Gençken içine girdiği ilim dünyasında özgürlüğü bir hayat biçimi olarak benimsemiştir. İlk hayatı hocaları ile olan serüvende onun düşüncelerini hür bir şekilde ifade eden talebe profilini çizer.

  • Tarık Örnek

إنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً

Gerçek şu ki, Biz [akıl ve irade] emaneti[ni] göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emanet)i insan üstlendi; zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal biridir.

İlahi hitap emanetin insanlar tarafından kabul edildiğini söyler. Yani; Yaratıcının kendisinden olan bir değerini sedece insan kabullenmiştir. Ki bu emanettir insanın var oluş sahasını diğer tüm yaratılmışlardan ayıran. Bu emanetin gizemli özüdür ki Allah’a belli bir bilinçle ulaşan tek varlıktır insan. Veyahut Allah’a ulaşmak istememe ile isyan edebilen tek varlıktır yine insan. İnsan dışındaki tüm mahlûkat kendisine yüklenmiş bir programla çalışır. İnsan bu emaneti kabul ederek kendi programını kendisi çizer ve uygular.

Tefsir ilmi bu ayetteki emanetin polemik tartışmalarıyla doludur. Üstad Bediüzzaman bu emanetin enaniyet yani bir nev’i hürriyet olduğunu söyler. ‘Cenab-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet vermiştir ki, Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine ait evsafı bilmek için mevhum, farazî bir vâhid-i kıyasî yapsın.’ Yani emanet Allah’ın külli olan özgürlüğünün insanda cüz’i bir şekilde var olmasıdır.

Gençken içine girdiği ilim dünyasında özgürlüğü bir hayat biçimi olarak benimsemiştir. İlk hayatı hocaları ile olan serüvende onun düşüncelerini hür bir şekilde ifade eden talebe profilini çizer. Osmanlı yöneticileri ile girdiği sert tartışmalarda kendisine savrulan tehditlere karşı kendisinin hür Kürdistan dağlarında yaşadığını ve hiddetin etki etmeyeceğini söyler. Hürriyetin ilanı ile birlikte heyecanlı bir Nutku Selanik’te okur. Sonra Kürdistan’a döner ve Kürtlere hürriyetin hem İslamiyeten hem de milliyeten bir var-oluş semptomu olduğunu belirtir. Abdülhamid’in dessas politik teklifi için ‘onun maaş ve ihsan denilen rüşvet ve hakk-ı sükûtu kabul etmedim, reddettim. Milletimin namını lekedâr etmedim. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim.’ diyen Nursi; Jön Türklerin terörizme kayan siyasi çalışmaları için de ‘Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lafızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir.’ diyerek hassas bir fenomen olan hürriyetin ruhunu kendi rahatına tercih etmiştir.

Ne yazık ki Said Nursi’den sonra Nurcu söylemin devletle olan konsensüs sonucu Nur eserlerindeki hürriyet kavramına da prangalar vuruldu. Özgürlük konusunda geleneksel tutumun dışında haykıran Nursi’nin ifadeleri bu kesim tarafından farklı maslahat(?) gerekçeleri ile ya deforme edildi ya da kaldırıldı. Biz de Nursi’nin fotoğrafının silik olan hürriyet yönüne dikkatleri çekmek istedik.

Hürriyetin Tanımı ve Vasfı

Hürriyeti, meşrutiyeti ve eğitimin gerekliliği gibi konuları Kürdistan’a anlatmak için Kürtler ile 1908 yılında yaptığı karşılıklı soru-cevapları Münazarat adı altında neşretti. Hürriyet, meşrutiyet, eğitim, Ermeni-zımnî ilişkileri, baskı ve türleri, kölelik, devlet ve konumu benzeri konuları içeriyor bu eser. Hürriyeti şu şekilde tanımlıyor: ‘hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruâsında şahane serbest olsun.’ Nefsin özgür bir birey olmasını da adaleti, sosyal ve ilahi ahlaki erdemleri yerine getirmek olarak görüp bunun zıddının kişisel veya toplumsal baskı aracına dönüşeceğini söyler.

Mihenk noktasında hürriyeti ‘ne kendine ne de başkasına zararı dokunmamak’ olarak belirten Nursi, liberal-özgürlük tanımlamasının dışında durarak, kişinin maddi ve manevi benlik noktasına zararı da hürriyet dışı bir olay görür.

