1951 yılının Haziran ayında bir röportaj muhabiri olarak gelir Yaşar Kemal ve diğer gazeteci arkadaşları Bitlis’e. Daha doğrusu trenle Kurtalan’a önce. Uzun bir tren yolculuğu sonrası ulaştıkları Kurtalan istasyonunda yaşadıklarını ve sonrasında Bitlis’e geçişlerini kısa notlarla kaleme alan Yaşar Kemal, bu yazısını 1956 yılında Hayat mecmuasında kısaca yayımlar.

Baran Zeydanlıoğlu

Yaşar Kemal’in Kurtalan’da başlayan karayolu macerası, Bitlis ziyareti ve ardından Diyarbakır de dahil onlarca yeri gezmesiyle çok detaylı bir gözleme dönüşür. Yazarın birkaç sene ara ile çeşitli mecmua ve dergilerde yayımlanan yazıları, 1950’lerin sonunda ve 1960’ların sonunda olmak üzere iki kez elden geçirilerek kitap olarak da yayımlanır.

Genç bir gazeteci olarak gördükleri ve duydukları kendisini çok etkiler. Yollar, evler, kıyafetler, iklim, koku, anane, algı, inanç, davranış, yeme, içme her bir şey dikkatini çeker Yaşar Kemal’in. Kâh yorumlar, kâh öylesine izler, kâh sessizce bakakalarak sadece notlarını alır yaşadıkları karşısında. Diyarbakır ve Van izlenimlerini çok teferruatlı aktaran Kemal, Lice şeyhlerini ziyaret etmeye karar verdiğinde, kendisine aracı olacak kişiye Kürdçe bildiğini Lice’dekilere söylememesini de tembih eder. Zira orada konuşulacakları bilmek istediğinden, oradakilerin kendisinin Kürdçe bildiğinden haberdar olmamalarını tercih eder. Tren yolculuğu sırasında tanıştığı tarikat üyesi bir Kürd genci aracılığı ile, Diyarbakır’daki o camianın içerisine de girer ve misafirleri olur.

Kurtalan’dan Bitlis’e yolculukları sırasında, otobüslerinin arkasındaki kamyonun kasasındaki onlarca insan ile birlikte uçurumdan aşağı yuvarlanmaları derinden sarsar genç muhabir Kemal’i. Kamyonun kasasındakilerin Bitlis’in bir köyünden yaklaşık elli kişi olduklarını ve Bitlis Siirt arasındaki Ziyaret olarak bilinen Veysel Karani türbesine gitmek için yola çıktıklarını da notlarında belirtir Yaşar Kemal.

Günlerce değişik köy, ilçe ve şehri dolaşarak ahali ile sohbet eden Yaşar Kemal’in, Kurtalan istasyonunda yaşadıkları ve Bitlis’e dair izlenimlerini derledim. Diğer şehirlere ait notlarını ise, parça parça ileride paylaşacağım. /BZ

KIRK KÖPRÜLÜ ŞEHRE GİDERKEN, YİRMİ KAVALCI BANA KAVAL ÇALDI

YAZAN: YAŞAR KEMAL

Baharın ucu görünmüştü. Dallar daha tomurcuklanmaktaydı. Çatladı çatlayacaklar. Ovalardaki yeşil bir parmak yüksekliğinde ya var ya yok. Gel gör ki zaman Haziran ortaları. Ilık bir yel esiyor aşağıdan yukarıya. Burası Kurtalan. Doğu illerimizin son istasyonu. Kurtalan’a göçmenler yerleştirmişler. Bu göçmenler çifti kadınlara sürdürüyorlar. Orta Anadolu’daki gibi. Doğuluların bu işi bir türlü akılları almıyor. İşleri güçleri göçmen kadınlarının çift sürmelerinin dedikodusunu yapmak. ‘Böyle iş olur? Eksik etek gösterilir hiç çifte? Çift sürmek erkek işidir. Karılar hiç çalışır. Acayip!’ Doğu illerinde kadınları tarlada çalıştırmazlar. Kadınların tarlalarda çalışmaları en büyük ayıplardandır.

Yol arkadaşlarımla trenden indik. Bitlis’e gideceğiz. Arkadaşların bir kısmı da Siirt’e gidecekler. Bitlis’e ve Siirt’e yolcu götürecek olan otobüsler, kamyonetler, otomobiller bekliyorlar. Yolcular yollarına devam edebilmek için otobüs ve kamyonların etrafını çevirmiş binmeye çalışıyorlar.

Durur durmaz trenin dört bir yanını on beş yirmi kavalcı aldı. Bunların bir kısmı kör. Her biri her yandan çalmaya başladılar. Her biri de başka hava çalıyor. Bir yandan bakıyorum yaşlı, güzel belki doksan yaşında sakalı sütbeyaz bir ihtiyar bir ağıt çalıyor. Kendini tutamazsan oturup hüngür hüngür ağlayacaksın. Öylesine dokunaklı.

Trenden inince, ileride ağaçlar var. Oraya gittik. Otobüslerin hareketine daha epeyi var dediler de bekledik. Bekleme uzayınca bir arkadaş dedi ki:

  • ‘Haydi şu kavalcıları bir araya toplayıp eğlenelim. Otobüs kalkıncaya kadar kaval çaldırıp dinleyelim. Bir düğün dernek yaparız ki sormayın’

Kalktı kavalcıları bulmaya gitti. Hepsini, yirmisini de toplayıp getirdi. Sıravari oturttu karşımıza.

  • ‘Haydi arkadaşlar, başlayın. Şimdi hepiniz birden bir govend çalacaksınız’ dedi.

Govend, halay havasıdır. Erzurum’da bar, Sivas’ta Çukurova’da halay derler. Burada da govend diyorlar.

  • ‘Öyle çalacaksınız ki, hepimiz birden ayağa kalkıp başlayacağız oyuna. Yerimizde duramayacağız’.

Baharın ucu görünmüştü. Tomurcuklar çatladı çatlayacak. Ilık bir yer esiyordu güneyden. Yirmi kavalcının yirmisi de birden çalmaya başladı. Kaval sesi de başka oluyor canım. Gerçekten öyle oynak bir hava ki, insan yerinde duramıyor. Yirmi kavalla çalınınca da bambaşka oluyor. Birinci hava bitti, ikinciye geçildi. Kavalların sesi de akan bir su gibi tok. Yanımıza yönümüze bir sürü adam toplandı. Bizim arkadaş dayanamadı kalktı, bir adamın elinden tuttu başladı oynamaya. Bir anda govende girenler onu, on beşi geçti. Sonra yirmiyi, otuzu buldu. Ha bire havalar değişiyordu. Yirmi kaval yirmi yerden. Oyun belki bir buçuk saat sürdü. Bizi götürecek otobüsün şoförü de gelip oyuna girmişti bereket. Herkes gibi o da coşmuştu. Sonra birden kavallar sustu. Oyun durdu.

Arkadaş geldi yanımıza oturdu.

  • ‘Böyle o kadar tadı olmuyor. Govendin ne tadı nerede çıkar bilir misin? Düğünlerde. Düğünlerdeki govendlerde oyunda bir kadın bir erkek olur. Elele tutuşurlar. İşte o zaman çıkar tadı govendin. Yoksa burada hep erkek. Ne tadı olur govendin?’

Bitlis’te Van’da oyunlar bir kadın, bir erkek beraber oynanır. Türkiye’nin başka hiçbir yeri böyle değildir.

Arkadaşımız daha yorgunluğunu atmadan en yaşlı kavalcıya:

  • ‘Sofi’ dedi, ‘bir de kara koyunu çal’

Sofi başladı Kara Karakoyunu çalmaya. Hikayesi şu: ‘Bir çoban ağasının kızına âşık olur. Ağa da ağa değil zorlu bir Bey. Kızla oğlan her zaman koyunların arasında sevişirler. Bu sevişme kısmı kavalla gayet sakin çalınır. Koyunlar arasından bir kara koyun bunları sevişirken görür. İkinci kısımda çoban, kızı Bey’den ister. Kızı Bey’den kaval çalarak ister. Kaval Bey’in yüreğini yumuşatır. Kızı verecek olur ancak bir şart koşar. Çok iyi kaval çalan çoban, sürüsüne tuz yalatarak üç gün susuz bırakacaktır. Üç gün sonra pırıl pırıl akan bir suya götürecek. Kaval çalıp koyunlara yalvaracak, kavalla bu kadar susamış koyunlara su içirmeyecek.

Çoban kavalını çala çala koyunları suya götürür. Koyunlar içmek için boyunlarını suya indirirlerken başlar çoban kaval çalmaya. Koyunlar başlarını sudan çekerler. Yalnız bir kara koyun (onları gece sevişirken gören kara koyun) başını sudan çekmez ve başı suda öyle kalır. Ne içer ne de başını kaldırır. Oğlan kara koyuna kavalla yalvar babam yalvar eder. Kara koyun içinden, ‘sen benden utanmadan sevişirsin ha! İçeceğim suyu ve sen de rezil olacaksın’ der. Oğlan yalvarmaya devam eder ve kara koyun da sonunda dayanamaz, sudan çekilir. Çoban da kızı alır. İşte bizim Sofi bunu bizlere çaldı. O kara koyuna yalvarış kısmı yok mu ama, adamın yüreğini parça parça ederdi. Hakikaten içli ve dinleyen her insanın kalbine dokunan bir havaydı bu.

Bundan sonra bindik otobüse. Biçimsiz sarp, kazalı ve belalı yolları aşarak Bitlis’e vardık. Bitlis bir kuyunun içinde. Dört yanı yüksek dağlar.  Çukurun yamaçlarında kurulu Bitlis’in evleri kartal yuvası gibi. Yemyeşil Bitlis. Bitlis şehrinin içinden sular akıyor. Ta derinlerden akar bu sular. Bir köprüden suya bakacak olursak başımız döner. Köprüler minare gibi yukarıdadırlar. Küçücük Bitlis’in içinde otuzdan fazla köprü var. Köprüler kız gibi köprüler. O kadar ince, o kadar güzel işlenmişler ki, sanki bir köprüyü yapmak için yüz yıl uğraşmışlar. Köprülerin bazıları Selçuklu bazıları da Osmanlı’ymış dediler. Taşlar da kırmızıya çalan bir hoş taşlar. Başka yerde böyle güzel taşlar yok.

İşte Bitlis’i ilk olarak böyle gördüm. Baharın ucu görünmüştü. Tomurcuklar çatladı, çatlayacak. Doğudan bir yel esiyordu. Van Gölü’nden harikulade bir mavilik getiriyordu. Sadece renk değil, bir mavi kokusu…

DERLEYEN: Baran Zeydanlıoğlu

Kaynak: Hayat Mecmuası, Haziran Sayısı, 1956

Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz