Bitlis şehir merkezindeki mezarlıkları veyahut Ahlat’taki Meydan Mezarlığı’nı ziyaret ettiğinizde, bazı mezar taşlarının üzerlerindeki ’Rojkî’ ibaresi dikkat çeker. Aslında bu ’Rojki’ adı vilayetin diğer ilçe ve köy mezarlıklarındaki mezar taşlarında da bulunmaktadır. Ancak o eski mezar taşı yazıları Arap alfabesi ile yazılmış oldukları için ziyaretçilerin bu detayı (alfabeyi okuyamıyorlarsa) bilmesi mümkün değildir. Kürdlerin ve özellikle de Bitlis’in tarihini konu alan anlatımlarda bahsi geçen bu Rojkîler kimlerdi?

Baran Zeydanlıoğlu

Bitlis’in bazı köklü ailelerinin yaşlıları, kendilerinden ve atalarından bahsederken hep ’biz Rojkîler/Rojkanlılar’ şeklinde cümleler kurarlardı ki hayatta olanları halen dile getirirler. Büyük bir gurur ve özlemle tarihe damga vurmuş bu atalarının özeliklerini anlatırlardı. Kimseye eyvallahları olmayan, örnek duruşları, cesaret ve mertlikleriyle bilinen bir Kürd aşireti olduğunu ki bu ünlerinin de sadece Bitlis’te değil, tüm Şark ahalisi tarafından uzak diyarlarda bile bilindiğini aktarırlardı. Rahmetli babaannem de hêkatlarında değinirdi Rojkîlere. Babam dahi Bitlis tarihinden bahsederken sürekli aynı cümleleri kurar. Zira Zeydan(lar) da Rojkî’dir. Hem de kurucu ana aşiretlerinden biridir. Tabi babam Rojkîlerin tarihi ve sosyolojik detaylarına hâkim olduğundan onların tek bir aşiret olmadığını, birçok Bitlisli Kürd aşiretin bir araya gelerek oluşturdukları bir oluşum olduklarının altını hep çizmiştir. Hatta bir anekdot ile aktarmıştı: ‘Çocukluğumda (1940’lar) yaşlılar Rojkîlerin Tap Gölü üzerine yemin ettiklerini söylerlerdi. Aşiretlerin ileri gelenleri ve ağaları, var olan bir meseleyi veyahut anlaşmazlığı istişare etmek ve çözmek için, senede bir gün Tap mıntıkasındaki gölün kenarında toplanırlarmış. Aldıkları karar sonrası ‘bi serê Gola Tapê …’ şeklinde, yani Tap Gölü üzerine diyerek Kürdçe yemin ederlermiş’. Tap mıntıkası Bitlis’in Mutki/Xuyt yakınlarındaki bir yerdir. Bu arada babam, ilk oğlum dünyaya geldiğinde Rojkan ismini teklif etmişti.

Yazılı kaynaklarda Rojkîler için farklı isimler zikr edilmiştir. Roziki, Rozki, Rojikî, Ruzegi, Rozegi, Ruzigi, Rozgehi, Rojeki, Rojakan, Rojkan, Rojkani, Rojikan, Rozkan, Rozikan, Rojikiyan versiyonları bunlardan bazılarıdır. Rojkî adı aslında Rojkan’a bağlı olan, yani o oluşumun mensubu demektir. Rojkîlerin hüküm sürdükleri topraklara da ’Welatê Rojkan’ yani Rojkanların Vatanı denirdi. Hüküm sürdükleri topraklar Erzurum, Van ve Hakkari sınırlarına kadar ulaşırken, Batı’ya doğru da Muş’u da kapsardı.

‘Bitlis beyi ülkenin en güçlüsü. Diğer beyler ya Osmanlı Padişahı’na yada İran Şahı’na bağlı olup biat ederken, Bitlis Beyi kimseye biat etmemekte. Her iki devlet de bu Bitlis Beyi ile iyi geçinmek zorundalar. Sultan’ın (Osmanlı) ve Şah’ın (İran) sınırları boyunca topraklara sahip olan ve buradaki dağlarda güvende olan Kürdistan Beyleri, bir tür özel derebeyleri gibiler. Bunlar ne Sultan’dan ne de Şah’tan korkarlar’

– 1660’larda Bitlis’ten geçen Fransız seyyah ve mücevher tüccarı J Baptiste Tavernier

Rojkî, yirmidört (bazı yerlerde yirmibeş) Kürd aşiretinin 1000’li yıllarda Bitlis’in hemen dışındaki Xuyt köyü Tap mıntıkasında toplanarak bir gün (Roj-(y)ek) içerisinde kurmuş oldukları aşiretler konfederasyonuna verilen Kürdçe bir isimdir. Tam olarak hangi yüzyılda bu oluşumun gerçekleştiği ne yazık ki bilinmemektedir. Ancak 830 – 1000 arası yılları birçok tarihçinin hemfikir olduğu zaman dilimidir.

Rojkiler hakkındaki en kapsamlı detayları, ünlü devlet adamı ve yazar Şerefxanê Bedlîs-î’nin, 1597 yılında (Farsça) yazdığı Şerefname adlı eserinden öğreniyoruz. Şerefxan, kitabını safha ve kısımlara ayırmıştır. Dördüncü bölümünün birinci kısmını, kendisinin de mensubu olduğu Rojkilere ayırmıştır ki ikinci, üçüncü ve dördüncü kısımları da Bitlis hükümdarları ve onlara dair detaylara. Bitlis’ten bir ‘ülke’ olarak bahseden Şerefxanê Bedlis-i, geçmiş hükümdarların bir çok cami, medrese, han, misafirhane, hamam, köprü ve kemer gibi hayır kurumları ve kamu yapıları yaptırdıklarını da yazar. Bitlis merkezde yontma taştan yapılma 21 kemer (köprü) olduğunu, 16 semtinin, sekiz hamamının ve dört camisinin olduğunu belirtir. Bu camilerden kızıl Mecid’in bir kiliseden camiye çevrildiğini de aktarır. Atalarının yaptırdığı cami ve zaviyelere de değinen Şerefxan, Bitlis’teki 5 medresenin de kendisi tarafından 1591 yılında yaptırıldığının altını da çizer.

Bitlis, 1847 (J Laurens)

Kürd han, mir ve beylerinin kendi adlarına 1800’lerin yarısına kadar, para bastırdıkları ve kendi adlarına hutbe okuttuklarını da ayrıca belirterek, sözü Şerefxanê Bedlîs-î’ye bırakalım:

’ Rozkan Aşireti’nin Durumu ve Bu Adla Adlandırılmasının Nedeni Hakkındadır

Açıkça bilindiği gibi, ‘Rozki’ sözcüğü Derice (eski Farsça/Şerefname) bir sözcüktür. Bazıları da bu sözcüğün yazılış bi­çimini ‘c’ ile bazıları da ‘ş’ ile tespit etmişler­dir. Bugün yaygın olan biçimi ‘Rojki’ ise, aslında «bir gün» anlamına gelen ‘yekroj’ demektir. Buradaki ’roj’ sözcüğünün sonundaki ‘ki’ ise, ‘xoceki’ (yani bir hoca), ‘perdeki’ (yani bir perde) ve benzeri sözcüklerdeki ‘ki’ gibi ‘tek’lik ifade eden bir ektir. Bazı edebiyatçılar, ‘k’ ve ‘i’ harflerinin Farsçada ‘küçültme’ için de kullanıldıklarını söylemek­tedirler. Diyebiliriz ki, bu sözcüğün ‘c’ ile yazılması Arapçayı iyi konuşanların kuralına dayandırılmıştır; çün­kü onlar dericedeki ‘j’ harfini Arapçadaki ‘c’ şeklinde yazarlar. Sözcüğün ‘ş’ ile yazılmasına gelince, bu da güzel konuşan Kürdlerin tabiatina uygun olmaya da­yandırılmıştır.


Haberleri nakleden ve eserleri koruyanlardan sözle­rine güvenilirlerinin rivayetine göre, Rojkan aşireti, 24 Kürd aşiretinin bir günde, Xwet/Xuyt (Huvit) dolaylarında­ ki Tab denilen yerde toplanıp ittifak kurmalarından doğ­muştur. Kabilelerden meydana gelen bu topluluk, sonra iki ünlü kola ayrılmıştır. 12 gruptan kurulu olan birinci kola ‘Bilbasî adı verilmiş; ikinci kol da ‘Qewalisî’ (Kavalisi) adıyla adlandırılmıştır. ‘Bilbas’ ya da ‘Bilbîs’ ile ‘Qewalis’ sözcükleri ise, Hakkâri hükümdarlarının köylerinden iki köyün adlarıdır; diğer bir rivayete göre ise, bu iki sözcük, Baban aşiretlerinden iki aşiretin ad­larıdır. 

Sözün özü, onlar önce Tab mevkiinde toplanıp ora­nın topraklarını kendi aralarında parça parça bölünce ve her şeyde birleşip dayanışma içine girerek tek kalpli bir adam haline gelince; aralarında, işlerini yönetecek bir hükümdar tayin ettiler. Ondan sonra da vilayetin kalan topraklarını ve diğer beldelerini ele geçirdiler. Dillerde ve ağızlarda yaygın olan sözlere göre, Tab beldesinin top­raklarında payı olmayan kimse, aslen Rozkanlı değildir. Bu aşiretler, başlarına tayin ettikleri ve gönülden kendisine itaat ettikleri hükümdarlarının bayrağı altında toplandıktan sonra, yabancıların hüküm sürdüğü komşu beldelere saldırmaya başladılar. Rivayete göre o çağda Bedlis ve Hazzo vilayetlerine, Gürcistan hükümdarların­dan Tadit (David) adlı bir kişi hükmediyordu. Rozkanlılar Bedlis ve Hazzo Vilayetini işte bu Gürcü adam­dan almışlardır. Diğer bir rivayete göre ise, Bedlis’i Girdikan aşiretinden, Hazzo şehrini de Gürcülerden almış­lardır. Bazıları da Rozkanlıların, Bedlis’i ‘Zoqeysî’ (Zokaysi) aşiretinden almış olduklarını söylerler. Bü­tün bu söylentilerde, sözün doğruluğu ya da yanlışlığı ri­vayet edenlere aittir.
Sözün özeti, Rozkanlılar Bedlis ve Hazzo’yu tama­men istila ettikten ve bu iki beldeyi bağımsız hükümdar­ları ve asıl sahipleri gibi yönetmeye başladıktan sonra, yönetimlerini elinde tutan ve işlerini gören beyleri, Allah’ın rahmetine kavuştu; fakat yerine geçecek çocuk bırakma­dı. Bu durum, Rozkanlılar arasında anlaşmazlık çıkma­sına yolaçtı ve liderler birbirlerine boyun eğmez duruma geldiler. Bu nedenle Mevlâna Hatifî’nin şu sözleri onlara uygun düştü: 

‘O memleket için ağlanır ve feryat edilir ki,
Orada kimin imdada koşacağı bilinmez
Sarhoş fahişe Kabe’de kusar
Arkasından yetişip haddini bildirecek hâkim yok­sa eğer.’ 

Durum bir süre böyle gittikten sonra, aşiret reisle­ri, aile ve kabile liderleri duruma çare bulmaya çalıştı­lar; aralarında istişarede bulundular ve sonunda, Kisra sultanlarının soyundan olup, Ahlat şehrinde oturan İzzedin ve Diyaeddin adındaki iki soylu kardeşe gidip, on­ları kendilerine gelmek ve aralarına yerleşmek için çağır­maya karar verdiler. Böylece bu iki kardeşten hangisi­nin kamu işlerini eline alma ve idari işlerini yürütme gü­cüne sahip olduğunu öğrenecekler; onu başlarına Bey ta­yin edecekler, kendisine içtenlikle itaat edecekler ki, o da ülkeyi kalkındırsın ve bozguncuların, güvenliği bozan­ların ellerine demir bir elle vursun ve adaleti doğru bir teraziyle yürütsün. 

Bu fikri yerine getirmek için, Rozkan ileri gelenle­rinden kurulu bir heyet, Ahlat şehrine giderek iki soylu tarafından kabul edilmekle müşerref oldular ve onları büyük bir saygı ve tazimle Bedlis’e getirdiler. İşin so­nunda, bir topluluk, İzzeddin’in Bedlis Hükümdarı, diğer bir topluluk da Diyaeddin’in Hazzo Beyi olmasını tercih ettiler. Böylcce ülke ve Rozkan aşiretinin bütün unsur­ları ve aşiretleri, kendi istekleri ve itaatleriyle bu iki kardeşe boyun eğdiler. 

Emir İzzeddin, görevini en iyi şekilde yaptı. Halk arasında iyi bir tutum takındı. Hiçbir fark ve imtiyaz ol­maksızın, kabile ve aşiret adamları arasında adaleti yü­rüttü. Hepsi kendisinden yana oldu ve kendisinden bü­yük, hayırlı işler umdu. 

Aslında Rozkan aşireti, bugün olduğu gibi, o zaman da Kürdistan kabileleri ve toplulukları arasında geniş cömertliği, nadir rastlanan iyilikseverliği, üstün cesareti, yüksek alicenaplığı ve övünülecek hatniyetiyle ün yap­mıştır. Ayrıca, bu aşiretin fertleri doğrulukla, dindarlık­la gerek sözlerinde ve gerekse davranışlarında son dere­ce güvenilir olmakla, hükümdarlara ve beylere bağlılık ve itaatle tanınmışlardır. Başlarına gelen musibetler ve felaketlerde bile, vatan topraklarının ve ülkenin çıkar­ larının savunulması uğrunda itaatlerini sunmaktan ve hizmet etmekten geri kalmazlar, örneğin, tarihin çeşitli dö­nemlerinde, Bedlis’i alıp beylerini ve hükümdarlarını ik­ tidardan uzaklaştıran zorbaların ellerinden, burayı defa­larca ve kimseden yardım almaksızın kurtarmışlardır. Bu da ancak, işleri iyi kavramaları, savaşlarda ve döğüşlerde gösterdikleri aşırı cesaretleri, felaketlerde kendilerine olan güvenleri ve çalışan, kendisine tevekkül eden kulu­nu seven Allah’a tevekkül etmeleri sayesinde olmuştur. 

Kürdler arasında meşhurdur ki, Bedlis Kalesi’ndeki her taşın yerine konması uğrunda, Rozkan aşiretinin adamlarından birinin başı gitmiştir. Büyük sultanlardan herhangi biri, ne zaman Kürdistan’ı istila etmek ve Kürdleri saltanatına boyun eğdirmek istese, her şeyden önce mutlaka Bedlis beyleriyle düşmanlık yapması ve Rozkan aşiretiyle savaşıp ona boyun eğdirmesi gerekir. Bu Kürd aşireti saldırgana boyun eğmediği takdirde, Kürdistan’ın öteki halkları ve toplulukları kimseye boyun eğmezler. 

Bitlisli Kürdler, Bitlis 1900’lerin başı

Bunun kanıtı şudur:
Gazi Sultan’ın (Kanuni Sultan Süleyman) iradesi, Bedlis Vilayeti’ni, Sultan’ın satvetinden kaçarak Acem ülkesine sığınan Bedlis Hükümdarı Şemseddin Han’dan almayı gerektirdiği zaman, Baykan, Modkan, Zeydanî ve Bilbasî aşiretleri­nin hepsi hemen başkaldırdılar ve Osmanlı devlet adam­larına ve görevlilerine karşı üç yıl süreyle isyan bayrağı­nı kaldırdılar. Hatta Sultan, Kürdistan’ın bütün beylerine ve hükümdarlarına, bu asilerin üzerine bir anda yürüme emrini de verdi. Bunlar da bu emre uydular. Yine de onlara gasp ve zor kuvvetiyle boyun eğdiremediler. Bu­nun sonucu olarak, Sultan Süleyman, sonunda siyaset ve dehasını kullandı. Nihayet Kefnedûr Vadisi’nin halkı ile Baykan aşiretini Hazzo Hükümdarı Bahaddin Bey aracılığıyla kendine çekti ve Bahaddin Bey’i onların teslimiyle görevlendirdi. Sonra da Şeyh Emîr Bilbasî’nin iki oğlu İbrahim Bey ile Kasım Bey’i kendine çekti ve gözlerini paraya, makama çevirdi. Ve ancak bu şekilde Bedlis’i istila etmek imkanını buldu; aşiretlerine boyun eğdirmeye muvaffak oldu. 

Öte yandan, Kürdistan beylerinin birçok çocukları ve evlatları Bedlis’e gelip boş vakitlerini burada geçirir­ler. Oysa Rozkan aşiretinin çocukları ve Bedlis beyleri­nin oğulları, hizmet için, ya da vakit geçirmek, dolaşmak için Kürdistan beylerinin kapılarına gitmezler. Ayrıca bunlar yabancı ve uzak ülkelerde, yükselmek ve yüksek derecelere ulaşmak uğrunda güçlükler karşısında sabır ve meşakketli işlere tahammül gibi övünülecek sıfatlarla ve sağlam yaradılışlarla ün salmışlardır. 

Kürdistan’ın öteki aşiretlerinden ve halklarının bir­çok kısımlarından, daha önce, anlatılan üstün toplumsal nitelikleri ve iyi ahlak hasletleriyle ayrılan bu Kürd aşireti (yani Rozkan) 24 dala ayrılmaktadır. Bunların beşi, yani Qeysan (Kayşan), Baykan, Modkan, Zoqeysî (Zokaysi) ve Zeydî (Zeydan), Bedlis Vilayeti’nin bilinen eski aşiretlerindendir.

Kalan 15 aşiret ise daha sonra detaylı olarak anlatılacağı gi­bi iki büyük kısma ayrılır:

Bilbasî ve Qevalisî (Kavalisi). Bılbasîler Keleçeran, Xırbelan (Hırbelan), Balkan, Xıyartan (Hıyartan), Goran, Bireşan (Bırişan), Sekran, Gansî, Bedoran (Bidoran) vc Belakurdan kollarına ayrılırlar. Qewalisîler ise Zerduzan, Endakîyan, Pırtavan,- QewaIisi, Gırdıkanı, Suhreverdîyan, Kaşağîyan, Xaldan (Haldan), Istukan ve Azizan kollarına ayrılır. Bu satırların yazarının tarih kitaplarında gözüne ili­şen Bedlis hükümdarlarının sayısı 18 Bey’e ulaşır. Bunların o ülkeyi kesintisiz olarak yönetmelerinin süresi ise 450 yıldan daha fazladır.’

Rojkilere değinen ve anlatımlarında onlar hakkında detaylar da veren başka kıymetli bir eser de ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı kitabıdır.

Çelebi, 1655 yılında üçüçcü kez ziyaret ettiği Bitlis’te, bu sefer yüce Bitlis Hanı Abdal Han’ın misafiridir. Zira kendisi Osmanlı’nın Van Beylerbeyi Melek Ahmed Paşa ile birlikte Diyarbekir’den Van’a gitmektedir ve güzergah üzerindeki Bitlis’te Abdal Han tarafından misafir edilmektedirler. Aynı yılın temmuz ayı Melek Ahmed Paşa Bitlis’e yani Abdal Han’a savaş ilan ederek saldıracaktır da. Bu saldırının ve savaşın anlatımında Çelebi birçok yerde Rojikîlerden bol bol bahseder. Bu arada Abdal Han, Şerefxanê Bedlîs-î’nin torunudur. Evliya Çelebi’nin anlatımlarında Rojkîlerin adlarının geçtiği yerler: 

’ Bitlis Şehri içinde 40 000 adam olur. Onlara Rojikî kavmi derler, yani rozikî bir günlük dost demek olur. Şehir halkının başka Rojikî dilleri de yerinde yazılır. Diğer Kürdler gibi gözü kara değillerdir. Ancak elleri ve sakalları kınalı, gözleri sürmeli temiz, dürüst, maarif erbabı hoş-sohbet adamlardır. 

Şehrin yedinci mesiresi Şeref Han Camii yakınındaki Çevgân Mey­danı’dır. Her haftada bütün asker silâhşörler ve Rojikî at binicileri bu meydana varıp çevgân ve cirit oynayıp marifetlerini gösterirler. 

Bitlis Hükümeti, Abbasî (Eyyubi Kürdleri) soyundan şanlı Abdâl Han’dır: Bun­lara Rojikiyân kavmi derler. Hakkâri kadar askere sahip değildir ama ülkesi çoktur. Ve Abdâl Han’ın bağışı ve nimetleri Kürd halkına bol olduğundan bütün Kürd kavmi, yanmış, tutulmuş ve kulu kölesi olmuşlardır. Savaş sırasında 50 000 adamı toplamaya gücü yeter. Yukarıda bütün eyaleti ve aşiretleri kabileleri yazılmıştır ki on gün on gece Melek Ahmed Paşa ile hanesinde konuk olmuşuzdur. 

1655 saldırısını anlatıyor: ’Askerin aşırı çokluğundan, yağmacı ve talancı kavminin fazlalığından İslâm ordusundan bir alay avcı ve talancı adamlar dağ taş ve pus dereler ve yol nedir bilmezler birer mağaracı kimseler hep birlikte Bitlis’in çevresini yağma etmeye giderken meğer han tarafından kurulan pusular içinde 600 adet seçkin Rojiki askeri var imiş. Bizim asker yağmacısı bu han askeri üstüne uğrayıp bir büyük ceng ederler. Biz paşa ile otururken bir tüfeng sesi duyduk, ama ne idüğünü anlayamadık. Bizim yağmacı­lardan 200 adamı han askeri aman vermeyip kılıçtan geçirir. Hepsi şehitlik şerbetini içip ve dünya üzüntülerini unuturlar. Bunların kellelerini hana götürürler. Tedbirli paşadan o mahalle adam varınca bu hâli görür. Ama insaf hakkı budur ki bozmak, bozulmak Allah elindedir. Gerçekten de Han askerinin Rojikiyân’ında da yiğit, cesur, şahbaz, dilâver ve hünerli erler var imiş’. 

Rojikiyân kavmi Kürdlerinin özel lehçelerini beyan eder 

Gerçi bunlar seçkin eski Kürdlerdir ama bu kavmin aralarında bir çeşit fesâhat ve belâğat üzre nazikçe konuşulur kendilerine mahsus kelimeleri vardır, onu başka diyar Kürdleri anlamazlar. Bunlar 12 Kürd lehçesini fasih ve beliğ bilirler. Bitlis hanı olan velinimetimiz Abdâl Han, fasih şairlerden, musannif, müellif ve her fende hünerli bir yiğit olduğundan, Rojikî kavminin özel lehçeleri olan nice sözleri toplayıp bir tür sanatlı tahmis (beşli) etmiştir ki onu bildirir.

Rojikî Kürdü lehçesiyle şanlı hanın tahmisi, segah makamında semâî usûlde okunur 

Gönül şevk-i ruhun vejdiyle şar enbara gelmişdir 

Hopan kandirden kukruz olup bâzâra gelmişdir 

Gamınla tirmişir olmak deli bîmâra gelmişdir 

Olup hasak-i pulan beş içün tîmârla] gelmişdir 

Cefâ nârıyla harak olmadan bîzâra gelmişdir 

Bitlis halkının bu yazılan özel lehçelerinden başka binlerce kelimeleri vardır ama bu kadarı yeter.

Abdal Han’ın emriyle senede bir gün topluca ava çıkılır. Aşiretin bütün Kürdleri üç gün dağları süzerek Bitlis Şehri’nin dereleri ve tepeleri kuşlar ve türlü türlü yaban hayvanlarıyla dolup sayılmayacak kadar yüz binlerce keklik avlanır, üç ay boyunca buralarda ve Bitlis Şehri’nin içinde keklik satılıp Bitlis halkı koyun ve kuzu eti yemekten kurtulurlar. Bu ava Kürdler arasında helu derler. Binlerce Kürdün hay huyları ile dağlar velvele verir’

Rojkilere değinen başka bir şahsiyet de sonradan Gökalp soyadını almış olan ve Türkçü çalışmaları ve yayımları ile tarihte kendisinden bahsedilen Diyarbekirli Mehemed Ziya Kurdi, nam-ı diger Ziya Gökalp’dir.

Dönemin (1921) Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur’un talimatıyla hazırladığı ’Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler (1924)’ çalışmasında Rojkilerden bahseder Gökalp. Zaza ve Kurmanc Kürdleri bölümünde Rojkilere değinir:

’Kürt aşiretlerinden bir kabile Oğuz ilini taklit ederek teşekkül etmiştir. Bir günde vücuda geldiği için “Rojki” adını almıştır. Rojki, Kurmanc lisanında “bir gün” demektir. Bu il on ikişer boydan iki kola ayrıldı: Birincisi Bilbasi, ikincisi Kovalisi adlarını aldılar. Bunlardan başka Kisani, Bayiki, Modki, Zakisi ve Zeydani denilir ki bunlar Bitlis’in yerli aşiretlerini teşkil ederler. Diğer on beşinin isimleri Bilbasi ve Kovalisi’dir.

Birincilere şu isimler verilmiştir: Kellaceri, Hirbili, Balıki, Hi- parti, Guri, Birişi, Şekkiri, Garisi, Biduri, Belakürdi. Kovalisi kolunun amareleri şunlardır: Zerduzi, Endaki, Kovalisi, Beritani, Kürdki, Sehrveri, Kaşakhi, Haldi, Usturki, Azizan. (Bu aşiretlerin Oğuz ili tarzında iki koldan ve yirmi dört boydan meydana gelen teşkilat yapmaları hayret vericidir)’

Rojkiler hakkında başka bir anlatım da 1900’lerin başında İstanbul’da kültürel ve siyasi çalışmalar yapan Kürd aydınlarının çıkardığı JÎN Dergisi’dir.

Kürd yazar ve çevirmen Mehmet Emin Bozarslan tarafından Arap harflerinden Latin harfleri ve günümüz Kürdçesi ve Türkçesine çevirilmiş olan derginin Cilt V. sayısında yeralmaktadır.

1919 yılında yayımlanan JÎN Dergisi’nin 25’inci sayısında Rojkan ileri gelenlerinden Mihemed Axayê Kelhokî üzerine bir yazı çıkmıştır. Yazıda ’Bitlis Hanlığı’ ve ’Rojkan Aşireti’ ibareleri ile bu aktarım paylaşılmıştır: 

’MİHEMED AXAYÊ KELHOKÎ

  • HÊVÎ’NİN İNANÇLI GENÇLERİNE

Mihemed Axayê Kelhokî, Kürd tarihinde pek dikkate değer bir kişiliktir. “Bitlis Hanlığı”nın yücelmesi ve yazgısının çevresinde yetişmiş bir zat olduğu için, O’nun başından geçenleri anlatmadan önce, adı geçen Hanlık hakkında biraz açıklama yapmak yararlı olacaktır. Bitlis Hanlığını kuran ve örgütleyen, Büyük “Rojkan” aşiretidir. Çeşitli söylentiler arasında en doğru ve en uygun bir söylentiye göre, Rojkanlılar, Botan adlı aşiret ile birlikte Baban aşiretinden ayrılarak kuzeye yönelmişlerdir.

Gerçekte, Müslümanlığı kabul etmekle tarihsel yüzü az-çok belirlenmeye başlayan Kürd ulusu, Arapların yıldızının sönmesinden sonra sultanlık, hükümdarlık, beylik, hanlık… biçimlerinde birçok tarihsel kurumlar meydana getirmiş ve böylece eski dönemlerden beri süregelen tarihsel yaşamına birçok serüvenler kaydetmişse de adı geçen üç aşiretin çevresinde olup bitenler, ulusal ve şerefli olması dolayısıyle daha değerlidir. Her üç aşiret de, az-çok farklada tarihsel bir akrabalık ve benzerlik gösterirler. Denilebilir ki Baban ülkesinde paşalar, Botan’da emirler, Rojkan’da da ağalar, olaylarda değişik ve fakat temelde bir olan tarihsel bir yaşam yaşamışlardır.

Bunlardan Rojkanlılar, daha önce kaydedildiği gibi, kurumları ve güzel eserleri, bilim ve kültüre hizmetleri, Kürdistan’ın genel yazgısına etki yapması bakımından tarihsel önem ve değeri aşikar bulunan Bitlis Hanlığının kurucularıdır.

Adları tarih sayfalarında yazılı olduğu gibi, söz konusu olan topluluk, on iki kabileden oluşuyordu. Bugünkü durumda, bu on iki kabilenin kalıntıları olarak yalnız Bitlis kasabasına göç etmiş olup da orada yaşayanlar ile Motki ve Xwêt yöreleri halkı bulunmaktadır.

Söz konusu olan topluluk, ağalarının yönetimi altında, “Welatê Rojkan” denilen geniş bir toprak üzerinde egemen idiler. Aşiret, ağlarının kararlı ve yetenekli ellerinde, gittikçe nüfuz, servet ve önem kazanmakta idi. Çevrelerine, zamanlarına ve benzerlerine göre yaşamak ve mücadele etmek için her türlü mükemmel araç-gereçlere sahip idiler. Verimli bir toprak üzerinde verimli bir ırkın çocukları… Sağlam ve güçlü karakterler, sağlam ve dayanıklı pazular… Tarımdan ve hayvancılıktan elde edilen genel bir bolluk ve dirlik… Bolluk içinde yaşayan ailelerin çoğalan soyları… Hepsi mevcuttu. Yalnız bir şey eksikti, bir ihtiyacın eksikliği vardı. O da, aşiret örgütü üzerinde hükümet örgütüydü.

Gerçekte bu eksikliği ve bu ihtiyacı, aşiretin önde gelenleri anlamıyor değildi. Bir gün ağalardan ve ileri gelenlerden oluşan ve Xwet’in Tap köyünde yapılan bir özel toplantıda bu sorun söz konusu edilmişti. Tap köyü aslında aşiretin yönetim merkezi idi. Ağalar ve seçkin duruma gelmiş olanlar orada oturuyorlardı. Ağaların oturup danışma toplantıları yaptıkları beyaz mermer havuz ile “rewaq” denilen salonlar, günümüzde de Tap köyünde varlıklarını korumaktadır.

Yapılan böyle bir toplantıda, Rojkanlıların şerefini yüceltecek bir prensin gerekliliği ve varlığı konusunda görüş birliğine varılmış ve eski tarihsel ve ırksal ilişkiler göz önüne alınmış olacak ki, İran Kisralarından Nuşirevan ailesine mensup olup Ahlat’ta yaşamayı yeğlemiş olan prenslere başvurulmasına karar verilmiştir. Prenslerden Ziyaeddin ve başka bir kardeşi, yapılan başvuruyu sevinerek kabul etmişler ve Ziyaeddin Bitlis, kardeşi de Xerzan beyliklerine onur vermişlerdir. Hükümet merkezi durumuna getirilen Bitlis, “Darul hukumeta Rojki” adıyla adlandırılmıştır.

Bitlis Hanlığı böylece kurulduğu gibi, hanedanlık da Ziyaeddin ailesine özgü kalmıştır. Adı geçen Hanlık, on yüzyıla yakın bir zaman devam ederek, Bitlis’i Kürdlüğün türlü türlü tarihsel anılarıyle dolu bir kent durumunda biçimlendirmiş ve Kürd kültürünü özel bir gelişme düzeyine ulaştırmıştır. Gerçekten de Rojkanlıların bu başvurusu ve Ziyaeddin Han’ın Bitlis’te bırakılması, büyük bir tarihsel isabet olarak ortaya çıkmış ve az zaman içinde aşiretin ileri gelenleri arasında derin bir sevgi ve bağlılık ilişkisi kurulmuştur. Ayrıca Hanlık da, gerek Kürdistan’da ve gerekse Kürdistan dışında kurulmuş olan benzerlerinden üstün bir kültür ve şeref anısı bırakmıştır.

Aşiret ile Han ailesi arasındaki sevgi ve bağlılığa, söz konusu ettiğimiz Kelhoki Mihemed Axa’nın geçmiş olan yaşamı parlak bir örnektir.

Hanlığın kültür ve şeref anılarına ise, bugün bile kalıntılarına Bitlis ve dolaylarında yer yer rastlanılan ve yerel mimarlık tarzıyle yapılmış olan camiler, medreseler, hanlar, kervansaraylar, köprüler, türbeler, mezarlıklar, hamamlar … sağlam birer tanık oldukları gibi, o zamanın gezginleri, tarihçileri ve Hanlığın son zamanlarına yetişmiş olan yaşlılar bile, Hanlığın bıraktığı uygarlık eserlerini iyilikle ve takdirle ana ana bitiremiyorlar’

Dergisin diğer sayfalarında yer alan ve Bitlisli Hizanızade Kemal Fevzi Bey’in kardeşi Law Reşid tarafından kaleme alınan ’Kürdlerde atasözleri’ adlı kısımda da Rojkilerin adı geçmektedir:

”Kuse-pis mala Rojkan xirab dike”

Fiskos Rojkanlilarin evini yıkar.

Rojkan, tanınmış tarihî bir aşirettir. Bitlis büyük hükümetinin kalıcı orduları niteliğinde olan Rojkan aşireti, Kürd tarihinde, fertlerinin yigitlik ve kahramanlığı ile, liderlerinin de ”Han” ailesine bağlılıkları, yöneticilikteki zeka ve ustalıkları ile ün bırakmıştır. Bitlis kasabasında ve ona bağlı yerlerden olan Çukur bucağı dolaylarında, adı geçen liderler adına yapilmiş türbelere, medreselere, köprülere ve daha başka ulusal ve dinsel müesseselere rastlanılır. Bu eserler, yüzyılların tahrip ve ihmal darbelerine rağmen varlıklarını hala korumaktadırlar. Adı geçen atasözü, genellikle gizli söyleşiler için kullanılır. Buna göre, bu atasözunun, ilk kez, Rojkanlıların tarihsel yaşamlarında önemli bir yer tutmuş olması gereken gizli bir danışma sırasında söylenmiş olduğu en büyük olasılıklardandır.

’Ferek cizmeya Rojkan, berdaye pênc hezar siwarên Silîvan”. 

Rojkanlıların çizmesinin bir teki, Silvanlıların beş bin atlısına bedeldir.

Bu atasözii derebeylik yaşamına aittir. Buradaki ”Silvan”, bugün Diyarbekir iline bağlı olan ve merkezi ”Meyyafarqîn” adlı tarihsel kent olan ilçe olmayıp, eski Kürd coğrafyasına göre Erzurum’un Palandöken sıradağlarının kuzey ve dogu taraflarına düşen yörelerde yaşayan aşiretlere verilmiş olan addır. Güney tarafında da Rojkanlilar egemen idiler.

Law Reşid, 1919

İran ve İslam dünyası edebiyatı içerisinde önemli bir yere sahip olan Nasır-i Hüsrev, 1045 yılında çıktığı yedi yıllık seyahati sırasında aralarında Van, Ahlat, Bitlis, Garzan, Silvan, Diyarbekir ve Harran da olmak üzere, bir çok şehir ve ülkeyi ziyaret edip, izlenimlerini ‘Sefername’ adlı ünlü eserinde yazmıştır. 

Seyyah N. Hüsrev’in Kasım 1046’da ziyaret ettiği Ahlat ve Bitlis bölümünde, Ahlat’ın bulunduğu toprakların idarecisi olarak bahsettiği emirin, Mervani Kürd hanedanlığı kurucusu Merwan Ibn Rojek’in üçüncü oğlu ‘Nasr Oud Daouleh’ Nasır-ül Devle olduğu belirtilmekte. Rojkanlılar o dönem Mervanilere bağlı olarak hareket etmekteydiler. 

1898 yazı Ahlat’a gelen Avrupalı seyyah ve yazar Lynch de notlarında şehre ve mezarlığa değinir. Bu mezarların ve kümbetlerin büyük çoğunluğunun 1200’lerde yapıldığını söyleyen seyyah, mezarların başları Mekke’ye doğru konumlandırılmışken, ayakları ise güneşin doğduğu yöne doğru konumlandırılmış detayını da paylaşıyor. Mezar taşlarının üzerlerinde Arapça harflerin ve süslemelerin olduğunu söylerken, bu yapıların zamanın yüksek uygarlık seviyesi ve sanatsal zenginliğinin bir yansıması olduğunu da belirtiyor.  Genellikle Ahlat’taki ‘Selçuklu Mezar Taşları’ olarak yansıtılan ve Müslümanlara ait olan mezar taşlarının aslında Selçuklular da dahil olmak üzere, diğer Türki boyların Ahlat ve civarına gelmeden önce de Ahlat’ta var oldukları hususunda birçok tarihçi ve araştırmacı hemfikirdir. Zira Selçuklulardan önce Ahlat ve civarına hükmeden Müslüman idareciler arasında Mervani Kürdlerine bağlı olan Bitlisli Rojkiler vardı ki, onların Meydan Mezarlığı’nın Rojki Mezarlığı kısmındaki mezar taşlarında adları da yazar: Mir Ziyad, Mir Yavsi, Mir Kurduman (Karduman), Mir Adibar, Mir Kaytak, Mir Simban, Mir Şan, Mir Şemseddin, Mir Pir Hasan, Mir Muhammed Rojki.

Ahlat Meydan Mezarlığı

Rojkilere dair kaynak ve aktarım listemizi daha da uzatabiliriz. Ancak yazımızı 1800’lerin başlarında vuku bulan Osmanlı – Rus savaşı (1828 – 1829) sırasında binlerce Yezidi Kürd’ünün Ermenistan, Azerbeycan ve Gürcistan diyarlarına göçetmek zorunda kaldıklarını ve bu Kürdlerden birçoğunun da Rojkan Kürdlerinden olduklarını da belirtelim. Öyle ki seneler önce onların torunlarının biri ile Stokholm’deki bir konferansta tesadüfen karşılaştığımda kendisi bana ’bizler de Bitlisli Rojkanlardanız’ demişti ve çok şaşırmıştım. 

Bu vesileyle geçtiğimiz yıllarda Rojkanlı Yezidi Kürdlerinin göçü ile ilgili olarak, The Journal of Kurdish Studies adlı derginin VI. sayısında yayımlanmış olan bu harita ile yazımı sonlandırayım.

Rojkanlı Yezidilerin Ermenistan’a göçü – The Journal of Kurdish Studies VI

Bu yazım yayınlandıktan sonra, kıymetli yazar Roşan Lezgin yazıma katkı olması vesilesiyle aşağıdaki metni göndermiştir. Metni olduğu gibi bu çalışmamın altına ekliyorum ki ben de aynı düşünceleri paylaşıyorum.

Yazıda geçen “tab” sözcüğü, “gün ışığı” anlamına gelmektedir. Şimdiki Kurmancî Kürtçesinde “tav” şeklindedir. 

Eğer 24 Kürd aşireti Xwêytî yöresinde bulunan, Tab denilen yerde toplanmışsa, orası o bölgede gün ışığını ilk gören yer olmalıdır. Bu açıdan incelenmesi önemlidir.

İkincisi “Rojkî” adının “gün” veya “bir gün” anlamına gelen “rojek” sözcüğünden değil, direkt “roj (güneş)” sözcüğünden geliyor: “Roj (güneş) + kî = Rojkî”. 

Buradaki “-kî” soneki, tıpkı “Şems (güneş) + î = Şemsî” sözcüğündeki gibi aidiyet belirten yapım ekidir.

Rojkî demek Şemsî demektir. Bu, eski bir Aryan inancıdır, Güneş inancı, Güneşe tapanlar demektir. Daha doğrusu, Kürtlerin İslamiyetten önceki inancıdır. 

Büyük ihtimalle, Müslümanlaşmanın bölgede iyice yerleştiği bir dönemde, 1000li yıllarda, belirttiğin gibi, 24 Kürt aşireti -savunma refleksiyle- inançları gereği en kutsal yer olan güneşin doğuşunun ilk görüldüğü yerde, yani Tab Tepesinde toplanarak birlik oluşturmuş olmaları muhtemeldir. Bu bir inanç anlaşması olmalı ama Bitlis Kürt Emirliği bu anlaşma üzerine kurulmuştur. Daha sonraları, Müslümanlaşmış olsalar da, yani güneşe tapma (Rojkî) inancı terkedilmiş olsa bile, yapılan anlaşmadan gelen kültürden kaynaklı olarak sosyal ve siyasal birlik ve dayanışmaları devam etmiştir. 

Roj sözcüğündeki “j” sesinin “c, z, ş” şeklinde telaffuzu fonetik değişimle ilgili bir durumdur. Kürtçede, şimdi de “güneş” için “roj, roc, roz, roş” denliyor. Dolayısyla “Rojkî, Rockî, Rozkî, Roşkî” denilmesi, Arapça’da j sesinin olmayışından ziyade fonetik değişimle ilgilidir, k sesinin yumuşayarak ‘g’ gibi telaffuz edilmesi de fonetikle ilgilidir‘.

Baran Zeydanlıoğlu, 25 Kasım 2023

Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz