Bu gün, “Doğu Anadolu”, “Güneydoğu Anadolu” denilen yerlerde binlerce yıl, Kürd ve Ermeni halkı, bazı bölgelerde de Asuri-Süryani halkları yaşadı. Elbette çeşitli zamanlarda başka halklar da bölgede görüldüler. Zaman zaman Türki grupların (Selçuk, Artuk, …) bölgede egemenlikleri kurulsa da bu egemenlikler daha çok şehir merkezlerinde kendini gösterdi, kırsalda yoğun bir Türk yerleşimi oluşmadı. Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Artuklular vb, bölgede işgalci olarak kalırken yerleşimci olamadılar.

Celal Temel – Araştırmacı Yazar

Bilindiği gibi “Anadolu” (AnatoliasAnatolê), coğrafik olarak, Karadeniz, Akdeniz ve Ege Denizi arasında kalan bir yarım adanın adıdır. Yarım adanın, güneydeki ucu İskenderun Körfezi’nde, kuzey ucu Karadeniz’in doğu ucunda, Batum civarında bitiyor. Bu iki nokta arasındaki çizginin batısı Anadolu Yarımadası’dır, Anadolu’dur. Peki, çizginin doğusu niye Anadolu oluyor? Yarım adanın doğusu ve güneydoğusu da sanki Anadolu imiş gibi, oraya “Doğu Anadolu” ve “Güneydoğu Anadolu” adını vermek, hangi derin aklın, hangi derin politikanın sonucudur? Belirlenen bu yer adlarını, bir ezber olarak hepimiz kullanıyoruz veya kullanmak zorunda kalıyoruz.

        Oysa Anadolu Yarımadası’nın doğusu, coğrafi olarak da tarihsel olarak da Anadolu Yarımadası’nın bir devamı değildir. Ön Asya, Batı Asya, Ortadoğu, Van Gölü Havzası, Kuzey Mezopotamya gibi coğrafi bölgelere dâhil edilebilir. Ama Anadolu adıyla tanımlanması kasıtlı bir anlayıştan gelmektedir. Erzurum’un, Harput’un, Dersim’in, Bitlis’in, Diyarbekir’in, Urfa’nın, Anteb’in, Mardin’in, Hakkâri’nin, Botan’ın Anadolu Yarımadasıyla ne ilgisi var? En azından Fırat nehrinin doğusunun, Anadolu olmadığı açık değil midir? Peki, niye böyle kullanılıyor, böyle kullanılmasının ne sakıncası ve ne önemi var?..

        Osmanlı İmparatorluğu döneminde, genel olarak, bu bölge için “Şark” veya “Doğu” ifadesi kullanılıyor, ifadeye “Anadolu” eklenmiyordu. Bazen, “Vilâyat-ı Şarkiye” veya “Osmanlının Doğu Vilayetleri” ifadesi de kullanılıyordu. Bir süre (özellikle 1978 Berlin Antlaşması’ndan sonra) bölgenin bir kısmı için “Vilâyat-ı Sitte” (Altı Vilayet) adı da kullanıldı. “Doğu Anadolu” ve “Güneydoğu Anadolu” ifadeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra kullanılmaya başlandı. 1941 yılında toplanan Birinci Türk Coğrafya Kongresi’nde, Türkiye yedi coğrafik bölge olarak belirlendi. Ege, Marmara, Akdeniz, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu. Dikkat edilirse ilk dört bölge adlarında “Anadolu” adı kullanılmamış; “Batı Anadolu”, “Güneybatı Anadolu”, “Kuzeybatı Anadolu” denmemiş.

        Tarihte bu coğrafyada, pek çok halk yaşadı. Bazen Arap cihatçıları buralara uzandı. 11. yüzyıldan itibaren Uzak Asya’dan gelen bazı Türk grupları, bu bölge üzerinden Anadolu’ya geçtiler. Sonraki süreçlerde, Anadolu’nun, Anadolu’da yaşayan egemenliklerin ilişkileri Asya’dan çok Avrupa ile oldu. Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde hep böyleydi. 14. yüzyıl başında, Marmara bölgesinde Osmanlı Beyliği veya devleti oluşurken Anadolu Yarımadası “Doğu Bizans” olarak görüldü. Zaten ilk iki yüz-üç yüz yılda, Osmanlı Devleti, Doğu’dan çok Batı’ya doğru, Balkanlar’a doğru yayıldı.

        Bu gün, “Doğu Anadolu”, “Güneydoğu Anadolu” denilen yerlerde binlerce yıl, Kürd ve Ermeni halkı, bazı bölgelerde de Asuri-Süryani halkları yaşadı. Elbette çeşitli zamanlarda başka halklar da bölgede görüldüler. Zaman zaman Türki grupların (Selçuk, Artuk, …) bölgede egemenlikleri kurulsa da bu egemenlikler daha çok şehir merkezlerinde kendini gösterdi, kırsalda yoğun bir Türk yerleşimi oluşmadı. Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Artuklular vb, bölgede işgalci olarak kalırken yerleşimci olamadılar. Örneğin, Artuklular bir dönem, Mardin merkezde egemen olurken Mardin’in kırsalında Türk yerleşimleri hiç olmadı. Artuklular Mardin yakınlarında, bu gün Batman il sınırları içindeki Hasankeyf’e kadar gelirken Hasankeyf civarında hiçbir Türk köyü yoktur. Bölgenin pek çok yerinde de durum böyleydi. Zaman zaman başka yerlerden bölgeye göçle getirilenler olsa da Van-Erzurum bölgesi hariç hiçbir yerde kalıcı duruma gelemediler.

        Yakın zamana kadar, pek çok kaynakta, doğru-yanlış, eksik-fazla bu bölgelere Kürdistan ve Ermenistan deniyordu. Bununla ilgili, yüzlerce, binlerce belge, harita vardır. İşte işin sırrı da buradadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Ermeni tehlikesinin kalmadığı, bölgenin yoğun bir Kürd yerleşimi içinde olduğu sıralarda, buraların “Kürdistan” olarak görülmemesi için, bu yapay isimler uyduruldu. Projede “Kürd” yoktu, tabii ki “Kürdistan” da olmayacaktı!..

         İstediği kadar Ermeniler, Erzurum-Van Gölü bölgesine, “Batı Ermenistan” (Osmanlı Ermenistanı); Kürdler, “Kuzey Kürdistan” desinler; bölgenin adı bir anda “Doğu Anadolu”, “Güneydoğu Anadolu” oldu ve hepimiz de bilerek veya bilmeyerek bunu kabul ettik, kullanıyoruz; tıpkı pek çok yerleşim yerinin adı gibi. Oralardaki halkın, Anadolu’da yaşayan halkın devamı mesajı verildiğini, elbette herkes görmemiş olabilir. Ama bunun, aynı zamanda bir nüfus mühendisliği, demografi çalışması olduğu açıktır. Zaten yalnız bölge adı değil, bölgedeki tüm yerleşim yerlerine (köylere kadar) yeni adlar uydurulmuş.

        Yaşadığımız toplumda, tarihin çarpıtıldığını, resmi tarihin yanlışlarla dolu olduğunu çoğumuz biliyoruz ama göz önünde olan, tarihi atlaslarda net olarak görülen bir coğrafyanın yanlış adlarla hepimize benimsetilmesi ilginçtir. Bunun, İttihatçılarla başlayan Kemalistlerle devam eden, Türk İslamcıları tarafından da benimsenen, son yüz yirmi yıllık ırkçı bir politikanın ürünü olduğunu görmek de çok kolay olmayabilir. Bunun için, bu devlet derindir, bunun için olur olmaz yerde, birçok şey için, bu iş derin devlet işidir deriz. Bu da bildiğimiz veya bilemediğimiz bu derin işlerden biridir.

        Yer isimlerinin değiştirilmesi, kişilerin çocuklarına dilediği ismi verememesi, zaman zaman müziklerin yasaklanması, hatta mezar taşlarının yıkılması gibi pek çok olayı, zaman zaman saçma, anlamsız buluruz. Oysa bu uygulamalar, hep bir derin aklın ürünüdür. Bunların hepsinin derin marifetlerle yapıldığından şüpheniz olmasın. Yapılanları, bazen saçma görsek de insan akliyle alay ediyorlar diye düşünsek de bunu yapanlar, ne yaptıklarını iyi biliyorlar. Yapılanların, başka halkları yok etme, asimilasyon amaçlı olduğu, en azından bu gün kısmen bilinmektedir. Ahlaki olmasa da bunu yapanlar kendilerince başarılı da oldular.

       Bu bölge ve tüm Anadolu, dramatik de olsa bir zamanlar halklar mozaiği iken bu gün halklar mezarlığı oldu. Bu gün, Türkiye coğrafyasından daha küçük olan Balkan ve Kafkas coğrafyalarında kaç bağımsız, özerk halk var, kaç dil yaşıyor; 783 bin kilometre kare Türkiye coğrafyasında (tüm Anadolu ve doğusu, güneyi) kaç bağımsız veya özerk halk var, kaç dil yaşıyor?..

        Başta Avrupa, Balkanlar, Kafkaslar olmak üzere, çevremizdeki pek çok yerde, en küçük halkların bile varlığı, “Ademi Merkeziyetçi” sistemlerle korunurken yaşadığımız bölgede, “Merkeziyetçi” bir sistemle tek ulusa dayalı, tek teklerden oluşan bir ulus-devlet uydurulması, bu gün yaşadığımız acıların en büyük sebeplerinden biridir. Düşünün, küçücük bir devlet olan İsviçre bile kaç kantondan oluşuyor? Türkiye insanları mı mutlu, İsviçre insanları mı?..

        Biri, geçenlerde ferman buyurdu; “Amedspor yoktur, Amed de yoktur.” Birileri de daha önce ferman buyurmuş; Urfa’ya, Mardin’e, Diyarbakır’a, Hakkâri’ye “Güneydoğu Anadolu”; Erzurum’a, Van’a, Bitlis’e, hatta Kafkaslardaki Kars’a “Doğu Anadolu” denecek; biz de kabul ettik…

        Hâli-pürmelâlimiz bu, işin özeti bu…