsî” mahlasının Xelîl Xeyalî’ye değil, Bitlisli Yüzbaşı Mehmed Emin Bey’e ait olduğu anlaşıldı. Bunu ilk defa Ebdulla Zengene’nin bir yazısından öğrendik. Zengene, Kurdistan dergisinin 16. sayısında yayımlanan bir yazının fotokopisini yayımlayarak bu konuya açıklık getirmişti. Bitlisli Yüzbaşı Mehmed Emin Bey’in vefatı dolayısıyla Kurdistan dergisinde yayımlanan yazıyı Latin harflerine çevirerek aktarıyorum:

“İRTÎHAL-İ MÜESSIF

Bitlis eşrafından Şems-i Bitlisî ahfadından ve Kurdistan, Jîn mecmualarının muharriri muktedir, mütefekkir, münevver, hamiyyetmend ve cesur Yüzbaşı Emin Bey (Kurdîyê Bitlisî) şehr-i halin 22’nci günü dar-ı bekaya rihlet etdi. Şimdilik yalnız fatiha-yı şerife ithafı ile aile, akraba ve ahbabını ta’ziye eder ve gelecek nüshamızda ebedi bir yadigar olarak resim ve mezaya-yı fütüvvetkaranelerini sebt eyleriz.” – Malmîsanij, ‘1918 – 19 yıllarında Kürt basınında yazılarına rastladığımız Kurdîyê Bidlîsî kimdi?’ Ebdulla Zengene, “Jîn Govarî Serdemî Seretay Raçenînekanî Kurd”, Rojnamevanî, Jimare: 6-7, s. 196-197

Şems-i Bitlis’inin şehrin medreselerinde birçok ünlü şair ve yazar yetiştirdiği bilinir. Bunlar arasında adını ilk sırada telaffuz etmemiz gerekeni Müştak Baba’dır ki kendisi aynı zamanda Şems-i Bitlisi’nin amcazadesidir.

Diğer öğrencileri ise Seyit Uryan Baba, Şeyh Tahir-i Şami, Ahmet Faik Han, Hacı Hasan-i Şirvani ve Şeyh İsa’dır.

Bu arada seyitlik/seyyidlik tanımlamasına dair bir not da düşeyim. İnançsal/mezhepsel aidiyeti öne çıkarmak için kullanılan ve saygınlık ifade eden bir tanımlamadır. Kürdler arasında seyda kavramında gördüğümüz gibi. Yani etnik aidiyeti belirlemez ve alakası da yoktur. En iyi örnek Şeyh Ubeydullahê Nehri, Seyit Rıza ve Abdulkadir Geylani’nin etnik olarak Arap olmadıkları halde kendilerinden seyit olarak bahsetmiş olmaları gösterilebilir.

Müştak Baba veyahut Müştak-i Bitlisi adıyla bilinen şairimizin asıl adı Mustafa’dır ki daha sonra Şeyh Mustafa adını almıştır. O da eserlerini Farsça, Türkçe ve Arapça kaleme alanlardan olup Kadiri Tarikatı mensubu olarak devam etmiştir. Bitlis’e ve şehrin sahip olduğu şatafata dair çok derin anlatımlar ifade eden dizeleri kaleme almıştır. Bitlis medreselerinde aldığı mantık, felsefe ve fıkıh dersleri yanında ayrıca müzik şiir üzerine yoğunlaşma ve enstrüman çalma hususlarında da kendini oldukça geliştirmiştir. Seyit Uryan Baba’ya ithafen yazmış olduğu ve Bitlis’i konu alan bir parçasından ötürü ‘Müştak’ lakabını alır. Zira o eserin isim babası Uryan Baba’dır. Esere ‘Asar-ul- Müştak fi-eser-il-Uşşak’ adını vermiştir. Müştak hasret çeken demektir. Müştak Baba olarak anılmasının arkasındaki neden de budur. Müştak mahlası özellikle Fars divan şairleri arasında oldukça sık kullanılan bir tanımlamadır.

Asar adlı bir eserinin olduğu bilinmektedir. Ancak esere hiçbir zaman ulaşılamamıştır. Bitlis’teki Hacımusalar ailesi Müştak Babanın soyundan olanlardır ki Evliya Çelebi 1655 yılında Bitlis’e geldiğinde Hacımusa ile görüşmüştür. Çelebi şehirin önde gelen alimlerini sayarken onu kibar-i meşayih ve derin alimler listesinde saymıştır.

1825-30’lu yıllarda diyar diyar bir derviş gibi gezmeye çıkmış ve aralarında Bağdat, Hicaz, Ankara, İstanbul ve Avrupa şehirleri de olmak üzere birçok yeri yıllarca dolaşmıştır. İstanbul’da bir süre ikamet etmiş ve kaleme aldığı eserleri orada basılmıştır. Ankara’nın başkent olacağına dair bir kehanetinin olduğunu Hacı Bayram üzerine yazdığı bir şiire bağlamışlardır. Şiirindeki baş harflerin bir araya gelmesi ile hem Ankara isminin ortaya çıkması hem de 1924 miladi yılının belirmesi üzerine böyle bir yaklaşım Bitlis yıllığında da mevcuttur. 

Müştak Baba dönemin Osmanlı padişahı Sultan II. Mahmud’un nedimlerinden biri olma rütbesine de ulaşmıştır. Sultan ve saray ile olan yakınlaşması ve ilişkileri Kürd beyleri arasında huzursuzluğa neden olmuştur. Özellikle Muş beyleri bunu dile getirmişlerdir. Muş ve Bitlis Beyleri akraba idiler ki o dönem Bitlis’te Şerif Bey bulunmaktaydı.

İstanbul’dan ayrılarak Bitlis’e dönen Müştak Baba, güzergahı üzerindeki Muş’ta konakladığı vakit öldürülmüştür. Mezarı Muş’tadır. Bitlis’teki Okumuş aileleri direk Müştak Baba’nın torunlarındandırlar.

Bitlis’in alimlerine ve medreselerine değinen ünlü biri ise seyyah Evliya Çelebi’dir. 1650’lerde Bitlis’ten geçen ve Şerefxane Bedlis-i’nin torunu Abdal Han’ın misafiri olan Çelebi şöyle yazmıştır ünlü eseri Seyahatname‘de.

’ Tamamı (—) adet ilim yuvası mekanlardır. Bunlar Sultan Şeref Medresesi, Gökmeydan Medresesi, Versengi Medresesi, Hacıbey Medresesi ve Hatibiye Medresesi. Bu medreseler talebelerle dolu olup, bütün ilimler görülür. Bitlis’te Suran-ı Ardalan Ekradı (Ardalanlı Soran Kürdleri) uleması meşhurdur. Zira halkı gayetle zeki tabiatlı kimselerdir. Bu kadar medreselerden başka binlerce adet kulübelerde binlerce ilim öğrencileri nice bin ilmi, garip ve acayip fenni öğrenmektedirler.Her camide hadis alimleri, Müslim ve Buhari hadislerini ravileriyle öğrenmek isteyenlere öğretirler. 70 adet ebced okuyan çocuk mektepleri vardır. 70 adet abıhayat çeşmesi bulunmaktadır. 41 adet sebilhane mevcuttur. 20 adet tekke vardır ki bunların çoğu Nakşibendi tarikatindendir. Gülşeni Tekkesi ve Bektaşi Tekkesi de vardır.

İhlasiye Medresesi, Bitlis

Binlerce zamanın seçkin alimlerine sahiptir bu şehir. Bunlardan evvela Yek-çeşm Molla Hasan Efendi, Molla Zeynüddin, Mollazade Molla Ebubekir, Şerefiye imamı, Molla Mihrabzade Ali Efendi, Molla Cebrail, Molla Musa-i Hakkari, Molla İsrafil, Molla Buhtani ve (—) (—) (—). Buradaki hekimlerden Molla Müyesser, Molla Ramazan, Kara Sücah, Kenzi Ali ve Sarılızade eşsiz hekimlerdir. Hehirde ayrıca 40–50 adet de cerrah vardır. Menteş Bölükbaşı, Usta Haydar, Beşaretoğlu, Dafikulu ve Sayf Ali çok ünlü üstadlardır.İki binden fazla halktan el etek çekmiş, vera (takvanın ileri derecesi) sahibi ve salih kimseler (şeyhler) vardır ki, ömürleri boyunca dünya ehli ile karışığ halk kapısına varmamıştır ve haram saz ve söz sadası işitmemiştir.