Bireysel ve toplumsal sahada bir istismar aracı olarak özgürlük

Özgürlük mefhumunun en problematik yönü olan sınırlılık sorunsalını da ele alır Nursi. İdeolojiler sahip oldukları öğretilerin özelliklerine göre ya ekonomik ya sosyal veyahut siyasal merkeziyet noktasından hareketle hürriyeti belli kümede cazip diğer yönlerde ise dünyevi aldanışların içindeki evrilmeye yenik düşmüşlerdir. Üstad bu konuda şunları der:‘nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyinedir. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır.’

‘Özgürlük nefsin içgüdüsel iffetidir.’ Diyen Fahreddin Razi gibi Nursi de İslam’ın ahlaki öğretileri dışındaki eylemleri hürriyet olgusunda ahlaksızlık ve sefahat olarak görüyor. Bu aşırılığı şu hoş kalıp ile dile getirir: ‘her şeyin rafızîsi var, hürriyetin rafızîsi de süfehadır.’

2.Abdülhamid’in diktatoryal mantalitesinin duvara tosladığı tarih olan 2.Meşrutiyetin ilanında heyecanlı ve devrimci bir retoriğin serpildiği ‘Hürriyete Hitap’ eserinde ‘hürriyeti; sefahet, lezaiz-i nâmeşrua, israfat, tecavüzat, heva-i nefse ittiba’da serbestiyet ile tefsir ve amel etmek; bir padişahın esaretinden çıkmakla, nefsin esaret-i rezilesinin altına girdiklerinde…’ seslenişi dikte yönetimden kurtulan millete gelecek için önemli mesajlar içeriyordu. Nitekim sosyolojik olarak da yoğun siyasal-otorite baskısına maruz kalan toplumların özgürlüğe atılımlarıyla heva- ego noktasında taşkınlığa meydan verebiliyor. Modern birçok örnekleri var İslam toplumlarında.

Hürriyeti Kürtlere anlatmaya devam eden Nursi onların ilginç bir sorusu ile karşı karşıya gelir. Ki bu soru sosyo-politik anlamda Kürtlerin özgürlüğü otoriter kimliklere nasıl kurban ettiklerini gösteriyor. Baskının sadece silahla değil ‘ilim ve fazilet’ ile de varlığını sürdürdüğünü olayın şahitleri tarafından bir ‘kabul sorusu’ olarak görüyoruz. Soru ve Üstad’ın verdiği cevap;

‘S- Bir büyük adama, bir veliye, bir şeyhe, bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların ve faziletlerinin esiriyiz.

C- Velâyet, şeyhlik, büyüklüğün şe’ni; tevazu ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir (şeyhlik taslayan). Siz de büyük tanımayınız.’ Cevap olarak da ilmi ve sahip olduğu diğer güzellikleri baskı aracı yapan kesimlerin kabul edilmemesi gerektiğini söyler.

Kürtlere hürriyeti anlatırken ‘fikr-i milliyet hürriyetin pederidir.’ der. Özgürlük için birçok fedakârlıkların yapıldığı ve değerinin çok yüce olduğunu söyler. Özgürlüğün milliyeti tetiklediğine değindikten sonra bir bireyin özgürlük bilincine sahipliliği oranında milliyeti için çalışıp çabalayacağını deneyimli bir dil ile onlarla paylaşır.

Özgürlük-İman ilişkisi

O dönemin ulemasının bu konuya bakışına ışık tutacak bir tartışma yaşanır. Bingöllü ( Bitlis’te yaşıyordu) Mela Selim ve Said Nursi arasında yaşanır bu tartışma. Şeyh’in hürriyet iman dilemmasına bakışı şöyle:
ﺎﻟْﻜُﻔَّﺎﺭﺗَﺨْﺘَﺺﺑ ﻟﺎَﻧَّﻬَﺎ ِﺎﻟﻨَّﺎﺭﺑِ ﺣَﺮِّﻳَّﺔٌ ﺣُﺮِّﻳَّﺔ
Said Nursi de Mela Selim’in bu hatasına şiirsel cevap verecektir:
حُرِّيَّةٌ عَطِيَّةُ الرَّحْمٰنِ اِذْ اَنَّهَا خَاصِّيَّةُ اْلايمَانِ

Ayrıca Şeyh’e ‘İnsana karşı hürriyet Allah’a karşı ubudiyeti(kulluğu) intac eder(netice verir).’ diyerek hürriyetin herşeyi mübah gören ekolün anlayışından farklı olduğunu belirtir.

Tevhid’in kozmolojik yorumundan yola çıkarak ‘Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, tezellüle tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüzü dahi şefkat-i imaniyesi bırakmaz.’ der. İmanın vermiş olduğu cesaretten doğan ‘izzetle ölümü zilletle hayata tercih’ ahlaki duruş ilkesini benimseyerek hiçbir totaliter sistemin kölesi ve kulu olmaz. Ayrıca imandan gelen şefkat ile de erdemli davranarak başkalarının özgürlüğünü kısıtlamaz veya elinden almaz. Dinlerin ve ideolojilerin özgürlük sorunsalına teolojik bir çözüm olarak, tevhidi sosyal yorumlayarak hem Müslümanlara hem şirke bulaşmış dinlere hem de materyalist Batı’ya önemli bir hürriyet perspektifidir.

Seyyid Kutub ‘Allah’ı bırakıp kimimiz kimimizi Rabler edinmeyelim’ ayetinin tefsirini yaparken şöyle der: ‘İslam; insanları kullara kulluktan kurtaran tam bir özgürlüktür.’ Said Nursi de Şam’da verdiği evrensel hutbesinde hürriyet sorunu yaşayan Müslümanlara bu ayet ile seslenir. Ayetten sonra şöyle sürdürür konuşmasını: ‘Allah’ı tanımayan; her şeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet, hürriyet-i şer’iye; Cenab-ı Hakk’ın Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.’

Şam’da da hürriyet-iman ikilemine değinen Nursi Kürdistan’da söylediklerinin benzerini burada da dile getirme ihtiyacı hissetmiştir. Bu da İslam toplumu olarak büyük bir özgürlük sorunu yaşadığımızı ne yazık ki gösteriyor.

Orada da şunları söyler:

‘İman bunu iktiza ediyor(gerektiriyor) ki; tahakküm ve istibdad(baskı) ile başkasını tezlil etmemek(aşağılamamak), zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek(alçalmamak). Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.’

Düşünce Özgürlüğü

Düşünce sahasında özgürlüğü engelleyici her faaliyeti istibdad-ı ilmi diye tanımlar. Fikri araç kılarak karşı tarafı baskı ağına alan ulemanın idarecileri taklit ettiklerini söyler. Siyasal erki baskı noktasında taklidin bu sefer öğrencide de taklid kapısını açtığını ve doğru bilgiye ulaşma yollarını ortadan kaldırdığını dile getirir. Ve ilmi çalışmalarda da meşrutiyetin yani özgünlük noktasında bağımsız bir şekilde fikir üretmeyi esas alır.

‘Her zamanda âlimler, ümera-yı müstebideyi(despot yöneticiler) takliden her bir âlim kendi fikrini herkese kabul ettirmekle bir nevi istibdat (istibdad-ı ilmiye) yapıyordu.’

Nitekim Nasr Hamid Ebu Zeyd’in de ‘dini bilgiyi tekeline almak isteyen ve epistemolojik alanda jandarmalık yapan anlayış’ diye tanımladığı bu zihniyet ilmi kalıpçı ezberle dikte etmesi sonucu öğrencide de taklit hastalığı başlayarak felçli bir toplumun doğum sancısı oluşur.

Üstad, İslam düşünce tarihinde mezhepsel fraksiyonların meydana getirdiği kaotik iklim sebebinin yine ilmi istibdat yani düşünce özgürlüğüne getirilen kayıtlar olduğunu söyler.

‘Âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefalete düşürttüren ve ağraz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren; hatta herşeye sirayet ile zehirini atan, o derece ihtilafatı beyn-el İslâm îkâ’ edip Mu’tezile, Cebrî, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden istibdaddır. Evet, taklîdin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfiza, Mu’tezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.’

Polemik birçok konuda hocanın kendi düşüncesini öğrenciye zorla benimsetmesi sonucu düşmanca ayrılıklar meydana geldi. Bu ayrılıkların örgütlenip sistemleşmesinde ise genelde önceden bulunduğu meşrebe benimsediği düşmanlıklar etkili oldu. Eğer ki âlim, kendi fikrini beyan edip talebenin görüşünü de alıp onun kabulüne saygı duysa idi muhabbet noktasında fikirsel ayrılıklar olurdu. Ki Muhakemat adlı eserde Nursi buna ‘meşveret-i efkâr’ yani fikir alışverişi der ve güzel sonuçlarına değinir.

Nursi, Hristiyan ve benzer grupların teolojik sapma nedenlerini sayarken; ‘Kur’ân’ın üslûb-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasara’yı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklid etmektir.’ der. Akli delillendirmeyi yok sayma yani düşünce özgürlüğünü ortadan kaldırıp manevi bir diktatörlüğün baskısından doğan taklit eğitimini benimseyen her grubun, zihniyetin savrulup deformasyona uğradığına tarihsel örneklem getirerek dikkatleri özgür fikir ortamının gerekliliğine çeker.

Sonuç

Üstad, hayatı ve düşünce dünyasında özgürlüğü hayat şartı olarak benimsemiştir. Nursi’nin bir eserinde ‘mürur-u zamanla(zamanın geçmesi) mukallidlerin(taklit edenlerin) hatası yüzünden paslanıp’ diye tanımladığı farklı grupların yanlış tutumlarına, ne yazık ki kendisinden sonra Abilerin ve talebelerin yakalandığı göze çarpıyor. Kısacası; kendisinin vefatından sonra takipçilerinin çoğu Nursi’nin bu özgürlük serüvenini görmezden gelip bu olguya biçilen değeri ortadan kaldırılmışlardır.

2011 yılında gösterime giren Hür Adam filmi Nursi’nin ‘Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam’ şiarı ile tanıtıldı. Nursi’nin eserlerinde tanımladığı/anlattığı hürriyet mefkûresinden ziyade demagojik rivayet kültürü ile bir Hür Adam profili verildi. Nursi’nin özellikle Eski Said dönemi özgürlük savaşımının verilmemesi filmi çevirenlerde/benimseyenlerde/takdir edenlerde Osmanlıcı-devletçi güdülerinin etkin olduğunu gösteriyor. Mesela Said Nursi-Abdülhamid kavgasının verilmemesi gibi.

Şu an Türkiye’de üniversite öğrencilerine hizmet etmekte olan Nur medreselerinin de Nursi’nin hürriyet açılımı mihenginde kendilerini özeleştiriye tutmaları lazım. Genç Nursi medrese eğitimi alırken sürekli hocaları/üstadları ile sert ilmi tartışmalara girmiştir. Çünkü hocalarının istibdad-ı ilmi ile kendi fikirlerini Said’e dikte etmesi O’nu sürekli medrese/mekân değiştirmesine neden olmuştur. O doğru bilgi için araştırma yapan biri idi. Şimdiki medreselerde ise Nursi’nin Risaleleri tartışmasız doğru olarak veriliyor. Talebelere romantizm kucağında bir taklit şefkati ile yaklaşan Abilik zihniyeti alternatifsiz bilgi kaynağı olarak Risaleleri tavsiye ederek Nursi’nin özgürlük mirasını yok etmişlerdir. Bu kurumların da Said Nursi’nin hürriyet-i ilmiye perspektifini benimseyip uygulamaları gerekiyor. Nitekim Nursi’den sonra ürün vermeyen ve durağan bir yapıya savrulmalarının en önemli nedeni de bu olsa gerek.

Selam ve dua ile. . .

DİPNOTLAR:

Nursi, İçtimaî Dersler, s., 15.
Nursi, İçtimaî Dersler, s., 103.
Nursi, İçtimaî Dersler, s., 105.
Nursi, İçtimaî Dersler, s., 103.
Hürriyet ateşle tutuşup yanmaktır. Çünkü o sadece kâfirlere has bir şeydir.
Hürriyet Rahman olan Allah’ın insanlara bir lütfudur. Çünkü o imanın bir özelliğidir.
Nursi, İçtimaî Dersler, s., 103.
Nursi, İçtimaî Dersler, s., 103.
3/Al-i İmran, 64.
Nursi, İçtimaî Dersler, s., 61.
Nursi, İçtimaî Dersler, s., 61.
Nursi, İçtimaî Dersler, s., 526,539