Şahirde 7 kimse divan sahibi (şair) vardır. Evvela hanın divan efendisi Katibi Çelebi, Molla amazan Çelebi, Cenneti Çelebi ve Genci Çelebi’

Çelebi’nin en çok etkilendiği diğer bir husus da Abdal Han’ın o eşsiz kütüphanesidir. Bu kütüphanenin o dönemde Bitlis’te var olması, hem Bitlis’in hem de Bitlisli hükümdarların ilim, irfan ve bilginin ehemmiyeti konusundaki duruşlarını yansıtması açısından çok önemlidir. Han’ın o dillere destan, inanılmaz zengin kütüphanesini sayfalarca aktarır Osmanlı’nın en ünlü seyyahı Evliya Çelebi.

Evvela on yedi cilt melikler için yazılmış mücevher kaplı Ya’kut-ı Musta’sımi.Tamamı 1300 adet citli nefis kitaplar ve tefsirler, tarih kitapları ve 700 cilt türlü türlü başka kitaplar idi. Dahası 70 adet ciltli özel tefsirler ki her biri bin şeyhülislamda bulunmaz değerli tefsirler idi. Peygamber efendimizin hadislerinin bulunduğu ayrıca 1300 adet ciltli kitaplar var idi. Bunlardan başka Kuduri, Mülteka, Keşşaf, Kühistani, Molla Cami, manzum tecvid ilmine dair Şatıbi, manzum Cezeri ve Kamus Lugatı, Ahteri Lugatı, Şemsi Lugatı, Ibn Melek Lugatı ve Çarperi kitabı ve buna benzer binin üzeri kitaplardı. Ve 260 adet ciltli ibret verici murakka mecmuaları ki her bir sayfasında olan parçalar yüzer kuruş değer. Bir murakka ciltli mecmua da tamamı 600 varak (sayfa) idi, bütün yaprakları Sultan Beyazıd Han-ı Veli asrındaki Şeyh hazretlerinin hatları idi’.

Abdal Han’ın kendi yazdığı yetmiş altı adet Farsça, Arapça ve Kürdçe el yazmalarının, şiirlerinin ve notlarının da olduğunu anlatan, seyyah ve tarihçilerin yanında, Han’ın şahsi çaba ve girişimleri ile topladığı binlerce kitap ve el yazmasının da kütüphanesinde yer aldığını yine Çelebi aktarmıştır.

1597 yılında tamamladığı ünlü eseri Şerefname ile bilinen Şerefxanê Bedlîs-î de kıymetli eserini Farsça kaleme alanlardandır. Aralarında İhlasiye Medresesi de olmak üzere Bitlis’teki 5 medresenin kendisi tarafından 1591 yılında yaptırıldığını belirten Şerefxanê Bedlîs-î şehirdeki medreselere ve bu medreselerden yetişmiş alimlere de kitabında yer vermiştir:

Hatibiye’, ‘Hacıbegiye’, ‘Şükriye’, ‘İdrisiye’ ve ‘İhlasiye’. Bu medreseler şimdi büyük fazilet sahibi ve edebiyat adamları olan öğrenciler, bilginler ve müderrislerle dolup taşmaktadır. Örneğin Şerefiye Medresesi’nde, Şafii fıkhının dallarını çok iyi bilmek konusunda, hadis ve tefsirde bir benzeri bulunmayan Mevlâna Hıdır Bibi (Hidirê Xizani – Hizanlı Hıdır) ders okutmaktadır. İhlasiye Medresi’nde de Kürdistan bilginleri arasında yüksek himmeti ve yüce kadriyle tanınan Şeyh Şemseddin Mevlâna Muhammed Şeranşi Hazretleri ders okutmaktadır. Kendisi tefsir, astronomi, mantık ve kelam bilimlerinde tam bir yeteneğe sahiptir. Hacibegiye Medresesi’nde ise ders okutmak, fıkhı çok iyi bilmek konusunda, kanaatkarlık, günahlardan sakınma, dindarlık ve bütün durumlarında, bütün hareketlerinde dürüstlük ve doğruluk dallarına tutunmada benzeri az bulunan aynı zamanda mutasavvıf olan Mevlâna Muhammed Zırki’ye aittir. İdrisiye Medresesi’nde ise ‘Melayê Reşik’ yani ‘Siyah Hoca’ diye tanınan Mevlâna Abdurrahman, Asitane’den elde etmiş olduğu, hayat boyunca berattaki şartlar gereğince ders okutmaktadır. Bunlardan başka fazilet, edebiyat sahipleri, zanaat ve meslek adamlarından birçok kimse vardır ki, 800 kadar dükkân ve mekâna dağılmışlardır’.

Bitlis’te yetişmiş belli başlı önemli şahsiyetleri de şu keilde sıralıyor Şerefxanê Bedlîs-î:

  • Mevlâna Abdurrahman Bedlîs-î ki, mantık ve Meani konularında ünlü olan eserleri vardır.
  • Mevlâna Muhammed Berkali ki, fıkıh ve hadis bilimlerinde ün salmıştır.
  • Şeyh Ammar Yasir ki, araştırmacıların kutbu, incelemecilerin kanıtı, şeriatın durumunun koruyucusu ve tarikat adamlarının önderi olan bir şeyhti.
  • Mevlâna Hüsameddin Bedlîs-î (el-Kurdi) ki, o da bilgisine uyan bilginlerden ve Allah’ı tanıyan mutasavvıflardandı. Tasavvufta güzel bir yorum kitabı yazmıştır.
  • Mevlâna Hüsameddin’in oğlu Mevlâna İdris El-Hâkim (İdris-î Bedlîs-î) ki, kendisi bir sure Akkoyunlu sultanlarının yazıcılığını yapmıştır. Sultan Selim Han’ın meclisinin nedimlerinden olmuş, bunun üzerine şanı yücelmiş ve kadri artmıştır. Sultanı övmekte dili serbest bırakıldığından parlak kasideler yazmıştır. Osmanlıların eserlerini ve kanunlarını özet olarak kapsayan ‘Tarih-i Al-i Osman’ adlı Farsça bir kitap yazmıştır. Bu kitap sekiz padişahın biyografisini kapsadığı için ‘Heşt Behişt’ (sekiz cennet) adını vermiştir.
  • Ebülfadıl Efendi Bin Mevlâna İdris ki, o da Sultan Süleyman zamanında Rumeli defterdarlığı yapmıştır. (İdris-i Bitlisi’nin oğludur).
  • Şeyh Ebu Tahir-i Kurdî ki o da Bedlislidir ve Bedlis’in batısındaki Kosor (Zeydan) mahallesinde gömülüdür. Parlak nurlara sahip mübarek türbesi gece gündüz ziyaret edilmektedir. İranlı ünlü şair Mevlâna Nur El-Mille ve’ddin Abdurrahman el-Cami, Nefehat adlı kitabında kendisinden bahsetmiştir’

Bitlis’teki medreselerde yetişmiş önemli şahsiyetlerin listesi daha da sıralanabilir. Ancak ben o kıymetli şahsiyetlerin bazılarının isimlerini zikrederek yazımı Şerefxanê Bedlîs-î’nin Bitlis’in ilim ve irfanlığı üzerine olan sözü ile bitiriyorum.

Ahmet Faik Han: Şerefhanlardan olup 1700’lerde Bitlis’te hanlık da yapmış bir şairdir. Birçok divanı olduğu gibi hocası olan Şems-i Bitlisi için bir de mersiye kaleme almıştır. Sufi bir anlayışa sahip olduğu için öldükten sonra mezarının yapılmamasını istediğinden nerede gömülü olduğu bilinmemektedir.

Uryan Baba: Aslen Ahlatlı’dır. O da Şems-i Bitlisi’nin talebesiydi. Mezarı Bitlis’tedir.

Hacı Hasan Hoca Şirvani: Siirt’in Şirvan ilçesinden olduğu ötürü o isimle anılan bir alimdir. Bitlis’teki medreselerden yetişmiştir.

Şeyh Garip (Şeyh-ül Gerib): Gerçek adı Mahmudê Mîrza Kanî’dir.

Şeyh Mehmed-i Kührevi: Siirt’in Küfre köyünden olduğu ötürü o isimle alınır. Cömertliği ve ilme dair olan ilgi ve alakası ile bilinen kıymetli bir şahsiyettir. Mezarı Kızılmecid mahallesindenir.

‘Bedlis kutlu ve kutsal bir yerdir; orada Allah’ı tanıyanlardan ermiş evliyadan olan birçok tasavvuf adamları ve şeyhler yetişmiştir. Buradan son derece bilgili, kanaatkâr, dindar ve faziletli insanlar çıkmıştır’ – Şerefxanê Bedlîs-î (1597)

Baran Zeydanlıoğlu

Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz